Yeni yüzyıl, yeni bir devrim
Yeni bir ülke, devrimci demokratik cumhuriyet için… Şimdi yeni bir devrim…
I
Kurtuluş Savaşı, Türkiye’nin sömürgeleştirilmesine karşı verilmiş bir ulusal bağımsızlık mücadelesiydi. 20. yüzyıl başında Osmanlı Devleti emperyalizme bağımlı hale gelmiş yarı sömürge bir niteliğe sahipti. Kapitülasyonlar ve dış borçlanmanın yarattığı bağımlılık, sanayinin emperyalistler tarafından sıfırlanarak hammadde ihracı ile sınırlandırıldığı sömürge yapısı, birinci paylaşım savaşı sonrasında doğrudan işgallerle sömürgeleştirilme doğrultusunda derinleşti. Kurtuluş Savaşı, bu parçalanma içinde saltanatın teslimiyetçi çizgisinin ve dönemin mandacı-himayeci görüşlerinin reddiyle Anadolu’da baş gösteren direnişler üzerinden yükselecek bağımsız bir kurtuluş fikrini temsil etti.
II
Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılda Tanzimat’la başlayarak I. Meşrutiyet ve sonrasında 1908’deki II. Meşrutiyet’in reformist birikimlerinin de bir devamı niteliğindeydi. Abdülhamit despotizmi ile kesintiye uğrayan Batılılaşma doğrultusundaki bu gelişme çizgisi, Kemalist devrimi de karakterize edecek olan millet egemenliği ve laiklik dönüşüm için de temel oluşturdu. 1923 devrimiyle birlikte, saltanat ve hilafetin kaldırılmasıyla başlayan, eski devletin gerici-feodal zihniyetleriyle bir mücadele içinde kendisini inşa etmeye çalıştı. Kuşkusuz ki böyle bir dönüşüm sancısız olmadı. Böyle bir tarihsel ilerleme, Kurtuluş Savaşı’nın önder kadrosunun parçalanmasına kadar varan mücadelelere sahne olacak adımlarla gerçekleşti.
Öte yandan, asker-sivil bürokrasiye dayanan bu tepeden dönüşüm toplumsal dönüşüm dinamiklerine yaslanmadığı oranda, süreç içinde gelişen gerici karşı çıkışların yol açtığı kesinti ve gerilemelere mahkûm hale geldi. Aynı zamanda tercih edilen kapitalist yol Kurtuluş Savaşı ile başlayan emperyalizmden kopuşu sınırlandırarak, 1945 sonrasındaki yeni sömürgeleştirme sürecine de olanak tanıdı.
III
Cumhuriyet’in asıl dönüşümü ise, ikinci paylaşım savaşı sonrasında Amerika’nın baş emperyalist güç olarak ortaya çıkmasının ardından yaşanmaya başladı. ABD’nin sosyalizmi kuşatma doğrultusundaki Soğuk Savaş politikaları Türkiye devlet yapısının dönüşümüne yol açtı. ABD ile ekonomik ve askeri alandaki ikili anlaşmalar, NATO’ya katılma kararıyla birlikte cumhuriyet, yeni sömürge bir yapıya doğru evrildi. Demokrat Parti iktidarının öncülük ettiği bu dönüşüm bir yandan Yeşil Kuşak projesi altında gerici güçlerin toparlanması ve gelişmesine zemin oluşturdu. Ordudan istihbarat örgütlerine ve faşist paramiliter güçlere uzanacak olan yapılar da NATO ve CIA güdümünde şekillendirildi. Emperyalizme bağımlı sermayesiyle, devlet içindeki faşist güçleri ve onların siyasal ve toplumsal alana uzanan partileri ve yapılarıyla devlet, sömürge tipi faşist bir nitelik kazandı.
IV
Bu Amerikan politikası ülkenin ilerici devrimci demokratik hareketlerini baş düşman olarak belirledi. 1960’ların ikinci yarısından itibaren gençlik hareketleri, işçi ve köylü direnişleriyle yükselen toplumsal devrimci dalga, Türkiye’nin içine girdiği bağımlılık, sömürü ve gericileşme dalgasına karşı bir isyan hareketiydi. Siyasal İslamcı ve milliyetçi faşist güçleri harekete geçirerek tertiplenen katliamlar ve suikastlar, birbirini takip eden 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri Amerikan destekli bir devlet politikası olarak hayata geçirildi. 12 Eylül, bu toplumsal aydınlanma dalgasının kırılarak siyasal İslamcı güçlerin önünün açılmasıyla bir anlamda Cumhuriyet’in de mezar kazıcısı rolünü üstleniyordu. Sağın her türlü fraksiyonunun güçlendirilmesi, özelinde de siyasal İslamın toplumsal ve siyasal alandaki etkinliğini arttırmasının bir devlet politikası olarak uygulanmaya konması asıl 12 Eylül’ün sonrasındadır.
AKP bu sürecin sonunda, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında desteklenerek iktidara taşındı. Türkiye’nin Ortadoğu’nun İslamcı bir iktidar kuşağı ile kontrol edilmesine yönelik projenin merkez üslerinden birisi olarak görülmesiyle birlikte, AKP eliyle İslamcı bir dönüşümün yolu açıldı. Bütün bu tarihsel kırılmaların da sonucu olarak bildik anlamdaki Cumhuriyet’in ölüm fermanı imzalanarak, Türkiye bir İslami faşizme dönüştürüldü.
