Almanya’da geleneksel Paskalya barış yürüyüşleri devam ediyor. Pazartesi gününe kadar 100’ün üzerinde kent ve kasabada gerçekleştirilecek yürüyüşlerle ilgili ortak çağrı metininin altıda önceki yıllardakinden çok daha fazla sayıda birey ve örgüt imzası görülüyor. Ancak bu durumun ne ölçüde sokağa yansıyacağı konusunda bir tahminde bulunmak çok zor. Bir dönemler yüz binlerce kişinin “dünyada barış” ve “silahsızlanma” özlemiyle sokağa döküldüğü bu yürüyüşlere katılım son yıllarda zaten azalıyordu. Ukrayna ve Gazze gibi halen devam eden savaş ve çatışmalarla ilgili tartışmaların neden olduğu bölünmeler nedeniyle büyük bir dağınıklık yaşayan, kan kaybeden barış hareketinin “silahlanmaya son verilmesi” ve “samimi barış girişimlerine öncelik verilmesi” gibi taleplerinin halk arasında ne ölçüde karşılık bulacağını esas olarak pazartesi günü Frankfurt, Hamburg, Dortmund ve Nürnberg gibi metropollerde gerçekleştirilecek son yürüyüşlerde göreceğiz.

Kimden gelirse gelsin ateşkes, barış, diplomasi çağrılarının itibarsızlaştırıldığı ya da görmezden gelindiği bu süreçte, inatla barış için halkı sokaklara çağıran çok sayıda örgüt ve girişimin faaliyetlerini koordine eden “Barış Kooperatifi”nin bazı gazetelerde yayımlanan ortak çağrısının, iki dünya savaşında büyük rolü olan Almanya için tarihi bir önemi var.

“Küresel silahlanma harcamaları eşi benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaştı! Bu işler böyle devam edemez!” denilen bildiride, son dönemlerdeki tartışmaları belirleyen “savaş ve militarizasyon mantığından köklü bir değişim gerektiği” vurgulanıyor. Kısa bir süre önce Almanya’nın “savaşa yetenekli” konuma gelmesini savunan Savunma Bakanı’na yanıt verilerek, ülkenin “barışa yetenekli” hale getirilmesi çağrısı yapılıyor.

Ve Alman hükümeti başta Ukrayna’da, Gazze’de ve dünyanın diğer çatışmalı, savaşlı bölgelerinde diplomasi ve karşılıklı görüşmelerle silahların susturulduğu çözüm süreçleri için çaba göstermeye davet ediliyor.

Silahlanma için harcanan paraların eğitime, sosyal yardımlara, emeklilere, çevre korumaya ve diğer sivil alanlara yönlendirilmesini talep ediliyor.

∗∗∗

“Nükleer güçler arasındaki gerilim nedeniyle nükleer savaş tehlikesi göz ardı edilemez” denilen bildiride, Alman hükümetinin “nükleer silahların tamamen yasaklanması” için devreye girmesi, Almanya’nın buradaki Amerikan nükleer silahlarıyla ilgili yükümlülüklerinin sonlandırılması (bu yükümlülük, bombaların depolanması ve savaş anında kullanılması için Alman  savaş uçakları ve personelinin de görevlendirilmesini gerektiriyor) isteniyor, bunun için de Almanya’daki Amerikan atom bombalarının geri çekilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Ortak bildirinin son bölümü şöyle:

“Paskalya'da hep birlikte hem barış, silahsızlanma ve uluslararası karşılıklı anlayış, hem de nefret ve kışkırtıcılığa karşı bir birlikte mesaj veriyoruz. Bizim yol gösterici ilkemiz ‘Savaş, bir daha asla!. Faşizm, bir daha asla!’dır ve hep öyle kalacaktır!

Afganistan, Etiyopya, Irak, İsrail, Filistin, Kongo, Yemen, Myanmar, Sudan, Suriye ve Ukrayna gibi ülkelerdeki savaş ve çatışmalardan etkilenen tüm insanlarla dayanışmamızı göstermek için yürüyoruz.”

∗∗∗

Öte yandan Ukrayna’ya uzun menzilli Taurus füzeleri ya da asker gönderme taleplerine, “bunun Almanya’nın savaşa direkt katılması” anlamına geleceği için kesinlikle karşı çıkan Başbakan Scholz’a yönelik tepkiler artıyor. “Merkez sağ” ana muhalefetin yanı sıra, başında olduğu koalisyon hükümetindeki üç partiden ikisini de zaten karşısına almış olan Scholz, son olarak bir darbe de medyada “sosyal demokrat” oldukları ileri sürülen tarihçilerden aldı. “Almanya’da yaşayan en önemli tarihçi” olarak lanse edilen, ancak son yıllarda sık sık sağcı tezlerle kamuoyunun gündemine gelen bir profesörün (August Winkler) başını çektiği bu tarihçilerin Scholz’un partisi SPD’nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) sadece şimdiki değil, Soğuk Savaş dönemindeki doğu politikalarını da hedef alan ortak açıklamaları, ana akım medyada ve kamu yayın organlarında sanki parti içi bir tartışmaymış gibi haberleştirildi.

Ancak Scholz’un füzelerle ilgili kararını “ölümcül bir hata” olarak gören, partinin önde gelen isimlerinden Rolf Mützenich’in “savaşı dondurma” çağrısını “saldırgandan yana olmak” olarak suçlayan bu eleştirilerin elbette parti içinde de karşılığı var. Örneğin son yıllarda “uluslararası ilişkiler” alanında partinin önde gelen isimleri arasında yer alan, son olarak da Federal Meclis Dış Politika Komisyonu Başkanlığı’nı yürüten Michael Roth’un siyaseti bırakma kararının, Ukrayna konusundaki tartışmalarla bağlantılı bir “protesto” olduğu ileri sürülüyor. Roth, Ukrayna konusunda uzun süredir kendi partisinin değil, Yeşiller ve liberallerin tezlerini destekleyen çıkışlarıyla dikkat çekiyordu. Gelişmeler partinin sağ kanadından başka isimlerin de Scholz’un bu tartışmada yalnız bırakacaklarını gösteriyor.

Uluslararası camiada da hızla yalnızlaşıyor.

Karşısındakiler sadece kendisini dünya gündemine boks torbasını kızgın bir vaziyette yumruklarken gösteren kaslı fotoğraflarını getirmeye çalışan “Rocy Macron” gibi komik figürlerden oluşmuyor, çok güçlü ve etkililer.

Scholz’un “ülkeyi savaşa sokmamak” konusundaki uyarılarının ciddiye alınmaması, sadece Almanya’nın değil, tüm insanlığın önemli bir eşikte olduğunu gösteriyor.

Bakalım şimdi ülkenin dört bir yerinde sokaklara dökülen Alman barış hareketi bu konudaki gelişmeleri etkileyebilecek bir güç gösterebilecek mi?