Biz BirGün’ün hikâyesinde sahneye girip çıkan birer karakteriz sadece. Kahraman BirGün gazetesidir ve “destanımızda yalnız onun maceraları vardır.” Hatasıyla, sevabıyla 20 yıl...

İşte ‘bizim’ hikâyemiz…

BirGün 2004 yılında kurulurken 22 yaşında bir üniversite öğrencisiydim. 14 Nisan’da, “patronsuz gazete” sloganıyla ilk sayı çıktığında, tanıtım için Beyazıt ve Taksim’de ücretsiz dağıtıma katılmış, arkadaşlarla birlikte halkla gazeteyi buluşturmuştuk. O gün yoldan geçen bir kişinin, “patronsuz bu gazete” diye yanındaki arkadaşına söylediğini, o kişinin de “patronsuz gazete tutmaz, batar” dediğini duymuştum.   

Patronsuz bir gazete kurmak, onu tüm zor günlerde büyük fedakârlıklarla ayakta tutmak, emekçiler evlerine gidecek para bulamadığında masalarda sabahlamak... Bu değerler, bu emek, ne kadar fark edildi bilemiyorum. Çünkü çağımızda insanlar basın kuruluşlarını sadece bir haber alma aracı olarak görmüyor, bir “ürün” olarak görüyor. O yüzden ilk etapta “ürün”ün patronlu mu patronsuz mu olduğuna değil “ürün”ün kendisine bakıyor. Hatta arkasında güçlü bir patron yoksa o medyanın iyi olmayacağını, tutmayıp batacağını da düşünüyor. “Ürün”ün arkasındaki gücün tartışmaya açılması belli bir toplumsal bilinç seviyesi ile mümkün. O düzeye gelmek de epey zaman aldı. 

2005 yılında uluslararası bir ekonomi dergisinde gazeteciliğe başladım. Muhabirlikten editörlüğe, sonrasında baş editörlüğe 2 yıl içinde geçebildim. Ama haberlerin sosyalist görüşlerime uymaması nedeniyle 2007 yılında, Karaköy’de büyük zorluklarla ayakta kalmaya çalışan BirGün’e geçmeyi düşündüm. Bir toplantı sonrası otogarda, İbrahim abiye (Aydın), istifa etsem beni işe alıp alamayacaklarını sordum. Bir sosyalist genç gazeteci açısından böyle bir imkânın varlığı bile çok önemliymiş şimdi daha iyi anlıyorum. Düşündüğüm gibi yazdım, inandığım gibi yaşadım. Bu fırsatı bana BirGün verdi… 

Vermediği şeyler de oldu tabii, maaş gibi! Şaka bir yana, Türkiye’de bağımsız gazeteler kolektif bir iradenin büyük çabasıyla ayakta kalabildi. Çalışanlar da bu iradenin bir parçasıydı çünkü artı değere el koyan bir patron yoktu. Etrafta çırpınan yöneticiler, sürekli bağış toplayan okurlar, destekçiler vardı. Bizim de çalışanlar olarak bir hayalimiz vardı; BirGün tanınacak, okurla buluşacak, destek artacak ve durum düzelecekti. Bu elbette ki bir çırpıda olabilecek bir şey değildi. 

2007-2012 arasında BirGün sadece maddi olanaksızlıklarla boğuşmadı. Aynı zamanda, daha sonra arkasında FETÖ denen organizasyonun olduğunu da göreceğimiz, Hükümet destekli sağ liberal saldırının hedeflerinden biri oldu. Aslında istedikleri şey, devleti ele geçirirken soldan bir eleştiri görmemekti. Abant toplantılarıyla peşine kattıkları liberaller gibi, sosyalist çevreleri de katmak istiyorlardı. Çok direnirsen de operasyon kapıdaydı! O haftalarda sabaha karşı her tıkırtıda geldiler diye uyandığımızı hatırlarım. Çünkü Gülen birisine dair yazıyorsa, iktidar bunu emir telakki ediyor, başına bir şey mutlaka geliyordu. Hatta beklemekten sıkıldığım bir gün, kendisine Twitter’da “başımıza çorabı şimdi mi örersiniz, sonra mı” diye yazmıştım. Gazetemizin yöneticileri ve çalışanları dik durdu, okurlarımız bize sahip çıktı. Zaten bizimle uğraşmaya karar verdiklerini duyduğumuz günlerde “MİT krizi” denen şey patladı, sonra “dershane krizi” ve bize bulaşamadan birbirlerine girdiler.  

Marcos, “Zapatistalar geleceğe hitap eder. Sözlerimizin bugüne uymadığını fakat tamamlanmamış bir bulmacayı tamamlamak üzere sarf edildiğini söylemek istiyorum” der. Bizler o günlerde bir avuç inanmış insan, Mecidiyeköy’de iki katlı bahçeli bir binada, üstelik alt katta başka bir yayınevi kiracı olarak duruyorken, sıkış tepiş bir şekilde o gazeteyi çıkararak, geleceğe ne bıraktığımızı tam bilemiyorduk. Etki yaratmamız gerektiğini hissediyor ama nasıl yapacağımızı bilemiyorduk. Yine de BirGün ekibi büyük bir özveri gösterdi ve gazeteyi daha etkili hale getirmeye çalıştı. O dönemde, giderek iktidar tarafından ele geçirilen “ana akım” medyayı bırakmak zorunda kalan arkadaşlarımız da aramıza katıldı. Onlardan da öğrendik, geliştik. Ancak Marcos’unki gibi sözlerimiz geleceğe dairmiş ve o gelecek Haziran 2013 imiş. 

