İyi ki doğdun Fidel! Che, bir gün sana “emperyalizmin egemenliği son bulduğunda, sen, ben ve Camilo yıldızlarda tatile çıkarız” diye seslenmişti. Orada göğümüzün üzerindeki bir yıldızdasınız ve biz sizi ve yıldızları seviyor, size ve yıldızlara inanıyoruz!

Fidel’e ve yıldızlara…

Fidel, hayata vedasının hemen öncesinde “ölümümden sonra adım hiçbir yere konulmayacak, ben kendimi önemsizliğe bırakıyorum” demişti.  

Küba halkı da Fidel’i, tam da onun dileklerine uygun olarak ‘Jo Soy Fidel’ (Ben Fidel’im) sloganlarıyla uğurluyordu. Bu ses ikinci kez 2021’de, Fidel’in ölümünden 5 yıl sonra, devrime karşı Amerikan destekli provokasyon başladığında sokaklarda yankılanıyor, Küba halkı Fidel’in “yeşil timsahına”1 sahip çıkıyordu.  

Küba devriminin yıllara meydan okuyan canlılığın kaynağını Küba halkının bu iradesinde görmek mümkün. Fidel, Küba’nın devrimci yolunda yürürken de devrimden sonra da herkesin kendisini devrimin yaratıcısı ve sahibi hissedeceği bir kitle dinamiklerini öncelledi.  

Devrimi, partinin ve devlet bürokrasinin dar alanlarına hapsetmeden, onlara aşarak Küba halkının inisiyatifine bırakmaktan hiç vazgeçmedi. Fidel, bunun için özel bir rol üstlenirken bu rolü bir iktidar erki olarak yukarıdan değil tam da Küba halkının bir parçası olarak hayata geçirdiği için, Küba halkı da en zor zamanda kalbinden kopan bir sesle ben Fidel’im diyebildi. Che, Küba bir istisna mı sorusuna, “en önemli ve orijinal etken Fidel Castro’dur” derken de buna işaret ediyordu.    

Devrimin Yolu 

Küba devriminin salt Sierra Maestra’da başlayıp biten bir silahlı mücadele olarak gören devrimini –çoğunlukla fokocu yorumlarda da görülen– yanılgı onun tekrar edilememesini askerî bir başarı-başarısızlık denklemine sıkıştırmasıdır. Küba’da devrimin önkoşulu Batista diktatörlüğün yıkılmasıydı ve Fidel, 1954 Moncada baskınında devrimin silahlı bir gerilla mücadelesi önderliğinde birleşmiş işçi ve köylülerin mücadelesinden geçeceğini öngörüyordu. Sonunda da Sierra’nın yolu Santiago’daki genel grevle birleşerek Havana’nın kapılarını açıyordu. 

Ancak Latin Amerika’da da başka yerlerde de benzer biçimde diktatörlüklere son veren mücadeleler gerçekleşti. Ancak, Küba’dakine benzer bir biçimde siyasal iktidarın fethi ve dönüşümü gerçekleşmedi. Zira bunun için silahlı bir gerilla birliğinden daha fazlası gerekiyordu.  

Karşıdevrimci güçlerin siyasal iktidarını elinde tutmaya yönelik uzlaşma ve sonrasındaki saldırıları karşısında izlenen yol ancak hızla tarım reformunun ilan edilerek köylülerin harekete geçirilmesinden genel grev ilanıyla işçilerin devrimi savunmasına dayanan bir kitle inisiyatiflerinin harekete geçirilmesinden geçiyordu. İşte Fidel bu yolda yürüdü ve Küba devrimini orijinal kılan da bu oldu.  

Palmiye Ağacı Kadar Kübalı Devrim 

Proleter devrimler çağında doğan Küba, reel sosyalizmin yenilgisinin ardından başlayan yeni çağda tıpkı bir zeytin ağacının ölümsüzlüğünde ve görkeminde ayakta kalmaya devam etti. Fidel, "devrimimiz palmiye ağacı kadar Kübalı" derken, başka şeylerle birlikte onun Marti’lerin kemiklerinin karıştığı tarihin topraklarındaki köklerine vurgu yapıyordu kuşkusuz.  

