Eğitimde daha bilimsel bir müfredat, sorgulayıcı düşünceye dayanma, çağdaş standartlar isteyen bir ebeveynin, çocuğu için yapması gereken şey, özel okul pazarında “gel abi, gel abla” diyen pazarlamacıların birine kendisini kaptırmak oluyor. “Montessori”, “Atatürkçü nesil”, “mutlu ve doğa içinde”, “beşikten dil eğitimi” gibi sloganlarla köpürtülen sektörde, bunlardan birine tutulan aileler, zorlansa da kesenin ağzını açmak zorunda hissediyor.

Laikliğe erişmek de parayla: Montessori? No, I am sorry!

Çok mu şey istiyor insanlar? Biraz medeni bir ortamda, geçinebilecek bir maaşla, kültür-sanata ulaşarak, insanca tatil yaparak, gelecek kaygısı olmadan geçirebilecekleri bir ömür… Kapitalizmde bunlar da bir şey ifade etmeyecek ama bununla yetinebilecek geniş bir kesim var. Zira bu kesimin bile taleplerini karşılayamayacak ekonomik ve siyasal bir sistem var. Çağdaş ölçülerde yaşamak isteyen toplumun önüne “gettolaşma” seçeneği sunulmuş. Belli bölgelerde ya da alanlarda izin verilen medeniyet; farklı alanlarda devlet eliyle uygulanmış ve aşağıda da kanıksanmış ve hatta örgütlenmiş yasaklarla, baskılarla karşılaşıyor. 

Örneğin eğitimde daha bilimsel bir müfredat, sorgulayıcı düşünceye dayanma, çağdaş standartlar isteyen bir ebeveynin, çocuğu için yapması gereken şey, özel okul pazarında “gel abi, gel abla” diyen pazarlamacıların birine kendisini kaptırmak oluyor.

“Montessori”, “Atatürkçü nesil”, “mutlu ve doğa içinde”, “beşikten dil eğitimi” gibi sloganlarla köpürtülen sektörde, bunlardan birine tutulan aileler, zorlansa da kesenin ağzını açmak zorunda hissediyor. Müşterilerinin bu kaygısını fark eden özel teşebbüsler de, sanki ülkenin aydınlanma neferleriymişler gibi bir tavır takınarak, en çağdaş eğitimin kendilerinde olduğunu pazarlayıp, dinsel baskılardan korkanların sarılacağı adresi oluyor. Kamusal eğitim içinde öğretmen-veli örgütlenmesi zayıflarken, genç öğretmenlerin sömürüldüğü özel okullar ise “veliyi korkut, parayı al” mekanizması oluşturuyor. Üstelik fahiş fiyatlarla… 

Sadece eğitimde de değil, başka alanlarda da benzer bir durum var. Çünkü dinsel kuralların çağa uygun şekilde yorumlanmasını isteyen, yani dinsel inancı olsa da onun özündeki iyilik, doğruluk, hak yememe, paylaşma gibi öğeleri kendisine ilke edinen çok geniş bir nüfus var bu ülkede. “Seküler kesim” diye de kodlanan, aslında ülkenin tüm bölgelerinde kendi halinde yaşayan toplum, dinsel kuralları giyim kuşamda, yemede, içmede katı uygulamayıp, doğruluğu esas alan insanlardan oluşuyor. Ayrıca dinin bir mezhebinin kurallarını kabul etmeyen farklı mezheplere mensup geniş bir toplam var. Bunlara inanmayanları, farklı dine inanan kişileri de ekleyebiliriz. Tüm bu kesimler için de, kendi hayatlarını kurgulamak için “paralı” olmaları gerekiyor. Modern semtlere yığılma nedeniyle artan kira fiyatlarını karşılamaları gerekiyor. Ya da bir Ege kasabasında yaşayabilecek maddi birikime, uzaktan çalışma şansına sahip olmaları gerekiyor. Bir emekçi çocuğunun kültür-sanat alanına erişebilmesi, arkadaşlarıyla vakit geçirebilmesi, eğlenmesi, kitaba ulaşması ve ona ayırabilecek vakti olması artık mümkün değil. “Laik yaşam” denen, olması gereken, her şey bir maddi bedele bağlanmış durumda. O yüzden laiklik artık ona erişebilen (teknesinde, lüks sitesinde, yurtdışında, özel okulda) orta-üst gelir grubunun değil alt-orta sınıfların ve emeğiyle geçinenlerin sorunu ve talebi olmuştur. 

