Çağın çağrısı

SYRIZA, Yunanistan’da ekonomik-sosyal krize karşı gelişen toplumsal mücadele üzerinde yükselerek iktidara gelmişti. Solun bir koalisyon partisi olan Syriza artık aynı zamanda toplumsal mücadelenin birleşik bir iktidar alternatifine dönüşmüştü.    

Syriza iktidara geldikten sonra ise hızla üzerinde yükseldiği toplumsal mücadele birikiminden kopmaya yöneldi. Bunun yerine ise partinin başkanı Çipras -beyaz gömlekli, genç, yakışıklı ve meydan okuyan- bir fenomen olarak öne çıkarılıyordu.  Sonrasında Avrupa oligarşisine boyun eğerek toplum nezdindeki itibarını hızla kaybeden Syriza’da son olarak eskimiş Çipras yerine J.Biden seçim kampanyasında görev yapmış son altı aya kadar parti üyesi dahi olmayan, bir gemicilik şirketinin CEO’su ve Amerika’dan transfer Stefanos Kasselakis başkan oldu. S.Kasselakis, başbakan K.Mitsotakis’i “daha iyi İngilizce, finans ve iş bilgisi” ile yenmeyi vaat ederek kazandı. Pop-medyatik siyasetin en çarpıcı ve hazin öykülerinden birisini Syriza yazdı.  

*** 

Benzer bir başka deneyim için İspanya’da meydanları dolduran Öfkeliler hareketi üzerinden yükselen Podemos’un hikâyesine de bakılabilir. Öfkeliler hareketi başta bir sözcü olması fikrini reddederek, temsilin tıpkı direniş gibi kolektif ve çoklu olması gerektiğini savunuyordu. Onlara göre artık başrolde olması gereken kolektifin kendisi olmalıydı. 

Ancak üç yıl sonra medyanın “genç, zeki ve fotojenik” olarak kodladığı P.Iglesias’ın yüzü Podemos afiş ve oy pusulalarında boy gösteriyordu. Meydanlardan sahnenin önüne çekilen Podemos için siyaset artık, P.Iglesias’ın çarpıcı, sıra dışı zaman zaman sansasyonel medya performasına dayalı kitleleri büyüme sanatıydı. 

S.Halimi ve P.Rimbert, “Sol Partiler İçin Tek Yol Medya mı?” Yazısında ele aldıkları bu hikâyenin sonunu bir zamanlar Iglesias’a hayran olan medya “spot ışıklarını söndürdüğünde” Podemos’un “gölgelere ve yalnızlığa” mahkûm olması olarak değerlendirir. 

*** 

Geride kalmış bu iki sol deneyimi hatırlamak bütün bir siyaset düzleminin aldığı biçimi görmek açısından önemli. 2008 sonrasında başlayan toplumsal direniş hareketleri kimi noktalarda sol bir yükselişin de zeminini oluşturdu. Ancak toplumsal muhalefetin birleşik gücünden kopan bütün hareketler burjuva siyaset labirentlerinde pop-siyaset sahnesinde sönümlendi. 

Türkiye’de muhalefet hareketine bakınca da pek farklı bir şey görünmüyor. 2023 ülke tarihinin en kritik seçimlerinden birisine sahne oldu. Ekonomik ve sosyal bunalımın derinleştiği, gerici baskıların toplumun her kesimini boğduğu koşullar altında ve toplumun büyük karşı çıkışına rağmen muhalefet seçimleri kaybetti. 

Böyle bir kaybın en önemli nedenlerinden birisi rejimden kopuş alternatifinden yoksunluktu. Pandeminin sağlık krizini derinleştirdiği, eğitim, barınma, gıda başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerinin temel hizmetlere erişim olanaklarını kaybettiği bir sosyal bunalım karşısında tek bir çözüm önerisi ortaya konulmadı.   

Pandemi sonrasında dünyada yükselen kamu hizmetlerinin geri dönüşü tartışmalarının yanından dahi geçilmedi. Dinci kuşatmanın her geçen gün nefessiz bıraktığı toplumun özgürlük talebini sahiplenmek yerine başörtüsü tartışmalarıyla muhafazakâr kimliğe bürünme çabalarından milliyetçiliğe uzanacak bir sağcılaşma siyaseti çıkış kapısı olarak görüldü. 2023 seçimlerinde bu sağa yaslanmış muhalefet anlayışı kaybetti. 

