Evet, şimdi bir kez daha söylemek gerekirse  “Gerçekçi ol, imkânsızı iste”... Haziran günlerinin içinden doğan Haziran fikri de bundan başka bir şey değil

24 Haziran’a doğru: Gerçekçi ol, imkânsızı iste!

Türkiye bir kez daha Devlet Bahçeli’ye yaptırılan seçim çağrısı sonrasında bir kaptı kaçtı seçim sürecine daha sokuldu. İki aya sıkıştırılarak yapılacak bir seçimin hiçbir demokratik yanının olmadığı ortada. Aylardır ülkenin kaynakları ulufe dağıtır gibi dağıtılıyor. Seçim yasasından medyadaki havuz tekelinin geliştirilmesine kadar tüm adımlar atıldı. Tüm bunların ardından da Erdoğan, küçük ortağıyla gerçekleştirdiği bir danışıklı dövüş sonucunda, seçim kararını aldı. OHAL altında gerçekleşecek ve üstelik her şeyin iktidar tarafından önceden hazırlandığı seçimin amacı, halkın temsil hakkını gasp etmekten başka bir şey değil. Bu durum ne kadar çaresiz olduklarının ve bu çaresizlik içinde gözlerinin ne denli karardığının da bir göstergesi.

• • •

Bahçeli, ülkenin yönetilemediğini itiraf ederek erken seçim çağrısında bulundu. 24 Haziran’ı da içeren ancak (nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın) onunla sona ermeyecek olan sürecin ana karakteri tam da Bahçeli’nin ifade ettiği yönetememe krizi ve çözümsüzlük... AKP’nin, bu çözümsüzlüğü, seçimi manivela haline getirerek uzun vadede aşma şansı da bulunmuyor. 16 Nisan’da bu yeni sisteme ilişkin itirazlarımızın yanı sıra bunun iktidarın krizi aşmasına yetmeyeceğini ifade ediyorduk. Bugün de durum bundan farklı değil! Daha önce de ifade ettiğimiz üzere yerleşik bir düzen haline getirmeyi başaramadıkları (ve aslında bu yüzden de krizin süreklilik kazandığı) siyasal İslamcı rejim, şimdi ideolojik ve toplumsal çöküşünün yanı sıra ekonomik planda yapısal bir çöküşle de karşı karşıya kalıyor.

• • •

Baskın seçim kararında, Suriye’deki gelişmelere bağlı başkaca faktörlerle birlikte, asıl olarak ekonomik ve toplumsal sorunların yoğunlaşmasının payı büyük. AKP, Afrin operasyonu ile birlikte milliyetçi reaksiyonu arkasına alarak bir seçime gitmeyi planlıyor olabilirdi. Genel planda gerileyen iktidarın Afrin’le birlikte gireceği konjonktürel bir yükseliş seçim momenti olabilirdi. Medyanın devasa propagandasına rağmen bu başarılamadı. Dolayısıyla da seçime, AKP-MHP cephesinin tırmanışa geçtiği bir anda değil; aksine OHAL ve savaşa rağmen gerilediği bir anda gidiliyor. O yüzden bugün ortaya çıkan durumun, bir çaresizlik göstergesi olarak görülmesi gerekir. Bu karar AKP’nin sonunda kaybetmeye mahkûm olduğunun, kazandığını zannettiği her şeyin de ‘Pirus Zaferi’ olmanın ötesine geçemeyeceğinin en güçlü göstergesidir.

• • •

Baskın seçim kararının nedenlerini ve olası sonuçlarını daha çok tartışmaya devam edeceğiz. Ancak bugün daha önemli olan bunun karşısında neler yapılabileceğidir. Bu da bugün başlayacak bir tartışma değil. Aylardır BirGün Pazar da dahil pek çok yerde bu tartışmalar yapılıyor. Gezi’nin ve Hayır’ın birikimini bu sürecin de aktif bir unsuru haline getirebilecek birleşik bir mücadelenin geliştirilmesine yönelik çabalar sürdürülüyor. Haziran Hareketi, OHAL ve hileli seçime karşı mücadele ile ortak bir adaylık etrafında birleşik mücadelenin olanaklarını geliştirmeye yönelik bir arayış içerisinde oldu. Bu konuda pek çok görüşme ve toplantı gerçekleştirildi. (Soldaki ideolojik parçalanmanın ve elbette birikmiş zaafların gölgesi altında, sürece birlikte müdahale imkânları geliştirilmeye çalışıldı. Bu çabalar sonucunda ortaya çıkan birlikteliğin istenen genişlikte olması HDP ve CHP adaylarına endekslenmeyi önceleyen ya da seçimi protesto ederek katılmamayı tercih eden eğilimler nedeniyle şimdilik mümkün olmadı.)

