Sırf mülteciler ülkelerine gelmesinler diye tenkit ettikleri iktidara açık çek veren çıkarcı garp ile memleketin sosyolojik dokusunu, ekonomik göstergelerini değiştiririm diye gözü parlayan kurnaz şark...

Aklıma gelen şeyler...

* Mazlumlar ve mağdurlar yıkmaları gereken gücün kudretinin altında kaldığında birbirine yönelir. Mutsuz, pesimist, saldırgan ve kendi gibi olana daha bir acımasız olur. 1000 TL maaş alan kişi ona 1000 TL vereni sorgulamak yerine 1050 TL alan biri varsa onunla boğuşma eğiliminde olur. Kendisini işsiz bırakana değil işini alana kızar. Kendisinin asli unsur ve haklı, kendi benzerininse yabancı ve haksız olduğuna kendini inandırır. Buna inanmasa eğer, kudretliye saldırması gerektiğini bilir. Bunun da ne kadar meşakkatli ve riskli olduğunu iliklerine kadar hisseder ama bu halini kendine dahi itiraf edemeyebilir.

* Suriye gibi bir ülke ve orada yaşayanlar kendi kendine bu hale düşmedi. Düne kadar emperyalizmle görünüşte bir sorun sergilemeyen rejimler, 2000’ler sonrası geliştirilen projede ılımlı İslam konseptine uymayıp yeterince piyasacı bulunmayınca oyun dışı bırakıldı. Müslüman Kardeşler-AKP-Suudi ve Körfez eksenli bir Amerikancı İslamcı piyasacı blok tüm eski rejimlerin üzerine çökertildi. Bu da “demokrasi getirme/götürme” maskesiyle yapıldı. Muhalifler olarak nitelenen İslamcı çeteler ülkelerde bir mezhepsel iç savaş başlattı. Onların hamiliğine de AKP soyundu. Yeni konseptin taşeronluğunu yaparak hem bölgesel ticari/diplomatik ilişkileri kontrol edecek hem de yeni taşeronluk görevinde olmazsa olmaz bir hale geleceklerdi. Mısır’da, Tunus’ta İslamcı şımarıklık halkın tepkisi ile karşılaştı. Suriye’deki “muhalif” İslamcı çeteler, Batı’yı da uzun vadede tehdit edecek türden fraksiyonları kendi içlerinden yarattı. Batı’nın bu projesinin vahşi yürütücüleri tartışmaya açıldı. Türkiye’de de Gezi direnişi patladı. Bunları unutmayalım, hatırlayalım... Suriye’yi parçalayan, iç savaşı çıkarıp kontrolsüzleştiren, Irak’ı mezhepler arası savaşın beşiği haline getiren emperyalizm ve onların taşeronu hükümetimizdir. Hesap sorulacak olanlar da mağdurlar değil bu politikanın sorumlularıdır. Hesap sormaya gücümüz yetmiyorsa, gözümüz yemiyorsa yani, bunu itiraf edelim. Balçıkla sıvayacağız diye ellerimizi kirletmeyelim.

* Mülteciler üzerinden oy hesabı yapanlar, ucuz emek üzerinden büyüme düşleyenler “batının ahlaksızlığı”nı almışlar. Sırf mülteciler ülkelerine gelmesinler diye tenkit ettikleri iktidara açık çek veren çıkarcı garp ile memleketin sosyolojik dokusunu, ekonomik göstergelerini değiştiririm diye gözü parlayan kurnaz şark... En ufak bir insaniyet duygusu yok. Bu ülkede insana değer verenler varsa devrimcilerdir. Yoksul mülteci çocukların yaşam hakkını savunanlar da kurulan tezgahı iktidarın yüzüne vuranlar da onlar olacaktır.

