aynı gökyüzü aynı keder

değişen bir şey yok ki

gidip

yağmurlarda durayım

CHP il kongreleriyle birlikte değişim tartışmaları da seçilecek il başkanından ziyade genel başkan adaylarının örgüt nezdinde destek arayışları için yollara düşmesiyle alevleniyor. Lider kendisi olursa, ülkemizi içinde bulunduğu kıskaçtan çıkartmaya muktedir gören genel başkan adaylarının konuşmalarıyla açılan kongrelerde taraflar kendini belli etmeye, saflar netleşmeye başlıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısında Grup Başkanı Özgür Özel ve Örsan Öymen var. İkili 15 Eylül günü peş peşe yaptıkları basın açıklamalarıyla adaylıklarını ilan ettikten sonra 16 Eylül günü İzmir il kongresindeydiler. Grup Başkanı Özgür Özel desteğini aldığı milletvekilleri ve Manisa’dan gelen bir grup gençle birlikte girdiği salonda konuşmasını yaparken Kılıçdaroğlu lehine slogan atan gençlere “Beni Soylu susturamadı, size bunu yaptıranları dinlemeyin” sözüyle iki ayrı tarafın destekçisi gençlerden bir grubun özgür iradesine güvenirken diğer grubu ‘sahipli’ gördüğünü işaret ederek gündem oldu.

CHP’de değişim tartışmaları sürerken bu ülkenin en karanlık günlerinden 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı zaman aşımına uğratıldı. 14 Eylül günü mahkeme ‘geliyorum’ diye diye gelen karara imza attı. Ben Sivas Katliamı ile ilgili ne söylesem ‘kişisel’ ya da ‘duygusal’ görenler oluyor. Değildir. Elbette duygularımı en zor kontrol ettiğim konu, elbette kişisel boyutuyla tarif edemeyeceğim bir acı yaşıyorum. Ancak Sivas Katliamı bugünün Türkiye’sinin aynasıdır. Bunu görmeden de değişmek, kurtulmak mümkün olmayacak. Bunu evet “kişisel” olarak ben çok iyi biliyorum ama bunu kişiselleştirmeden olanca siyasi boyutuyla da gencecik bir kız olarak yaşadığım o kara  günden bu yana uğraşıyorum. Atatürk’ün aydınlanma devrimlerine, Cumhuriyet rejimine, demokrasiye, insan haklarına karşı bu saldırıyı ayrımcılık, karşı devrim yönünden anlatıyor, sosyolojik ve siyasal boyutuyla gündeme taşıyor ve her seferinde yeniden yaşıyorum. Adalet mücadelemin hiçbir satırını okumamış, konuyu bütüncül ve kendi ağırlığıyla kavrayamayan siyaset profesyonellerinin hedefine alınarak bir dönem ‘Atatürk’ün resmini meclisten indirmek gibi’ saçma sapan ithamlarla malzeme edilmem bundandır. Bugün içi boşaltılarak ya da doğrudan saldırılarak baskılarla yok edilmek istenen tüm değerlerimizi Atatürk’e borçlu olduğumuzu ve hala onun kurduğu Cumhuriyetin sağlam mayası nedeniyle yok edilemediğimizi en sert ve ağır şekliyle deneyimlemiş ve olabilecekleri de görebilen birine bu yaftayı vuranlar beni siyaset arenasında tehdit olarak gördükleri için hedef alırken beni değil ama laiklik mücadelesini, adalet çağrısını zayıflatarak siyasetin değişmezliğini ve aymazlar için ne denli kullanışlı olduğunu kanıtlamışlardı.

∗∗∗

Şimdi gelin biraz geriye gidelim. Gezi direnişinin ardından Haziran seçimlerinde ön seçimle listelerden meclise giren milletvekili profilimizle bugünün vekil profilini kıyaslayalım. Beni de insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısı olarak MYK görevine taşıyan siyasi farkındalığı ve sokağın dinamiğini hatırlayalım. Seçimden sonraki ilk kurultayda parti meclisinde hakim olan sol sesin siyaseti meclis duvarlarından sokağa taşıyışıyla ve her hak ihlalinde mağdurun yanında olarak siyaset biçimini değiştirişiyle bugün her mağduriyetin normalleştiği, sıradanlaştığı sessizliği kıyaslayalım.  2015 yılında CHP’den meclise giren 132 vekilden 100’ünün 2 Temmuz günü Madımak Oteli önünde olduğunu hatırlatmak istiyorum. İktidarın bu rüzgarın gücünü hissederek seçimleri iptal etmeye varan hamlesine, kargaşadan medet ummasına şaşırılmaz ama takip eden süreçte CHP içinde ön seçimi kaldıran tüzük değişimini gerçekleştiren karar vericilerin tutumunu anlamak da kabul etmek de güç. Böylece listelerden tasfiye edilen idealist milletvekillerinin yerine -kendi danışmanlarını seçerken bile - kendilerini listeye yazanların isteklerine uyum gösteren, parti yönetiminin kararlarını sorgulamaksızın uygulayan vekil profilini belirleyenler bugün ‘değişim şart’ diyor. Baş eleştirileri de;  2023 seçimlerinde parti ideolojisinden ödün veren, iktidarın dilini benimseyen, halk yerine millet, barış yerine huzur demeyi iktidar yolu için yeterli zannederek sağın hoşuna gideceğini düşündükleri uyum siyaseti. Bu stratejinin mimarlarından bazıları türlü manevrayla pek muteber seçim ve hukuk taktiklerini etkilice aktarabilmek için son dönemeçte yeniden girdiği MYK listesinde seçim sonrası yer bulamayınca bugün ‘hop hop değiş tonton’ diyor. Tuhaf değil mi?!