• • •

24 Haziran’a etkide bulunabilmek ve sonrasına umut bırakabilmek, yine bu fikri hayata geçirme mücadelesiyle mümkün olabilecek. Parlamentodaki muhalefet partilerinin dışında kalan, temsil edilmeyen geniş kesimler, bugün –baskın seçim şokuyla birlikte derinleşen- bir umutsuzluğa sürüklenmiş durumda. Bunun için de CHP ve HDP’nin kapsayamadığı ilerici, devrimci direniş dinamiklerini harekete geçirebilecek bir mücadele zemininin geliştirilmesine acilen ihtiyaç var.

• • •

Muhalefet hareketindeki bir başka eğilim olarak da boykot gündeme getiriliyor. Hileli seçim yasası ve şimdi baskın seçim sonrasında gündeme gelen boykot fikri, en başından da ifade ettiğimiz üzere bugünkü koşullarda ancak tüm muhalefeti kapsayarak seçimin meşruiyetini ortadan kaldıracak bir takdirde anlamlı sonuçlar üretebilir. Yoksa bireysel ya da grupsal anlamda ilan edilecek boykot tavrı (tıpkı 2010 referandumundaki boykotun sonucundaki gibi) Erdoğan’a destek olmaktan başka bir sonuç vermeyecektir.

• • •

Bu koşullarda yapılması gereken, böyle bir seçim tablosu içinde temsil olanağı bulunmayan sol, sosyalist, devrimci kesimleri temsil edebilecek, muhalefetin parlamenter sisteme dönüşle ve sağ siyasetlerle uzlaşmaya açık siyasetlere mahkûm etmeyecek devrimci bir siyaset etrafında birleşmektir. Bu şekilde laikten, emekten ve bağımsızlıktan yana devrimci demokratik bir değişim mücadelesini sürükleyecek bir siyasetle Haziran sonrasına uzanacak bir birikim oluşturmak da mümkün olabilecektir.

Bu tavır elbette ülkenin geleceği hakkında çok önemli sonuçları olacağından kuşku duyulmayan başkanlık seçiminin sonuçlarına karşı duyarsız bir tavır olarak anlaşılmamalıdır. Tam tersine bu tavır bütün muhalif eğilimlerin en geniş şekilde katılımını sağladığı oranda olası bir ikinci turda da şer ittifakının geriletilmesini sağlayabilecetir.

• • •

Bunun için ilk adım, toplumun direnen tüm kesimlerinin sözünü taşıyacak, kolektif temsile dayanan bir adaylık için inisiyatif alınmasıdır. Kadınların, gençlerin, işçilerin, emekçilerin öznesi olduğu kolektif bir adaylıkla bu süreçte aktif ve sonuca da sokağa da sandığa da tesir edebilen bir güç yaratılabilir. Bu siyaset basitçe bir aday çıkarma çalışması olarak görülmemelidir. Asıl olarak, 24 Haziran’ı da içine alan süreçte öncesi ve sonrasıyla bir direniş hattının ortaya konulmasıdır. Kolektif adaylık ve bu inisiyatifle sandıklara sahip çıkma iradesinin geliştirilmesi bu direniş hattının parçasıdır.

• • •

Bunun için ilk adım şimdi 100 bin imza seferberliğini başlatmak olmalıdır. 100 bin imza toplama çalışması, Hayır’ın ilk dalgasındakine benzer biçimde, durağanlanmış-geri çekilmiş toplum kesimlerini hareket geçirmek, yeni bir ilerici toplumsal dalgayı mayalandırmak anlamına da gelecektir. 100 bin imza toplanması için oluşturulacak her çalışma birimi 24 Haziran’a giderken ve sonrasında birer mücadele mevzisi haline gelebilecektir. 100 bin imzanın toplanmasına yönelik getirilen tüm zorluklar, seçim yasasındaki hileyi kolaylaştıracak değişiklikler, OHAL baskısı ve daha pek çok şeyi saymak, sıralamak elbette mümkün... Durum bu kadar ağır elbette. Ama biz şimdi, mevcut durumun olumsuzluklarına ve zorluklarına teslim olmayı reddeden bir iradeyle sorumluluk almalıyız!

Evet, şimdi bir kez daha söylemek gerekirse; “Gerçekçi ol, imkânsızı iste”... Haziran günlerinin içinden doğan Haziran fikri de bundan başka bir şey değil.