* İyi de tam bu beklentideyken bayram boyunca muhaliflerimizin sosyal medyada birbirine girişini izledim. Bir süre sonra da kaçırdım, takip edemedim. Eski defterler açıldı, kapandı, ifşalar yapıldı, kurumlardan ayrılanlar eski kurumuna çattı, kalanlar gidenlere saydı... Bayram boyunca başka gündem bulunamadı. Çünkü muhalefet gündemsiz bırakıldı! Uzun adam, kısa adam, şişman adam kimse bir şey yumurtlamadı. Sosyal medyada bir laflarını bulup, onlara yanıt üretmek suretiyle like alacağımız gündemimiz kalmadı. “Kötüsünüz, gerçekten kötüsünüz, çok kötüsünüz”... diye bitirebileceğimiz tweetler olmadı. “Kötüsünüz” derken kendi takipçi listemizi mi kastediyoruz yoksa karşı tarafı mı? Karşı taraf bizi okumadığına ya da listemizde “karşı”dan kimse olmadığına göre kime diyoruz? Üstelik kastettiklerimiz yaptığının kötü olduğuna inanıyor mu? “Suriyeliler defolsun” diyen kişi kendi topraklarının ve çocuklarının geleceğini düşündüğünü zannediyor. Oysa aynı güçlerin kendi ülkesini de benzer bir parçalanmaya götüreceğini ve bir iç savaş yılgını olabileceğini bilmiyor. “Teröristler ölsün, perişan olsun” diyen kişi bu fikrin doğal ve memleketi için güzel olduğunu düşünüyor. Beğenmediği bir iktidar tarafından kendisinin de bir gün “terörist” ilan edilebileceğini düşünmüyor.

* Dünyadaki tüm küçük zalimler yaptıklarının zorbalık değil de birer zorunluluk olduğunu düşünür. Tam da bu yüzden onların sabit fikirlerini “vicdan” söylemiyle değiştiremezsin. Küçük zalimler, büyük zalimlerin onlara verdiği yetkiye dayanarak, bizleri şahitlerin huzurunda çapulcu-eşkıya ilan eder. Bizim gibiler de iyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, hain filan olmadığını inatla tekrar eder.

* Gezi direnişi sonrası herkesin safına döndüğünü görüyorum. Savruklar savrulmaya devam etti, siyasi kabuğundan kafasını azıcık uzatanlar kaplumbağa gibi geri gitti. Mevcudiyetimizi yegane dağıtacak olan şey bir isyanın aşağıdan gelen dalgasıydı. Birbirimizi farkettiğimiz yegane günlerdi... Şimdi de... Mevcut siyasal düzeneği sarsacak, aritmetiği bozacak bir faktör devreye girmeli. O da milliyetçi, devletçi, dinci ya da etnikçi yapıların dışında yıkıcı, kurucu ve birleştirici bir sol kuvvet... Yıllarını kamuoyu araştırmalarına ve sandık sonuçları analizine vermiş bir kişinin “artık seçimlerin adil olduğuna inanmıyorum” demecindeki trajikomikliktir yaşadığımız. Seçimlerden bir şey de olabilir belki ama bu mevcut halle değil. 100 kanaldan 97’si onlarda... YSK onlarda, polis onlarda, hakim-savcı onlarda... CHP istediği popülizmi yapsın artıracağı oy yüzde 1.7, HDP’nin keza... Bu aritmetiği sarsacak olan şey mevcut siyasi düzenekten radikal bir kopuştur. AKP yoluna taş döşeyenleri, kullanılıp çöpe atılınca da birden bire cephe kurası gelenleri demiyorum ama... Emeğin ve özgürlüğün aşağıdan yukarıya direnişçi bir örgütlenmesidir kastettiğim. Meclis saray odası olduysa kendi meclislerimizi kurarız diyen cürettir.

* Cüret demişken cüretkar gazeteme Ensar haberlerinden dolayı 300’e yakın dava açılmış iyi mi... Bir de muhalif gibi trollerle uğraşmak var tabii... Her pazar gündem yokluğunda BirGün gazetesi üzerinden bir gümbürtüdür kopardı bir ara... “Ne etmiş la bu BirGün size” diyesiye yeni bir tatava... Sizlerin haklarını savunmak dışında ne yapmış BirGün? Kalıplarınıza, tekke dayanışmanıza, alışkanlıklarınıza, statükonuza uymadığı için mi düşmansınız? Hangi haberinizi yapmamış BirGün? Hangi hak kavgasında yanınızda olmamış? Ya benimsin ya kara toprağın kafasından ne zaman kurtulacağız?

