Che si! Gerçek devrim kalpleri de fetheden devrimdir
Che, kahramanlıklarına da kaynaklık eden fikirleriyle, sosyalizmi bir gelecek ütopyası ya da yarına ilişkin mükemmel bir tasarım olmanın ötesinde mücadelenin her somut evresinde inşa edilen canlı bir geçiş süreci olarak gördü.
Che, Fidel’le Meksika’daki ilk karşılamasında, Küba’da devriminin zafere ulaşması ve savaştan sağ çıkması durumunda, kendi yoluna gitme isteğini ifade etmişti. Santiago’dan Havana’ya uzanacak devrimin son yüz metresi geçilirken de sonrasında sosyalizmin inşası için çalışırken de başka yerlerde savaşma fikri onu hiç terk etmedi.
Che’nin Küba’da resmî görevlerinden ayrılarak yeniden yollara düşmesi öncelikle Jose Marti’den miras Latin Amerika devriminin ateşini harlama fikrine dayanır.
Öte yandan, Sovyetler Birliği’nin Küba üzerindeki etkinliğine ilişkin itirazları ve reel sosyalizm eleştirilerinin Küba’nın başına dert açmasından çekinmesi de şüphesiz ki bir faktör olarak düşünülmeli. Ama bunların ötesinde Che’yi hareket geçiren asıl şey, Prag günlerinde “gri ve cansız” olarak tanımladığı ve kapitalizme geri dönüş riskleri taşıdığına işaret ettiği sosyalizmin yıldızını yeniden parlatacak, Küba’ya da ışık saçmaya devam edecek bir Latin Amerika devrimi için atak yapma zorunluluğuna ilişkin düşüncesiydi. Ona göre sosyalizm için kapitalizmin kalelerine yeni bir saldırının tam zamanıydı ve hareketsiz kalmak artık aşağı düşmek anlamına geliyordu.
Che’nin ortadan kaybolduğu 1965 yılı boyunca onun hakkında pek çok söylenti ortaya atıldı. Fidel’in onu sınır dışı ettiğine hatta öldürdüğüne varan yalanlar ortalığa atıldı. Fidel, 28 Eylül 1965’te –o tarihten tam altı ay iki gün önce kendisine teslim edilen– Che’nin son mektubunu bir miting meydanında paylaşarak bu yalanlara bir nokta koyuyordu. Che, “başka ülkeler benim mütevazı çabalarımı talep ediyor” sözleriyle yeni devrimler için yolda olacağını ilan ediyordu.
Kongo’dan Prag’a
Che, Arjantin’deki bir gerilla mücadelesinin olasılıkları üzerinde duruyordu. Ancak, koşulların henüz hazır olmadığını gördüğü Arjantin’e gitmek yerine, Fidel’in ona ilettiği Kongo’daki kurtuluş hareketinin yardım talebine yanıt vermeyi tercih etti.
Kongo’nun bağımsızlık mücadelesinin lideri Lumumba’ya yönelik suikastın ardından Belçika’nın etkinlik sağladığı ülkedeki kurtuluş mücadelesi için Che hazırdı. Fakat Kübalı bir gerilla grubuyla birlikte, Fidel’le sürekli iletişim içinde sürdürdüğü zorlu Kongo süreci başarısızlıkla sona erdi. Kongo’nun tropikal ormanlarında, aklından ve silahından çok mistik-büyülü koruyucuların kendilerini kurşunların gazabından kurtaracağını düşünen bir gerilla birliği Che için bir azaba dönüşmüştü. Kimi zaman Belçikalıların silahları altında ezilmelerinin üstesinden gelebilirdi ama “kötü ruhların ve büyücülerin etkisiyle Dawa’nın kendilerine yardım etmediğini düşünerek” ormanın derinliklerine saklanmasalardı… Che, için bu katlanılamazdı ve Kongo’ya veda zamanı anlamına geliyordu.
Che için Küba’ya geri dönüş de artık mümkün değildi. Tanzanya’daki kısa bir molanın ardından Che’nin yeni durağı Prag olacaktı.
