Uzmanlar, şu anda koronavirüs salgınının dördüncü dalgasını tüm şiddetiyle yaşayan Almanya’nın gerekli önlemler alınmadığı takdirde önümüzdeki ay içinde beşinci dalgayla karşı karşıya kalacağı uyarısı yapıyor. Bu, önümüzdeki yılın ilk aylarında binlerce ölüm vakası anlamına geliyor. Bunların büyük bir bölümünü de normal koşullarda tedavisi mümkün olanlar hastalar oluşturabilir.

Haftalardır yükselen vaka sayıları, en önemlisi de hastanelerdeki yoğun bakım kapasitelerinin neredeyse yüzde 90’ının dolmuş olması, salgınla mücadele açısından ciddi bir başarısızlık göstergesi. Robert Koch Enstitüsü’nün 25 Kasım tarihli verilerine göre Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirinlerin sayısı 100 bin sınırını aştı (toplam 100.119). Günlük vaka sayısı 76 bine, haftalık insidans oranı da 440’yi buldu.

Her gün adım adım sertleştirilen pandemi önlemlerine rağmen, dördüncü dalgayı kırmak mümkün olmuyor. Aslında süresi sona eren, ancak yeni hükümetin kuruluşuna kadar Federal Başbakanlık görevini sürdüren Angela Merkel’in “sokağa çıkma yasağı” getirilmesini istediği, ancak yeni hükümeti oluşturacak partilerin buna karşı olduğu ileri sürülüyor. Aşı olmayanlara para cezası, hasta olduklarında tedavi masraflarının sigorta tarafından üstlenmemesi ve hatta hastanelerde sıkışıklık halinde tedavi için beklemeye alınmaları gibi öneriler, aşılılarla aşısızlar arasındaki cepheleşmenin giderek daha da keskinleştiğini gösteriyor.

Salgının ilk aylarından büyük sorunlar yaşayan İspanya, Portekiz ve İtalya, şimdilerde virüsle mücadeleyi başarmış gibi görünürken, her açıdan onlardan fazla olanaklara sahip Almanya’nın içine düştüğü bu durumun nedeni ortada.

Tüm çabalara rağmen aşı yaptıranların oranı, tüm toplumun yüzde 70’ini (67,7) bulamıyor. İspanya yüzde 81, İtalya yüzde 75 ve Portekiz yüzde 87'yi bulan aşılama oranına tamamen gönüllülük temelinde erişerek virüsün yayılma şiddetini bastırırken, Almanya’da rakamların böylesine düşük olması, bir yıl önce kesinlikle reddedilen ‘zorunlu aşı’ konusunu tekrar gündeme getirdi.

Salgın süresince tüm yetkililerce defalarca tekrarlanan “Aşı, asla zorunlu olamayacak” açıklamasının artık bir hükmü kalmadı.

Uzun süredir sağlık, eğitim ve öğrenim kurumları başta olmak üzere hizmet sektörünün bir bölümünde çalışan profesyonellere aşının zorunlu olması önerileri gündeme geliyordu. Ancak başta Federal Başbakan Merkel olmak üzere sorumlular, bu öneriyi reddediyordu.

Bütün bunlar geçmişte kaldı.

Artık sadece belli meslekler için değil, tüm toplum için aşının zorunlu olması tartışılıyor.

Biri Yeşiller, diğeri merkez sağdan iki güçlü eyalet başbakanı Winfried Kretschmann (Baden Württemberg) ve Markus Söder (Bavyera) Almanya’nın en etkin gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung’da (FAZ) yayınlanan ortak makalelerinde bunu savundular.

Daha önce zorunlu aşıya karşı olan Kretschemann ve Söder, “Zorunlu aşı özgürlükleri korur!” başlıklı makalelerinde “Eğer zorunlu aşı uygulamasından kaçınırsak, halkın küçük bir kesiminin aşıyı reddetme özgürlüğünden yararlanması nedeniyle, her geçen gün daha ağır bir bedel ödeyeceğiz” diyerek, salgınla mücadele için alınacak önlemlerin toplumu ağır bir kutuplaşmaya sürükleyeceği uyarısında bulundular.

Başta Federal Sağlık Bakanı Jens Spahn ve gelecek koalisyon hükümetinin ortaklarından Liberal Parti (FDP) buna karşı çıkıyor. Ancak gerek yoğun bakım servislerine ilişkin istatistikler, gerekse RKI (Robert Koch Enstitüsü) gibi salgınla mücadelenin en yetkin kurumlarının uyarıları karşısında bu itirazlar zamanla yumuşayabilir. Nitekim daha önce zorunlu aşıya kesin olarak karşı çıkan bazı sosyal demokratların da mesajları bu doğrultuda. Federal Sağlık Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan “aşı zorunlu olmayacak” açıklamasının çıkarılmış olması da bu gelişmenin bir sonucu. Bu arada Alman ordusunun da önceki gün zorunlu aşı uygulamasına geçtiği açıklandı.