14 Eylül günü Sivas Katliamı karar duruşmasında 30 vekil olsa, bir şeyleri değiştirme vaadiyle yola çıkan adaylar oraya gelse belki karar değişmez ama rüzgâr değişirdi. Belki ihtiyacımız olan siyasi değişim kendini gerçek bir ihtiyaç noktasında hissettirmiş olurdu. Zaman aşımı kararı sonrası ömrümüz oldukça devam ettireceğimiz taleplerimize, davamıza omuz verecek yüksek bir ses çıkardı. Bugün değişimin adayı ile hareket eden vekillerden 4’ü salona geldiler. Biri 2019’da vekil seçildikten sonra yasakçı valiyle katillerimizin adının olduğu anı köşesine karanfil bırakmıştı. Belki 20 dakika kalıp fotoğraf çektirip kararı beklemeden ayrıldılar. İlk dakikadan itibaren salondan ayrılmayanı minnetle  göğsümüze nakşettik. Zaman aşımı bugün herkesin basın açıklamasında, tweetlerinde! Ama her nasılsa iki gün sonra gerçekleşen kongrede il başkanı konuşmasına Cumartesi Anneleri ve Can Atalay’la başlayınca güncel siyaseti takip ederek güne anlamlı bir not düşmek istediğini düşündük. Oysa aynı gün kongre ile aynı saatlerdi İzmir’de büyük Laiklik mitingi vardı. Ne insanlık suçlarının zaman aşımına uğramış olması ne okullara imam görevlendirmesi kimsenin umurunda oldu. Oysa 2013 yılında zaman aşımı kararı öncesinde on binlerin katıldığı mitingler, yürüyüşler ve büyük bir kamuoyu desteği vardı. Bugün popülizm ve görüntüden başka ne var? Demek ki neymiş benim ister istemez ilk muhatabı olduğum dava kişisel değil de siyaset kişiselmiş. Seçim sonrası kuvvetli muhalefet ihtiyacı bir günah keçisi bulmaya ve içe dönük siyasete esir edilmiş. O halde seçimden hemen sonra söylediğimi yineleyeyim: “Değişim sözle, sosyal medya paylaşımıyla, kürsüde alkış alacak isim saymakla, kişiyle değil ideolojiyle, duruşla olur. Asıl olan kişilerin değil fikirlerin iktidarıdır.” Bugün ülke gündeminin en ağır sorunlarına karşı parti içinde şekillenen tarafların hiçbirinin somut ve eylemsel bir değişim için adım atmadığını, seçim sonuçlarının da bilimsel ve sonuç odaklı bir değerlendirmesiyle kimsenin ilgilenmediğini görüyoruz.

Behçet Aysan’ın “aynı gökyüzü aynı keder”* dizesine sıklıkla atıf yaparım. Ancak “söylenmemiş sahipsiz bir şarkı”* olmaya asla razı gelmeyeceğim/iz de bilinsin!

İhtiyaç üzerine önemli bir not:

Önceki gün Sözcü TV’de referandum seçimlerinde mühürsüz oylar ile ilgili sorulan bir soruya verdiği yanıtta Özgür Özel, benim seçim sırasında kendisini arayarak Urla’da bazı sandıklarda da mühürsüz zarflar olduğunu aktardığımı hatırlatmış. Bu noktada aramızda geçen telefon görüşmesinde, insan haklarından sorumlu olduğum dönemde partili bir yönetici sorumluluğuyla o gün bu konuyla ilgili bilgiler gelmeye başlar başlamaz genel merkeze bilgi aktardığım ve oluşan durumun kakafoni yarattığı, hızlıca konuyla ilgili bilgi akışı sağlanması ve tutum konusunda net adım tanımlanması gerektiğini aktardığım doğrudur. Ancak Özgür Özel’in verdiği örnek Türkiye’nin en yüksek oy aldığımız ilçelerinden Urla gibi noktalarda mühürsüz oyların bizim lehimize sonucu olacaksa iptal edilmesine itiraz ettiğim gibi bir yanlış anlaşılmaya dönüşmüş. O gün olduğu gibi bugün de hangi bölgede kimin lehine olursa olsun hukuksuz bir durumun geçerli sayılmasıyla ilgili bir talebim olmadı, olamaz.

*Behçet Aysan / Bir Eflatun Ölüm