Tarikat-cemaat bağlantılarıyla okumak, AKP’ye üye olmak, bu ilişkilerle kendisine toplumda yer bulmak dışında şans tanınmayan çocukların, tüm bunları reddederek çağdaş bir yaşama sahip olma çabasını küçümseyenler var. Uzun yıllar boyunca bu düşüncedeki insanların, kimi teorik tartışmaların sonucunda böyle bir yanlışa düştüklerini düşündüm. Laikliği bir burjuva siyasal devrimi neticesi olarak gördüklerinden ve bu talebi belli bir gelir seviyesinin talebi olarak gördüklerinden, ya da liberal paradigmalarından dolayı böyle düşündüklerini zannettim. Metinlerinde böyle şeyler yazıyorlardı çünkü. Ama bu saatten sonra onların da “tuzu kuru kesimin” mensupları oldukları için böyle söylediklerini düşünürüm. Onlara değmeyen saldırıların, acısını hissetmemeleri çok doğal. “Anadolu kaplanı” patronların, tarikat-cemaat ilişkilerini kullanarak işçilerle arasındaki sınıfsal ayrımı nasıl örttüklerini görmemeleri çok normal. Bir emekli öğretmen çocuğunun, bir Alevi çocuğunun, çalışarak okuyan bir gencin derdini küçümseyenlerin derdi nedir ki? 

Siyasal olarak da şunu unutmayalım. Yıllardan beri dinsel, mezhepsel söylemler sınıf mücadelesinin üstünü örtüp zengin patronla yoksul bir emekçiyi aynı “dinsel dava” uğruna birleştirdi, işçi sınıfını böldü. Dinsel baskı; yalıda oturana, Dubai’de içene, parayı Türkiye’de vurup filanca yerde gezene dokunmadı. Anadolu’da mezhepçi baskılara uymak istemeyen köylülere, farklı dinsel, mezhepsel topluluklara, bir maaşla geçinen ama kitap okuyan, tiyatroya giden emekliye; hem çalışıp hem okuyan, kendini geliştirmek isteyen öğrenciye, çağdaş bir yaşam isteyen işsiz gence dokundu. Ayrıca tarikat-cemaat ilişkileri ekonomik rant birliğini de beraberinde getirdi, yolsuzluğun üzerini örttü. Ortak bir rant pastasının kırıntısını ve çileğini yiyenler paydaş oldu. 

Buraya nereden mi geldik? Çocuğu olan çiftlerin en sık duyduğu sözcüklerden birisidir Montessori… İtalya’nın ilk kadın doktoru, pedagog Maria Montessori tarafından geliştirilen, “her bir çocuğun bireyselliğine azami ölçüde özen gösteren” bir eğitim metodu bu. Çocuğun bireysel becerilerine ve ilgi alanlarına, bireysel öğrenme hızına ve karakter özelliklerine dikkat ediliyor. Bunun için küçük sınıflar, doğayla uyumlu kompleksler, bu konuda yetkin denebilecek en azından sabırlı eğitimciler gerekiyor. Bunun için de mümkünse ayda 300-500 bin TL para gerekiyor. Belki daha bile fazlası vardır da o kadarını bilmiyorum. Sadece Montessori de değil. Dil öğrettiğini söyleyen, gerici müfredatın dışına çıkabildiğini iddia eden, bilimsel ve sorgulayıcı olduğunu salık veren okullar var ki onlar da benzer paralar talep ediyor. Paranız yoksa ve yakında iyi bir devlet okulu varsa Montessori pazarına, “No i am sorry” diyebiliyorsunuz. Peki semtinizde İmam Hatip dışında bir seçenek yoksa? O parayı bayılmakla, örgütlenip ayılmak arasında kalıyorsunuz. İkincisi evla…