Reel sosyalizmlerin çözülmeye yüz tuttuğu doksan yılının başında Fidel, durum değerlendirmesi yaparken bunu şöyle ifade ediyordu: “Unutulmaması gereken bir nokta var: “Bizim sosyalizmimiz burada doğdu bunu bize kimse empoze etmedi, ithal etmedik, yabancı tanklar üzerinde gelmedi, savaşçılarımızın kolları havada, biz sosyalizmi açık denize karşı ilan ettik. Devrimimizi biz kendimiz yaptık ve otuz yıldan fazla bir süredir de kanımız, canımız pahasına savunduk” (Ay Işığında Söyleşiler). 

“Marksizmi ve Leninizmi yaratıcı bir tarzda kendi ülkemizin gerçeklerine uyarladık” diyen Fidel, tam da Batista’da “ilericilik” keşfederek bir dönem ittifak kuran ve 26 Temmuz Hareketi’ni burjuva maceracılıkla suçlayan Küba Komünist Parti’sinin dışındaki bir yola işaret ediyor. Küba’nın taklitçilikten koparak açılan devrimci yolu Fidel’in ifadeleriyle söylersek “Marksist-Leninist düşünceyi, devrimci anlayışını kahraman yurtseverlerimizin düşünceleriyle” bağdaştırabilen ve kendini “başkalarını taklit etme gereksinimi duymaktan uzak tutarak” devrimi Küba’nın somut ihtiyacı olan “geri kalmışlığa” ve “esarete” verilecek tek yanıt olarak örgütlemekti. 

O yüzden de Doğu Avrupa’da sosyalizmin çözülmeye başlaması da Fidel’e göre, toplumsal devrim ülke içinde koşullarının oluşması ve onu taşıyacak bir hareketin varlığı olmaksızın bir ülkede kök tutamaz. Doğu Avrupa ülkelerinin II. Dünya Savaşı konjonktürünün bir ürünü olarak hayata geçen ve kendi hareketlerinin bir ürünü olmayan bir sosyalist deneyimi geride bırakıyor olması da şaşırtıcı değildir. 

Yeni İnsan ve Sosyalizm 

Sartre, Küba’da geçirdiği zamanın sonunda, Fidel, Che ve diğer devrimciler için bunlar “uykuyu bir kötü alışkanlık olarak” kenara bırakmış, sabahlara kadar çalışıyor ve eğer devrim batarsa “elektrik faturasından” olacak der. Bu hem Che’nin hem de Fidel’in yeni bir insan yaratarak devrimin ayakta tutulabileceğini zira sosyalizmin ancak yeni insanla kurulabileceğine yönelik yüksek inançlarıdır. Che’nin, zamanı olmayan çalışma saatlerinin dışındaki tek boş gününü “gönüllü çalışmaya” adaması da Fidel’in kırık dökük arabasıyla köy köy gezip sorunları ve insanların devrimdeki çabalarını izlemesi de bununla ilgiliydi. Sonunda, onun arabasının önünü kesip “hey Fidel bizim eve gel” diyen bir çocuğun gözünde parlayan yarının kurucusu olacak bir yıldızdan başka bir şey olamazdı.  

O yüzden 1990 yılında kendisine yöneltilen, sosyalizmde eksik olan ne sorusuna Fidel büyük bir inançla sadece bir zaman yanıtı verebiliyordu: “Bana sosyalizmde eksik olanın ne olduğunuz soruyorsunuz. Daha adil, daha insanca ve daha fazla dayanışma ruhunu öngören sosyalizmin yalnızca zamana ihtiyacı var. Sosyalizme inanıyorum ve bugün de hiçbir zaman olmadığı kadar inançla bağlıyım.” 

O yüzden de Küba’da sosyalizmin ideali ve hedefi asla bolluk yaratmak olmadı. Bunun yerine, paranın değerini dönüştürmek ve insan ilişkilerini dayanışma temelinde yeniden örgütleyerek, sosyalizmi yeni bir hayatla var etmeye çalıştılar. İnsanların “paraya ihtiyaç duymadığı” çünkü, sağlık ve eğitim başta temel insani ihtiyaçlar için paranın gerekmediği bir sosyal düzen paranın değerini aldı götürdü. Fidel, “Küba’da pek çok sorunun çözümünde paraya gereksinim yoktur, insanlarımızın cebinde fazla paraları var ve bu onlara daha fazla sinemaya, lokantaya ya da diledikleri yere gitme imkânı veriyor o kadar,” diye anlatır. 