* Mutsuzluk akıyor her yanımızdan... İnsanlar bunca mutsuzluğa ve her baktığından, biribirinden bile negatiflik devşiren insanlara neden yanaşsın? Umutsuzluk anlık kazanç sağlar. Uzun vadede kitleler umutsuzlardan ve hedefsizlerden kaçarlar. En çok gülen yüzlü fotoğrafların en neşeli yazıların 2013 Haziran’ında ortaya çıktığına inanırım. Şimdiyse onlarca sinirli blog yazısı var. Tık alsın diye yazılmış, sadece kelimelerin yerleri değiştirilmiş “eleştiri” yazıları.... İçinden geliştiren, olumlulukları görüp onun üzerine giden, zaafları törpüleyen anlayışlar geleceği kurabilir. Aksi, içten içe çürüme anlamına gelir.

* Boynunda ipli gözlük olan, kısa kollu cepli tişört giyen insanların iyi insanlar olduğuna, sırtına attığı kazağının kollarını önden bağlayan güneş gözlüklü insanların kibirli olduğuna dair garip bir ön yargım var. Ama bu tuhaf önyargılarımı toplumsallaştırmam, siyasallaştırmam, ajite etmem. Buradan totalleştirip “like” peşine düşersem bu başka bir şey olur. “Siz sahillerde dondurmalarınızla filanca yaparken filancalar falan filan...” gibi yazılar var. Yıl boyunca çalışıp, 3 kuruş maaşını biriktirip yazın bir hafta tatile giden emekçiyi “beyaz, ırkçı, bilinçsiz, sosyetik” gibi kategorize ederek bir şey kazanamayız gibime geliyor.

* Ramazan boyunca insanların yaşamını adeta cehenneme çevirdiler. Canımızın yandığı her yer artık direniş yeri, her yer mevzi. Geri adım attıkça yok olacağız. Buradan kastım postmodern bir “iktidar her yerde direniş de” merkezsizliği değil. Yobaz fikirler merkezde örgütlenip, merkezin itmesinden güç alıyor çünkü. Kastım bizim de merkezimizi oluşturacak direnişlerin sokak sokak, mahalle mahalle mevziler şeklinde örgütlenmesi. Bu bazen merkezi siyasetin iradesiyle olabilir bazen kendiliğinden bir direnişle. Bu ikisi birbirine karşıt değildir. Meclislerle, forumlarla yaşam hakkına, geleceğine sahip çıkanlar ve o meclislerin oluşturduğu bir büyük birleşik hareket... Yıkıcı olan, hayatı ve siyaset algısını alt üst eden, eklektik değil hareketin içinden gelişen bir Haziran... Yaşamımızı çakalların insafına bırakmayan, geleceğine sahip çıkan...

* 9 günlük bayram tatilinde aklıma gelenler bunlardı. Bu arada siz tatil yaparken gazeteciler çalışıyor. BirGün Pazar yenilendi filan… Sürekli uğraşıyoruz bir şeyler daha katalım belki seversiniz diye… Sitemizi yeniledik, video haber ve yorumlar yapıyoruz. Üye oldunuz, destek oldunuz, hakkını verelim istiyoruz. Bilmem anlatabiliyor muyuz? Ama bayram gazetesini kapatan ve bizi bu sıcakta çalıştıran medya tekelleri düzenine de lanet olsun. Yandaş medya da aynı laik gözüken tekelci medya da… Çünkü zenginler için bayram gazetesi de gündem olmaz, laiklik de gündem olmaz, çalışma saatleri de… Güvenlikli sitelerinde ve güvenlikli hayatlarında hiçbir riskle karşılaşmazlar. Mağazanın patronu villasında içkisini içerken, bir dal cigara yüzünden yumruk yiyen mağazanın asgari ücretli çalışanı olur. Hayatın hızından da hoşnutsuz olmazlar. Dikkat edin, zenginlerin konuşmaları uzun, yavaş ve tek düze ses tonundadır. Yoksulların ki ise kısa cümlelerle, farklı tonlarda ve hızlı hızlıdır. Aslında zenginin parası değil hovardaca kullandığı dakikalar züğürdün çenesini yorar. Mutluluk paradan değil, parayla satın alınan zamandandır. Ve elbette bir gün… Zaman direnen züğürtlerin olacaktır.

aklima-gelen-seyler-158111-1.