Che, Mart 1966’da Ramon Benitez ismiyle Prag’a ayak basıyordu. Fidel, onun göze çarpmaması için bir diş hekimi ve yüz uzmanı görevlendirmişti. Onların marifetiyle, artık yirmi yaş kadar yaşlandırılmış, gözlüklü, hafifçe kel, yüzünü değiştiren protezi ve takma dişleriyle ağırbaşlı bir tüccar maskesi altında saklıydı artık Che Guevara.
Che’nin Prag günlerine ilişkin yıllar sonra “Prag Not Defteri” olarak bilinen Felsefe ve Ekonomi-Politik yazılarından söz edebiliyoruz fakat bunlar tam bir belge olarak yayınlanmadı. Belki onlarcası yazılan ve birçoğu da titiz araştırmalara dayanan biyografilerinde de Prag günleri önemli bir yer tutmuyor. Ancak, 2007’da Havana’da onun hakkında yapılacak çalışmalara destek olmak üzere Küba Temel Sanayi Bakanlığı bünyesinde kurulan Ernesto Che Guevara Kürsüsü’nün açılışında konuşan -Che’nin Sanayi Bakanlığı dönemindeki yardımcılarından- Orlanda Borrego, “Prag Not Defteri” olarak bilinen çalışmasına atıf yaparak, onun yıllar önce bu yazılarında Sovyetler Birliği’nin çöküşüne ilişkin uyarıda bulunduğunun altını çiziyordu.
Che’nin reel sosyalizme yönelik eleştirileriyle birlikte Küba’nın gelişiminin Sovyetler’e bağımlı olmasının riskinin altını çizdiği görüşleri biliniyor. Prag Not Defterleri’ne atıfla ileri sürülenler de Che’nin bu görüşleriyle paralellik taşır. O nedenle Prag Not Defterleri’ne gelmeden önce, Che’nin reel sosyalizme yönelik eleştiri ve sosyalist geçiş döneminin sorunlarına ilişkin kimi tespitlerini hatırlatmakta fayda var.
Che ve Sosyalizm Fikri
1965’teki Cezayir Söylevi’nde, “sömürgeci ve yarı sömürgeci bağlardan kurtulmak için, emperyalizme karşı politik silahlarla, ateşli silahlarla ya da her ikisiyle birlikte gerçekleştirilen savaş geri kalmışlığa ve yoksulluğa karşı savaştan ayrı tutulamaz, her ikisi de, hem varsıl hem adaletli yeni bir toplum yaratılmasına götüren aynı yolun aşamalarıdır” derken sosyalist ülkelerin emperyalizmden mustarip olan halklara kardeşçe bir yaklaşım içinde olması gerektiğini de belirtir. Bu sözleri, emperyalizme karşı mücadele eden halklarla reel sosyalist ülkeler arasındaki eşitsiz ticari ilişkilerinin güçlü bir eleştirisidir. Bu eleştirisini de daha açık olarak şöyle ifade eder: “Geri kalmış ülkelere alınteri ve sınırsız acıya mal olan hammaddeleri dünya pazarı fiyatlarıyla satmak ve şimdiden otomatikleşmiş büyük fabrikalarında üretilen makineleri dünya pazarı fiyatlarıyla satın almak nasıl olur da “karşılıklı çıkar” anlamına gelir? Eğer bu tip ilişkiyi, iki uluslar grubu arasında saptarsak, sosyalist ülkelerin bir bakıma, emperyalist sömürünün suç ortağı olduklarında anlaşmalıyız.”
Che bu konudaki düşüncelerini “Küba’da Sosyalizm ve İnsan” yazısında kapsamlı bir biçimde ortaya koyuyor. Sosyalizmin yalnızca tohumlarının bulunduğu Küba devriminde insanı temel öğe olarak işaret eden Che, “Bireyleşmiş, adı ve soyadı ile kendine özgü olan insana güveniliyordu ve kendisine emanet edilen olayın zafere ulaşması ya da fiyaskoyla bitmesi onun eylem yeteneğine bağlıydı” der.