Önceki gün haftalar süren koalisyon pazarlıklarının sonuçlarını açıklayan müstakbel Federal Başbakan Olaf Scholz da aşı zorunluluğunun gerekli olabileceğine dair mesajlar verdi.

Zorunlu aşının anayasa ya da yasalara aykırı olacağına dair itirazlar da artık eskisi gibi güçlü değil. Konuyla ilgili tartışmalarda anayasanın hükümete vatandaşların yaşamlarını koruyabilmek için böyle yetki tanıdığına dair hukuki değerlendirmeler öne çıkıyor.

Öte yandan önceki günden itibaren tüm ülkede uygulanmasına başlatılan önlemler de toplumun önemli bir kesimi için kısmen zorunlu aşı anlamına geliyor. Bu önlemlerin ön önemlisi işyerlerinde ‘3G’ kuralının yürürlüğe sokulması. Buna göre aşılarını tam olarak yaptırmış olanlar, virüse yakalanmış ve atlatmış olanlar ya da her gün negatif test sonucu alanlar işyerlerinde çalışabilecekler. Evlerde yapılan hızlı testler kabul edilmeyecek. Test merkezlerinde, muayenehanelerde, eczanelerde ya da işyerlerinde yapılan test sonuçları kabul edilecek. İşverenler çalışanların bu koşullara uygun olduğunu gün be gün kontrol edecek. Bu kuralların ihlali durumunda hem işverenler, hem de çalışanlar için ağır para cezaları devreye girecek. Bu uygulama tüm kapalı alanlarda geçerli olacak yani Almanya’daki çalışan nüfusun büyük bir bölümü önümüzdeki dönemde ‘3G’ kapsamına girecek.

Çalışan kesimin büyük çoğunluğunun her gün test yaptırmaktansa aşı olmayı tercih edeceği tahmin ediliyor.

Böylece aşı olanların oranı belki de tüm topluma yönelik bir zorunluluk getirilmeden yükselip, kitle bağışıklığı hedefine biraz daha yaklaşılabilir.

Tabii bütün bu gelişmelere rağmen toplumun bir kesimi aşıya karşı direnişini, daha da militanlaşarak sürdürüyor.

Yaklaşık bir yıldır gerçekleştirilen çok sayıda araştırmaların, özellikle yapılan toplam 7,6 milyar doz aşının sonuçlarına bakıldığında, aşının etkili olduğu ve çok ağır yan etkilerinin de olmadığı defalarca kanıtlanmış olmasına rağmen.

Bu arada hekimler ve bilim insanları, aşı olmayanların sayısının yüksek olması, virüsün delta varyantının hızla yayılması ve aşının etkisinin zamanla azalması nedeniyle güçlendirici üçüncü dozun yaygınlaştırılmasının zirve yapan dördüncü dalganın geriletilmesi için zorunlu olduğu belirtiliyorlar.

Bir de aşıyla değil, aşıyı bulanlarla ilgili haber...

Bu yılki nobel tıp ödülünün koranavirüsüne karşı ilk aşıyı geliştiren Doç. Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’e verilmemesi bir hayalkırıklığı yaratmıştı. Ancak bunun çok da önemi yok. Daha önceki yıllarda da özellikle kanser tedavisiyle ilgili araştırmaları nedeniyle çeşitli ödüller onların olmuştu, ancak Covid-19’a karşı geliştirdikleri yeni aşı nedeniyle bu yıl neredeyse her ay yeni bir ödül, bir fahri doktora aldılar. Hatta geçtiğimiz ay da Selanik’e kadar gidip, Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu’nun elinden ülkenin önemli ödüllerinden „İmparatoriçe Theophano" ödülünü de almışlardı. Halen birçok kurumun onlara ödül verebilmek için sıraya girmiş olduğu biliniyor. Türkiye’den çeşitli resmi ve özel kurumlar, üniversiteler de bunlar arasında. Bunlardan biri de Aydın Doğan Vakfı. Haziran ayında yapılan açıklamada bu yılki Aydın Doğan Vakfı Ödülü‘nün Türeci ve Şahin’e verileceği açıklanmış, törenin ne zaman yapılacağının ise daha sonra belli olacağı belirtilmişti. Edindiğimiz bilgiye göre Türeci ve Şahin’in bu ödülü Türkiye’de değil, Almanya’da gerçekleştirilecek bir törenle alacaklar. Korona önlemleri dolayısıyla, sınırlı sayıda misafirin ve gazetecinin katılacağı tören 30 Kasım’da Mainz’da olacak.