12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrası doğanlar şimdilerde kırklarındalar. Çocukları da 15-20 yaşlarına geldi. Bu demek oluyor ki bugünün orta yaş kuşağı ve onların gelecekte orta yaş olacak çocukları 12 Eylül öncesini bilmiyorlar. Bu iki büyük ve belirleyici grup için 12 Eylül öncesi aktarıldığı kadarıyla bilebilecekleri bir geçmiş.

12 Eylül öncesi dönemi yaşayanlar ile 12 Eylül sonrasında doğup büyüyenler arasında zihinsel fark var mıdır? Zihinsel farktan kastım dünyayı algılama, anlama, yorumlama tarzı farklılıkları. Bir tür ideolojik fark. Bu farkın özelliklerini anlamadan siyasal mücadele/müdahale yapmak çok da mümkün olmayabilir. 12 Eylül öncesi dünya ile sonrası arasındaki farkı anlayabilirsek zihinleri de anlayabiliriz.

Yetmişli yıllar, dünyada sol ve özgürlük hareketlerinin antiemperyalist karakterde sürdüğü bir dönemdi. Antiemperyalist hareketlerin temel ortak noktaları ise laiklikti. Sömürge karşıtlığı kültürel/ etnik temelli değil laiklikle bütünleşik olarak ve dayanışma, kolektiflik üretecek şekilde biçimleniyordu.

Güney Amerika ülkelerinden Ortadoğu, Türkiye ve Uzak Doğu coğrafyasında birbirini takip eden askeri darbelerin de bir ortak noktası vardı: laiklik karşıtlığı. Demem o ki, Kenan Evren ve cuntanın özgün fikri değildi dincileştirme projesi. Kenan Evren kürsülerden ayet okuyarak, din dersini zorunlu yaparak, Rabıta ile organik ilişki kurarak bu dincileştirme müdahalesinin ateşini kendi başına yakmadı.

İkinci önemli değişim çalışma koşullarında oldu. Sendikasızlastırma ile güvencesiz çalıştırma üretim teknolojisindeki değişim mavalının ardında sürdürüldü. Esnek üretim hemen kimsenin aynı meslek ya da iş yerinde uzun yıllar boyunca çalışabilmesini önledi. Sürekli iş değiştirmek zorunda kalmak bir mahallede çoğu zaman bir şehirde bile uzun süre yaşama imkanını ortadan kaldırdı.

Bu iki büyük değişime eşlik eden diğer etkenlerle birlikte doksanlı yıllarda büyük bir ‘kimlik ve kendilik krizi’ne yol açtı. Hatırlayın, doksanlarda özellikle orta sınıfta yayılan aile ve soy geçmişi araştırma modasını. Biz aslında şuymuşuz, sohbetlerini. Nostalji herkesin yasamak zorunda olduğunu sandığı bir duygu pandemisi olmuştu.

Süreç, "nesnel gerçekliğin yerini hissediyorsam gerçektir" ilkesinin yerleşmesiyle sürdü. Bugünün algı yaratmak, algı oluşturmak klişesinin iş görmesini sağlayan da bu değişim oldu. Zihinsel değişimin rıza üreticileri tabi ki liberaller oldu. Kimlik, nostalji, kök arayışı gibi görünen köksüzleştirme çabasıyla insanlar ben kimim, nasıl bir dünyada yaşıyorum, başıma gelenlerin nedeni nedir, sorularına 12 Eylül öncesinden farklı yanıtlar vermeye başladılar. 12 Eylül öncesinin sınıf temelli, sınıfa odaklanan kimlik tanımları yerini din, metafizik, etnik kimlik tanımlarına bıraktı. Bu bağlamda "ben Allah’ın kulu Müslümanım" diyen bir dindar ile "aile dizimlerimin kurbanıyım" diyen bir “laik” ikiz kardeş gibi oldular.

Eğitim, sağlık ve güvenlik, hukuk sisteminin özelleştirilmesiyle de süreç yeni bir aşamaya geldi.

Yeni gibi görünen, eskinin imparatorluk- teba, reis ve çetesi gibi tanımlamalarının baskın hale gelmesi aslında.

Bugün siyasal mücadele, köksüzleştirilmiş zihinlerin yeniden yeşerebilecekleri bir toprak oluşturmak. O toprağa dayanışma fidanları yeşertecek su ise laiklik. Dayanışma ağlarını laiklik temelinde kuracak bir siyaset 12 Eylül öncesini bilmeyenlere gerçek bir devrim imkanı verebilir.