Sosyalizmin Küba’da inşasında da yeni bir toplum ve yeni insan fikrine dayanarak, çözümü öncü ve halk arasındaki ilişkinin bir kolektif coşkuyu yaratma beceresinde arıyordu. Bunun için de “bütün yönetim ve üretim mekanizmalarında, bilinçli, bireysel ve toplu halde katılımın” değerine vurgu yaparak, “yabancılaşma zincirlerinin kırılmasının” insan olarak tam anlamıyla kendini gerçekleştirme anlamına gelen “toplumsal varlık bilincine sahip olabilmekle” mümkün olabileceğini savunuyordu. O yüzden de sosyalizmin başarısı da insanların “kaç kilo et yediğinde, bir insanın bir yıl da kaç kez kıyıya gezmeye gidebildiğinde ya da şimdiki ücretle dışarıdan gelen cicilerden ne kadar alabildiğinde” değil tam olarak, bireyin daha çok iç zenginliği ve daha çok sorumlulukla “kendisini dopdolu duyumsaması” olarak görür.
Che, kapitalizmden devralınan (meta, kârlılık, bireysel maddi çıkar) temelli mekanikleşmiş ve para ve piyasa teşvikleriyle ilerleyen sürecin çelişkileri –üstyapıda– kapitalizm lehine geliştirdiğine işaret eder. Bunun karşısına da “kitlelerin kendi kaderlerini belirleyebilmelerine” olanak tanıyacak, “üretimin hangi payının birikime ve tüketime ayrılacağından” başlayarak tüm karar süreçlerine katılacaklarına dayanan bir sosyalizm anlayışını ortaya koyar.
Che’nin Bolivya yolculuğu öncesinde sosyalist dünyaya ilişkin görüşleri bu yöndeydi. Henüz 39 yaşında hayatını kaybedecek olan Che, sosyalizme ilişkin görüşlerini daha bütünlüklü ifade etme ve geliştirme imkânına sahip olamadı. Ancak, reel sosyalizminin ölü bir kabuğa dönüşmeye başladığını görüyor, Latin Amerika devrimini yeni bir yaşam filizi olarak da düşünüyordu.
Yıldızının Düştüğü Yolda
Che sonunda kopyacı ve taklitçi bir sosyalizm yerine kendi gerçeği ve kendi diliyle sosyalizm arayışının parçası oldu. Che, kahramanlıklarına da kaynaklık eden fikirleriyle, sosyalizmi bir gelecek ütopyası ya da yarına ilişkin mükemmel bir tasarım olmanın ötesinde mücadelenin her somut evresinde inşa edilen canlı bir geçiş süreci olarak gördü.
Bugünkü alacakaranlık içinde sosyalizme ilişkin nostaljik olmayan ve kolaya kaçmayan bir arayıştan söz edilecekse o da bugünkü düzene karşı başkaldırının içinde yaratılacak yeni toplumun kendi bağlarının ve alternatiflerinin yaratılmasında bulunabilir. Tıpkı Che’nin de inandığı üzere çağımızın sosyalizmi kitlelerin mücadelesinde şekillenecek kendi gerçekliğimizin ve kendi dilimizin içinden doğacaktır.
O yüzden şimdi Che, 21.yüzyılın devrimcilerine bir kez daha “Gerçek devrim kalpleri de fetheden devrimdir” diye seslenir ve “uzağı gören çocuklar bunu bilir…”
***
PRAG DEFTERLERİ
Che’nin Prag Not Defteri tam metin olarak bilinmiyor. Abel Posse, Prag günleriyle birlikte Che’nin macerasında yanında olanlarla yaptığı söyleşileri Prag Defterleri adıyla bir romana dönüştürdü. Bu romanın gerçek ve kurgunun iç içe geçtiği -tartışmalara da açık- bir kurgu olarak görülmesi gerektiğini baştan söylemek gerekir. Che’nin düşüncesi ve iç dünyasına ilişkin sadece bir ipucu olarak okunabilecek bazı pasajları da burada paylaşıyoruz.
