Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas, yeni çıkan İlk Sayfası adlı kitapta yirmi beş önemli yazarla yazma alışkanlıklarını, edebiyata dair düşüncelerini konuşmuş. Biz de bu iki değerli isimle söyleşme fırsatı bulduk.

Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas: Bir yazar, yılmadan yazdıkça yolunu çizer

Geçtiğimiz günlerde Can Yayınlarından bir kitap çıktı. Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas isimlerini görünce büyük bir ilgi uyandı bende de. Ne de olsa Bıçkın ve Ağlak kitabından ziyadesiyle etkilenmiş kişileriz. Kitabı açtığımda bir edebiyatçı ve Edebiyat Atölyesi diye dergi çıkarmış biri olarak tam isabet buldum çünkü kitabın adeta bir yazı atölyesi kitabı olduğunu fark ettim.

Kitapta, arka sayfasında yazdığı gibi, “Yirmi beş önemli yazar, yazma tarzlarını, alışkanlıklarını, takıntılarını, yeni projelerini, edebiyata ilişkin düşüncelerini, dünyaya, insanlığa dair endişe ve umutlarını büyük bir cömertlikle” paylaşmış. Bu yirmi beş kişi arasında Zülfü Livaneli’den Latife Tekin’e, Murat Menteş’ten Hakan Günday’a, Buket Uzuner’den Ercan Kesal’a kimler var kimler… Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas ile yeni kitapları İlk Sayfası’nı konuştuk. 

Çok önemli yazarların seslendirilmiş kitaplarından bir ilk sayfa seçmesini istemişsiniz. Sonrasında da o ilk sayfa üstüne sohbete başlıyorsunuz. Tabii laf lafı açıyor ve adeta bir yazı atölyesine dönüşüyor. Bu fikir nasıl doğdu?

Can: Bu soruyla çok karşılaşıyoruz ve her seferinde aynı gerçekle yüzleşiyoruz. Acı bir gerçek de değil kesinlikle. Podcastin formatı dışındaki fikirler hep arkadaşlarımızdan çıktı. Sağ olsunlar. Podcast yapma fikri, kayıtları kitaba dönüştürme fikri başkalarından geldi.

Mirgün: Podcast yapmamız için öneri, hiç aklımızda yokken Storytel’den geldi, Berk İmamoğlu’ndan. Sesli söyleşileri kitaba dönüştürme fikri de Can Yayınları’ndan Cem Akaş’a ait. Bizim için açılmış boşlukları doldurmuş gibi olduk. Podcast için bir format bulmamız gerekiyordu yalnızca. Bir sesli kitap platformu için hazırlanan podcastte iki şeyi birleştirmemiz gerektiğini düşündük. Edebiyat ve ses. O zaman eserlerden bölümler seslendirip üzerine sohbet edelim dedik.

Can: O bölümleri nasıl seçeceğimiz sorusunu da ilk cümlenin ve ilk sayfanın önemine ilişkin yaygın kanaatten aldık. İlk sayfaları seslendirip, üzerine yazarlarla sohbet edelim dedik. Önce ilk sayfayı, sonra eserin bütününü, sonra yazarların tüm edebiyat serüvenlerini.

Kitapları birlikte mi seçtiniz yazarlar mı belirledi? Kimisinde tercih size bırakılmış, örneğin Livaneli’de… Süreç nasıl ilerledi?

Mirgün: Bize bırakanlar da oldu ama çoğunlukla yazarlar seçti. Bizim tercihimiz de o yöndeydi zaten. Yönlendirici konumda olmaktansa edebiyatçıların yönlendirmesine uymak kendimizi daha rahat hissetmemizi sağlayan bir şey.

Can: Davet ettiğimiz yazarların hepsinin kitaplarını okumuşluğumuz vardı önceden ama itiraf etmek lazım ki, her yazarın tüm eserlerini okumuş değildik. Bazen okumuş olduğumuz kitapları seçtiler bazen okumamış olduklarımızı. Önceden okuduklarımızı bile yine baştan sona okuduk kayıtlar öncesinde.

Mirgün: Kazançlarımızdan biri, belki en önemlisi bu oldu. Çok güzel kitaplar okuduk.

Yayına hazırlayan olarak bir Mevsim Yenice gibi başarılı bir yazarla çalışmak nasıl hissettirdi, kitaba ne kattı? 