Bugün insanlığın emperyalist-kapitalist sistemin büyük yıkıntısı altında can çekiştiği koyu bir gecenin karanlığındayız. Sosyalizm, bir nostalji ve ütopya olmaktan canlı bir umuda dönüşecekse bu da halkın ihtiyacına yanıt vermeyi öncelleyen gerçek bir hareketin eseri olabilir. Öyle bir hareket ancak tıpkı Fidel’in ve Che’nin yaptığı gibi kendi devrimci yolunu bulabilecektir.  

İyi ki doğdun Fidel! Che, bir gün sana “emperyalizmin egemenliği son bulduğunda, sen, ben ve Camilo yıldızlarda tatile çıkarız” diye seslenmişti.  

Orada göğümüzün üzerindeki bir yıldızdasınız ve biz sizi ve yıldızları seviyor, size ve yıldızlara inanıyoruz! 

*** 

Ay Hâlâ Gökyüzündeyse Fidel İzin Verdiğinden 

Fidel, Küba’nın her bir noktasında halkı dinler. İhtiyaçlarını anlamaya çalışır. Sartre, bunun üzerine Fidel’e “isteyen herkesin, istediği ne olursa olsun, almaya hakkı var mıdır?” diye sorunca, evet yanıtını alır.  

Fidel devam eder “çünkü istekler, şu veya bu şekilde, ihtiyaçları dile getirir ve insanın ihtiyaçları, onun bütün diğer insanlar üzerindeki temel hakkıdır”. Sartre, peki birgün sizden “ay’ı isteyecek olsalar” diye, alacağı cevaptan emin bir soru sorduğunda, “eğer biri benden ay’ı isteyecek olsa, bunu ona ihtiyacı olduğu için yapardı” der. 

*** 

Fidel’in İflah Olmaz Kusuru 

Che, Fidel’i anlatırken, ‘devrimci eylemini arkadaşlık lehine tehlikeye atan bazı davranışlarda bulunduğunu söyleyebiliriz’ der ve bunu Fidel’in iflah olmaz kusuru olarak anlatır. Zira, Küba’ya geçiş için Meksika’da son hazırlıklar yapılırken, Che ve bir grup devrimci yakalanıp hapse konur. Che, Fidel’e bekleyerek devrimi tehlikeye atmamasını, kendisini bırakmasını söyledikten sonra aldığı yanıtı şöyle anlatır: “Fidel’in kesin yanıtını iyi hatırlıyorum: ‘ben seni bırakmam!’. İşte bu yüzden bizi Meksika cezaevinden çıkarmak için çok değerli olan zamanını ve parasını harcamak zorunda kaldı. Fidel’in değer verdiği insanlara karşı bu davranışı çevresinde yarattığı fanatizmin anahtarıdır. Bu durum Direniş Ordusu’ndan bölünmez bir blok yaratması ilkelere bağlılık ve kişisel bağlılıkla özetlenebilir. O yüzden Fidel’e beslediğimiz güveni hiç yitirmedik.” 

*** 

Fidel’in Bozuk Buzdolabında Gördüğü Devrim 

Fidel’in Sartre’ın da ona eşlik ettiği gezideki duraklardan birisi halk plajıdır. Plajda ona ikram edilen içeceği dudaklarına götürür götürmez “bu sıcak” diye, kızıyor. İçeceğin neden sıcak olduğunu öğrenmek ister, buzdolabının olup olmadığını sorar. “Gerçekte var, ama çalışmıyor” yanıtını alır. Bunun üzerine bozdolabını inceler, bağlantılara bakar ve nihayetinde şöyle der : “Bunun gibi bir ihmal önemli değil, içtikleri şeyin sıcak olmasından ya da susamalarından kimseye zarar gelmez; ama bu devrimci bilinçte bir yetersizlik olduğunu gösterir. Her plajda, halk için elimizden gelen her şeyi yapmazsak, halk onların buraya gelmelerini o kadar arzu etmediğimizi sanacak ve gelmeyecektir. Ve eğer kimse her zaman elinden geleni -hatta daha fazlasını- yapmıyorsa, hiçbir şey yapmamış sayılır. 

1 Che Guevara, Fidel’e adadığı şiirinde Canto a Fidel (Fidel’in Türküsü), Küba’yı “Yeşil Bir Timsah”a benzetiyor. “Gidelim şafağın coşkun habercisi / kimselerin bilmediği gizli yollardan / kurtarmak için sevdiğin o yeşil timsahı.”