Prag Defterleri’nde, Che’nin meydana bakan kahvenin camın önündeki masasında not alırken, Bolivya’daki gerilla savaşı hazırlıklarını bir ağ gibi örmek üzere görüşmeler yaparken, Prag’a 20 km uzaklıktaki Ladvi’deki evinde uzun geceler boyu yazarken görüyoruz. Kongo’nun hayal kırıklığı, Prag’ın “gri ve cansız” bedeni ve Bolivya’da tutuşacak yeni bir ateşin heyecanı birbirine karışır burada. Fidel’e bir seslenişinde, “Sovyet sosyalizminin yüreği olan Prag’dan sana tekrar söylemek istiyorum, gerçeğin vakti yaklaşıyor, buna inanıyorum, burası düş kırıklığına uğramış Doğu bloku.” Bir başka konuşmasında da Sovyet sosyalizminin canlılığını kaybettiğine vurgu yaparak, şöyle der “İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar, ölü bir Rus askeri ile sağ olanı tellerle birbirine bağlıyorlardı. Ölüm daima yaşayanı mağlup ediyor. Bizim şu anda yaşadığımız da buna benzer. Yaşayan askerin neden bağları kopartıp kendini çürümekte olan cesetten kurtaramadığını bilir misiniz? Açıklaması mümkün değil, canlıyı toprağa, yok olmaya çeken çok güçlü şeytani bir etki var”.
Bir romana atıfla söylüyor kabul etsek de Che’nin de canlı hayatın yanı başında onu çürütecek bir ölüme dikkat çektiği açıktır. O güçlü şeytani -ölümün- etkisinden kurtulmak da aynı Che gibi onun varlığının farkında olmayı ve ona karşı hep uyanık olmayı zorunlu kılıyor.
***
Sönük Bir Ay ışığı Altındaki Son Veda
Che, 9 Ekim 1967’de CIA operasyonu ile sona erecek Bolivya yolculuğuna çıkmadan önce, ailesine yazdığı mektubunda, kendisini Cervantes’in ilham verici kahramanı Don Quixote’a benzetiyordu: “Bir kez daha, kamburu çıkmış Rocinante'min kaburgalarının bacaklarıma dokunuşunu hissediyorum. Gene kalkanımı omuzlayıp yolculuğa koyuluyorum..."
Bolivya dağlarındaki not defterine en son 7 Ekim tarihinde 2.000 metre yükseklikte, sönük bir ay ışığı altında olduğunu not ederken bir kuşatılmışlığın farkında olduğunu da ortaya koyuyordu. 9 Ekim’deki infazının ardından katillerinin yayınladığı “ölü Che” fotoğrafı ile onlar zaferlerini ilan ettiklerini düşünüyordu. John Berger, düşmanlarının bu tasarımının gerçekleşmesinin imkânsızlığını şöyle ifade eder, “Bu fotoğrafı düzenleyen ve onaylayanların tasarımı ancak bir şekilde gerçekleşebilirdi, o an dünyanın tüm durumunu yapay bir şekilde olduğu gibi korumakla, yaşamı durdurmakla.” Yaşamı durduramadıkları için de Che yaşamaya devam ediyor. Son olarak onu Susana Sontag’ın şu sözleriyle selamlayarak, hatırlamaya devam edelim: “Che’nin belleğimizde aşırı soyut bir simaya dönüşmesine (…) fırsat vermememiz gerekir. Böyle bir yozlaştırmada Che’nin öldürülmüş olmasının da payı vardır kuşkusuz. Ne yazık ki pek çok insana, şehit düşmüş devrimci önderin kişiliğini yüceltip düşüncelerini benimsetmek, halen yaşayan, mücadele eden, hatalar yapan ve gelişen birini bağrına basmaktan çok daha kolay gelir. (…) Oysa Che, öldüğü için Fidel’den dsaha hayran olunası biri değildir. Che’nin ilham verici güzel bir masala dönüşmesine izin vermemeliyiz. (…) Che’nin yaşamına ve ölümüne hakkını vermek ancak onun söylediklerine ve yaptıklarına bakmakla mümkün olacaktır”.