AKP 2010 sonrasında, “devlet benim, halk arkamda, istediğimi yaparım” şımarıklığıyla 2013’e kadar yoğun bir gerici dönüşüm ve baskı dönemi başlattı. Taksim Gezi Parkı’na, içinde AVM de olan Topçu Kışlası binası yapma fikrine karşı barışçıl tepkilerin gaza boğulması ise sıkışan tepkilerin patlamasına yol açtı. Bu sosyal patlamayı gösteren basın kuruluşu bir avuçtu! Gezi günlerinde sevimli penguenlerden kaçıp muhalif medyaya akan binlerce yurttaş “patronsuz medya” bilincine sahip oldu. Barry Sanders, “Bilincin (consciousness) Latince kökü (con-sciere) ‘başka biriyle birlikte bilgi sahibi olmak’ anlamına geliyor. Böylece bilinç toplu yaşama ait bir şey oluyor” derken biraz da bunu kastetmiş olmalı. Gezi direnişi ile birlikte muhalefet yapma biçimi, muhalefetin birbirini anlama biçimi değişirken, “muhalif” bir gazete olarak BirGün’ün, o dili ve o talepleri algılayamaması fiyasko olurdu. 

O günler BirGün’ün günleriydi çünkü savunduğu değerlerin, düşlediği hayallerin sokakla buluşmasıydı. Beklediği, beklemekle yetinmeyip iğneyle kuyu kazarak mücadele ettiğiydi. Gezi ve BirGün ilişkisi, 2004’ten beri direterek, ısrar ederek, rotasını düzgün tutmaya çalışarak yüzdürülmeye çalışılan bir kayığın hikâyesidir... “Gezi’nin rüzgârıyla yelkenlerini doldurmak” önemlidir. O yüzden BirGün bir öykü ise eğer, o öykünün içindekiler soyut tarihsel figürler değil, sizler ve “sizin çocuklarınız”dır. 

2013’ten itibaren, iktidar tek adam rejimini kurumsallaştırmaya çalışırken, medyayı da dizayn etmeye devam etti. Ülkenin bir yarısı ise bu gidişata direnme eğilimiyle, bağımsız alanlara, sosyal medyaya, dijitale yöneldi. BirGün bu direncin sesi olma kararlılığı ile kendisini yenilemeye, dijital alanda güçlenmeye, abonelik yapısını çevrimiçi olarak büyütmeye gayret etti. Ana akım denen şey ortadan kalktıkça, oralarda çalışan demokrat, namuslu gazeteciler için bir çalışma olanağı, bir alternatif ortaya çıktı. Yine olanakları daha kısıtlıydı ama geçmişe göre çok daha düzenliydi. 

2016 yılından itibaren romanlarım çıktıkça, zihnen gazetecilikten uzaklaştığımı fark ettim. 2018 yılı itibariyle de gazetecilik faaliyetimi sonlandırdım, memleketime döndüm ama BirGün’le ilişkimi hiçbir zaman bitirmedim. Sanki 2004 yılına dönerek, sokakta BirGün dağıtan çocuğun “emekli” versiyonuna dönüşmeye başladım. Yine sokak satışları, okur toplantıları, abone buluşmaları, dijital üye kampanyaları… 2023 itibariyle de uzaktan BirGün Pazar Gazetesi’ne destek…   

Bizler BirGün’ün hikâyesinde sahneye girip çıkan birer karakteriz sadece. Kahraman BirGün’dür ve “destanımızda yalnız onun maceraları vardır.” Hatasıyla sevabıyla 20 yıl… Binlerce dijital üye ile iktidar aygıtlarından bağımsız bir ekonomik yapı, sözünü eğip bükmeyen yazarlar, Ensar skandalı gibi, bombacıların yerlerinin bulunması gibi nice habere imza atmış muhabirler, her biri onlarca yıl hapis cezasını sırtında taşıyan yöneticiler... Tüm dayatmaların içinde her gün yenilenmeye ve birlikte öğrenmeye açık bir gazete sonrasında da büyük bir dijital medya... Kimsenin dayatmasıyla değil, kendi ilkeleriyle hesap veren bir şeffaflık... Kalıpları aşan, hayatın renklerini yansıtan yepyeni bir dil... Bu hikâyenin yazıcılarından, yitirdiğimiz İbrahim Çeşmecioğlu’nu, Reha Mağden’i, Hrant Dink’i, Ahmet Tulgar’ı saygıyla anıyorum. Birlikte çalıştığımız tüm arkadaşlarıma sevgilerimi sunuyorum. Bu gün, canla başla yaşatan, büyüten tüm çalışanlara da ülkem ve mesleğim adına teşekkür ediyorum.