Mirgün: Mevsim’i yayınevi önerdi. Çok yerinde bir öneri olduğunu kitabın hazırlık sürecinde gördük. Sesli yayımlanmak üzere yapılmış söyleşileri kitaba dönüştürmek kolay iş değil. Uzaktan bakınca, metne dönüştürülmüş seslerin bir kısmının atılması ya da kısaltılması gibi görünebilir ama kesinlikle öyle değil.

Can: Bu söyleşileri doğrudan kitap halinde yayımlanması için yapmış olsaydık birçok şey farklı olurdu. Podcast kayıtlarını kitaba dönüştürmenin dezavantajları da var çünkü. Mevsim bunların üstesinden geldi. Bizim tarafımızdan bakınca böyle. Biz çok memnun kaldık ama…

Mirgün: Biz çok memnun kaldık ama bir de Mevsim’den dinlemek lazım. 

Can: Kitabın yayın aşamasındaki editörlüğünü de yine iyi bir edebiyatçı, Mustafa Çevikdoğan yaptı. O da bir şanstı. Böyle konuştukça konuştukça iyice hazıra konmuşluk duygusuna kapılıyorum. İşlerimiz fazlasıyla rast gitmiş.

Kitabın adı İlk Sayfası… Sizin de önsözde belirttiğiniz gibi ilk satır, ilk cümle her zaman tartışılır. Hatta bazen yazmaya yeni başlayanlar için bir takıntı haline gelebilir. İlk cümlem güzel olmadı düşüncesiyle yazamayanlar bile var. Başlangıç bu kadar önemli midir?

Mirgün: Biz de bunun cevabını aradık söyleşilerde. Her yazar için aynı önemde olmadığını gördük. Önemini bütünüyle inkâr eden de yok tabii. Bu soruyu okur kimliğimizle kendimize sorup cevap aramamız daha doğru belki. Benim için önemli ama çok da belirleyici değil. Yani kitabı açtım, ilk cümleyi çok çarpıcı bulmadım ve okumaktan vazgeçtim gibi deneyimler yaşamıyorum. Tersi olunca, evet, kitaba giriş için iyi bir izlenim ama o da tam belirleyici değil.

Can: Eğer zorunlu olarak değil keyif için okuyorsanız, özellikle edebî eserler için söylüyorum, bu kitap beni saracak dediğiniz an çok güzel bir andır. Öyle bakınca ilk cümle, ilk sayfa önemli tabii. Ama bir güzel başlangıç cümlesi ya da sayfasıyla kitaba bağlanmak da olmuyor. İlk cümlesini bir türlü beğenmediği için gerisini yazamayanlar olduğunu söylüyorsunuz. Yazar ilk cümlesine bayılmış ve gerisini koyvermiş izlenimi uyandıran kitaplarla da karşılaşıyoruz. Edebiyat editörlüğü geçmişim de olduğu için, ilk cümle tedirginliği yaşayan yazar adaylarına en azından takıntı haline getirmemelerini söyleyebilirim.

Celil Oker çok önemli bir polisiye yazarıydı ve Gençler İçin Hikâye Anlatıcılığı Kılavuzu, belki de Campbell’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nu yani kurguyu en iyi açıklayan kitaptır. Bu kitabı Celil Hoca’ya atfederken sizin düşünceniz neydi?

Mirgün: Düşünceden çok duygu aslında. Celil Oker’i zevkle dinlediğimiz bir söyleşi kaydettik, sonra vedalaştık. Kitabın girişinde de yazdığımız üzere, tekrar görüşebilmeyi umduk ama fazla vaktimiz olmadığını biliyorduk. Hastalığının çok ileri aşamasında olduğu belliydi. Kısa süre sonra da kaybettik.

Can: O gün kederlenmiştik arkasından. Benim hem yazar olarak hem insan olarak çok sevdiğim biriydi. Üstelik, sizin de sorunuzda sözünü ettiğiniz kitap, bizim podcastte yapmaya çalıştığımızı yıllar önce çok işlevsel şekilde kâğıda dökmüş bir kitaptı. Bizimkine bir nevi yazı atölyesi dedik, onunki Celil Abi’nin analitik işleyen beyninin ışığında tam bir yazı atölyesiydi. Onun için diyebilirim ki, biz ithaf etmedik, kitap kendini doğrudan Celil Abi’ye ithaf etti.

Pek çok kişinin yazmaya heveslendiği bir dönemden geçiyoruz. Okurun ve okuma eyleminin bu denli azaldığı, sosyal medyanın zamanımızı ele geçirdiği bir dönemde bu kitap çıkarma hevesi nereden geliyor? 