V
Böyle bir dönüşüm kuşkusuz ki aynı zamanda muhalefetin yanlışlarıyla birlikte devletin ‘Kemalist’ yapılarının, Cumhuriyet’in parti ve hareketlerinin de bir teslimiyeti sonucunda mümkün olabildi. Emperyalizmin yeni sömürgeleştirme politikalarına ve onun parçası olan gericileşme dalgasına eklemlenerek yaşanan sağcılaşma dalgasının ulaştığı noktayı bugünkü CHP’nin halinden de görmek mümkün. Öte yandan da 12 Eylül sonrasında sol devrimci hareketlerinin dağıtılması sonrasında ideolojik alandaki liberal saldırı dalgası da böyle bir geçişte önemli bir rol oynadı. AKP’nin siyasal İslamcı faşist bir rejim inşa süreci karşısında solun bir kesimi anti-Kemalist bir hat üzerinden, bu dönüşüme destek oldu.
12 Eylül sonrasında liberal düşüncelerin ağırlık kazanmasıyla birlikte, rejime ilişkin esas itiraz noktaları Kemalist (bürokratik) merkez ve (demokratik) çevre arasındaki bir ikilik üzerinden ele alınmaya başlandı. Emperyalist-kapitalist sistemle bağları ve onun faşist devlet biçimi ile ilişkisi tümüyle kesilmiş merkeze atfedilmiş bir otoriterlik atfı ile onun dışladığı kimliklere atfedilen kendiliğinden demokratik taşıyıcılık misyonu etrafında örülmüş bir liberal yanılsama muhalefetin önemli bir bölümünün siyasal İslamcı faşizme geçiş sürecine destek olmasına yol açtı.
VI
100 yıllık tarihinin sonunda Cumhuriyet’i kurucu birikimleri ekseninde kesintisiz bir süreç olarak düşünmek mümkün değil. 1945’ler sonrasından itibaren Cumhuriyet, Amerikancı bir NATO cumhuriyeti haline gelerek, bugünkü yeni sömürge gerici bir yapıya evrildi.
Cumhuriyet’in tarihsel birikimlerine sahip çıkmak bu nedenle, yalnızca bugünkü tek adam rejiminin dönüşümü ile sınırlı görülemez. Dışlanan kimliklere atfedilen demokratikleşme yanılsaması da eskiye dönüş etrafındaki parlamenter sistem eksenli bakış açıları da bugünkü mücadelenin temel kodları olamaz.
21.yüzyılda kapitalizm de faşist akımların yarattığı karanlıkla ayakta duran yıkıcı bir canavar olarak rol oynuyor. Burjuvazinin ilerici barutunu tüketmesi üzerinden geçen uzun yıllar sonrasında geriye dinler ve etnisiteler etrafındaki çatışmalar ve savaşlarla örülmüş bir barbarlık kaldı. Ezilen, emekçi halkı birbirine kırdırarak, insanlığı ve yaşamı topyekun yok oluşa sürükleyerek ilerleyen çağın ters yüz edilmesi sosyalist SOL inisiyatiflerin yükselmesiyle mümkün olabilecekse, ülkemiz için de durum farklı değil.
Yeniden kuruluş çizgisi emperyalist bağımlılık ilişkisi ve ona bağlı şekillenmiş sömürü yapısıyla, anti-demokratik baskı aygıtları ve kökleşmiş olan gericilikle ideolojik-politik düzeyde hesaplaşacak devrimci demokratik bir cumhuriyet olabilir.
VII
Böyle bir devrimci dönüşümün taşıyıcısı ise devlet içindeki kimi odaklardan ya da sağa teslim olmuş burjuva siyasal yapıların önderliğinden beklenemez. Tepeden bir devrim olarak kaldığı sürece emperyalizme bağımlı faşist devlet eliyle çürütülmüş olan cumhuriyetin yeniden kurulması, tüm yoksul emekçi halkın ve ezilenlerin aşağıdan mücadelesinin eseri olabilir.
Böylesi büyük ilerici, devrimci dinamiklere de sahibiz. Cumhuriyet’in birikimleri devlet içinde tasfiye edilmiş olsa da toplumsal alanda bir direniş unsuru olarak varlığını sürdürüyor. Kadınların, gençlerin özgürlük ve hak mücadeleleri, işçilerin ve köylülerin yükselen sosyal talepleri yeni bir cumhuriyet fikrinin yegane kurucu zemini ve gücü olarak düşünülmelidir. Ancak, bu büyük ilerici birikimler siyasal önderlik yoksunluğunda somut bir siyasi güce dönüşmekten de uzaktır. Bunun başarılması, Cumhuriyet’in bağımsızlıkçı ve laik eksenleriyle birlikte onu ileri taşıyacak eşitlikçi, özgürlükçü ve barış yanlısı bir siyasallaşmanın yolunun açılması, liberal ve milliyetçi yanılsamaları da kırarak gelişecek solun ideolojik etkinliğine bağlı olacaktır.
Eğer Cumhuriyet şimdi mezar kazıcılarının timsah gözyaşlarıyla andığı nostaljik bir cümlenin ya da kan emici patronların reklam filmlerinden fazla bir şey olacaksa bu ancak solun önderliğindeki toplumsal bir mücadele ile mümkün olabilecek. İşgale karşı Anadolu’nun dört bir yanında örgütlenmiş direniş birimlerinde olduğu gibi… 70’ler boyunca en ücra köylerden fabrikalara, üniversitelerden gecekondulara kadar halkın kendi hakları için örgütlendiği gibi… Bir daha örgütlenerek, gençlerin hakları için birleşerek ayağa kalktıkları gibi, her yerde ayağa kalkarak kurulacak yeni bir ülke, devrimci demokratik cumhuriyet için… Şimdi yeni bir devrim…