Yenilginin bir başka nedeni de -solun önemli bir kesimiyle birlikte- tüm muhalefetin izlediği siyaset tarzıdır. Syriza ve Podemos’ta da görülen medyatik pop-siyasetle toplum yukarıdan büyülenmeye çalışıldı. Siyaset bir tür video aktivizmi ve kürsü performanslarının dolaşımına indirgendi. Siyaset bu medya sahnesine çekilirken toplum bir izleyici olarak konumlandırıldı. Bu anlayış, siyasetin yegane alanı olarak da sandık ve seçimleri işaret etti. Ve dahi hakları için sokağa yönelen her tür hareketi de provokasyon imasıyla sindirme yoluna gidildi.   

Sonrasında sahnede olan herkesin iktidardan kendine düşen payı almak üzere harekete geçti. Bakanlık hayalleri kuranlar, parlamentoya kapak atmak için birbirinin üzerine basanlar, pazarlıklar, kavgalar ve binbir türlü rezillik içinde böyle çürümüş bir rejim ülkenin kaderini bir kez daha eline almayı başarabildi.   

Siyasetin geldiği bu nokta aslında bir sonuç. 12 Eylül’den başlayarak toplumun siyaset dışına itilmesine yönelik özel tedbirler alındı. Partiler bir tür başkanlar etrafında burjuva parlamenter sisteme uygun olarak tasarlandı. Post-modern akımların etkisi altında solda büyük oranda bütünlüklü bir dönüşüm eksenindeki devrimci siyasetlerden uzaklaştırılarak bu anlayış doğrultusunda dönüştürülmeye çalışıldı. Bu anlayışlara karşı yeterince mücadele edilemediğini de kabul ederek solda yarattığı bulanıklığın etkilerini elbette atlamamak gerekir. Bugün tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de solun etkisizliğinin ve muhalefet hareketlerinin toplumdaki büyük devrimci direniş potansiyellerine karşın bir değişim yaratamamasının en önemli nedeni burada aranmalı.   

Bu siyaset tarzının her yerde olduğu gibi ülkemizde de sonuna geliniyor. 2023 CB seçimleri de asıl olarak bunun bir kanıtı olduğu gibi, sola ve devrimciliğe bir çağrı olarak sonuçlandı. Muhalif toplum kesimleri için de sandık ve seçimle sınırlandırılmış bu elitler siyaseti artık bir umutsuzluktan başka bir şey ifade etmiyor.   

2024’e girerken her şeye rağmen umut verici olan şey bu karamsarlık yaratması son derece doğal seçim yenilgisine karşın toplumun çok geniş kesimlerinin bu rejim karşısındaki direncinin eksilmeden devam ediyor olmasıdır. Önümüzdeki dönem mücadelesi artık sağın kimlikler ve din eksenine sıkıştırılmış siyasetlerinin ötesinde toplumun her kesiminden emeklisiyle işçisiyle, genciyle kadınıyla toplumun her kesiminden yükselen hak ve özgürlük taleplerine sahip çıkarak; toplumun siyasetin öznesi kılmak üzere iş yerinde, mahallede, kampüste ve hayatın her alanını siyaset zeminine dönüştürmek için çalışmak dışında bir yol yok.   

Oğuzhan Müftüoğlu, seçimlerin ardından yaptığı değerlendirmede yapılması gerekenleri şöyle özetlemişti, “Türkiye’nin köklü siyasal değişikliklere ihtiyacı vardır. Bu değişiklikler toplumdaki tutucu eğilimlerle uzlaşarak değil, devrimci fikirlerle ve örgütlülüklerle gerçekleştirilebilir. Toplumsal değişimler elbette belirli objektif koşullar altında gerçekleşir, ancak öncü devrimci fikirler, eylemler ve örgütler olmadan toplumların kendiliğinden değişip dönüşmesi de mümkün olamaz.” (BirGün, Seçimler Neden Kaybedildi?, 30.07.2023)  

Yeni bir yıl başlarken, geçen yılların bir dersi ve yeni mücadele yılının bir çağrısı budur. Bütün zorluklara rağmen bunu başaracak olan yine kalplerinin közü kararmamış inançlı ve yürekli devrimciler olacaktır. Ötesini hepimiz biliyoruz arkadaşlar;  A. İlhan’in şiiriyle “nisan değilse mayıs, Perşembe değilse Pazar”…  

Mücadele dolu yıllara…