Can: Öncelikle bunun iyi bir şey olduğu konusunda anlaşalım bence. Sosyal medya saldırganlığıyla popüler olmaya, Tiktok videosuyla fenomen olup para vurmaya niyetlenenlerin yanında emek verip kitap yazan insanlara saygı duymak lazım. Konuyu dağıtmayayım ama şu son iki yılın pahalılığına kadar kitap satışları pek de kötü değildi bildiğim kadarıyla. Hatta genel bir izlenimle, şöyle bir çevreye bakınca, okuyan insan sayısıyla kitap satış sayısı da tam uyumlu gibi gelmiyor bazen. Az sayıda insan çok sayıda kitap okuyor galiba.

Mirgün: Anlatacak hikâyesi olduğunu düşünen epey insan var sanırım. Can’ın demin söylediği dijital mecralardaki sert ortamda kendini ifade edemeyeceğini düşünüp yazıya sığınanlar olabilir. Mutlu olmak için yazanlar var, edebiyatın şöhret ve para getirebileceği umuduyla yazanlar var.

Can: Aslında bizim size sormamız lazım bu soruyu. Çevrenizde birçok genç yazar ve yazar adayları var. Genel ortamı da daha yakından takip ediyorsunuz. Sizce neden? 

Biraz “onaylanma” isteği de var günümüzde sanırım. Kitabı olmak bu onay arzusunu tatmin eden bir şey olabilir. Yoksa okumaya talep düşerken bu denli kitap çıkarma hevesinin tezat oluşturduğu bir gerçek. Yine de iyi hikâye anlatıcıları çıkıyor aradan, edebiyatla ilgili olanlardan... Röportajlarda okuduğumuz yazarların engin bir edebiyat bilgisi ve görgüsü olduğunu hissediyoruz. Şu sıralarda ise kitabın kalınlığı bile bir kaçış nedeni… Bu görgü olmadan yazmak nasıl mümkün olabilir?

Can: Bu öteden beri kafamın karışık olduğu bir konudur. Doğal anlatıcılık yeteneği olan bir insanın, çoğu insanın diyeyim, fazla okumuşluğu olmadan iyi bir ilk kitap yazabileceğini ama ikincisinin gelmeyeceğini düşünürüm. Yani çok okumadan olmaza yakınım. Görgü kelimesine yaptığınız vurgu önemli. Hayat tecrübesi, uzun zamana yayılan düşünmüş taşınmışlık… Bunlar önemli. Fakat bir yandan da 18. yüzyıldan 19. yüzyıldan kalma klasik romanları düşünüyorum. Evet, insanın insana hikâye anlatması insanlık tarihi kadar eski ama roman o kadar yeni ve az denenmiş bir form ki, o klasikleri yazanlar kaç roman okuyarak yazmış olabilirler? Jane Austen’ı düşünün, taşradaki kır evinde yaşayan Bronte kardeşleri düşünün.

Mirgün: Evet, çok net karşılığı olabilecek bir soru değil ama o bilgi, görgü ve okumuşluk farkını yazarlarda görebiliyoruz. Kendi adıma öyle bir farkı görebiliyorum en azından. İlk Sayfası da vesilelerden biri oldu; yazarlarla yüz yüze kurduğunuz ilişkinin izlenimleriyle kitaplarını birlikte değerlendirince bir uyum ve örtüşme olduğunu görebiliyorsunuz. İstisna yok mu derseniz, var derim. O da ayrı…

Kitaptan şu ruh haliyle çıkıyoruz ki, “herkesin yazma deneyimi farklı.” Ancak bazı ortak noktaların da olduğunu düşünüyorum. Çok okumak, çok yazmak gibi… Sizce yazar adaylarına fikir verebilecek ortak deneyimler nelerdi?
Can: Sizin söylediklerinizin dışında ortak nokta var mı, bilemedim. Çok okumak, çok yazmak, emek vermek, özen göstermek… Onun dışında her yazarın kendine ait ve genellemelere kapalı bir dünyası var yazma konusunda. Gececiden gündüzcüye, sonunu bilerek başlayandan sonunu merak ederek başlayana…

Mirgün: Yazının başına oturmak ve bunu yılmadan, sürekli yapmak herhalde... Hiçbir yazar, “Ben karar verdim, böyle bir yöntem izleyeceğim” diye ilk günden kendi yazı alışkanlığını oluşturmuyor. O yazma yöntemi, pratiğin içinde şekilleniyor. Yılmadan yaptıkça yolunuzu çiziyorsunuz, kendinizi tanıyorsunuz ve bir podcaste konuk olduğunuzda bunu başkalarıyla paylaşabiliyorsunuz.