Almanya’da sağcıların ülkeyi göçmenlerden arındırma konusundaki fantezileriyle ilgili planları görüştükleri gizli bir toplantının ortaya çıkarılmasının ardından, ülkenin dört bir yerinde demokrasiden ve insan haklarından yana yüz binlerce insanın katıldığı protesto eylemleri gerçekleştirilmişti.

Bu fantezilerin merkezindeki en önemli örgütlü gücü yani aşırı sağcı parti AfD’yi (Almanya için Alternatif) ve bu partiyle işbirliği içinde olanları ya da gelecekte işbirliğine hazırlananları korkutan, gerileten bu kitlesel dinamik, “savaş ve silahlanma” konusunda da siyasi gündemi etkileyebilirdi.

Ama bu olmadı. Sokaklara dökülerek ülkedeki çok kültürlü yaşamı savunan ve faşizme karşı çıkan yüz binlerce demokrat insanın çok büyük bir bölümü geçtiğimiz hafta boyunca ülkenin 100 kent ve kasabasında gerçekleştirilen geleneksel Paskalya barış yürüyüşlerine ve mitinglerine ilgi göstermedi. Bir dönemler Almanya’da barış ve silahsızlanma talebiyle yüz binlerce kişiyi sokaklara dökebilen barış hareketinin bu yılki eylemlerine katılım çok düşük oldu. Berlin ve Frankfurt gibi büyük metropollerdeki eylemlere sadece birkaç bin kişi katıldı, birçok kent ve kasabadaki eylemlere ise katılanların sayısı ise parmakla sayılabilecek kadar azdı. Frankfurt’taki eylemlere katılanların yaş ortalamasının da 50’nin üstünde olduğu söyleyebiliriz. Diğer kentlerdeki eylemlere ilişkin görüntüler de bu gözlemi doğruluyor. Yani barış hareketi sadece katılan kişi ve örgütlerin azalması nedeniyle değil, yaşlanma nedeniyle de güç kaybediyor.

Tüm sol, sosyalist, komünist parti ve örgütleri içine alan, başta IG Metall olmak üzere dünyanın en büyük sendikalarından kiliselere çok geniş bir yelpazenin aktif olarak desteklediği, sosyal demokrat ve yeşillerin de kitlesel olarak katıldığı barış yürüyüşleri artık geçmişte kaldı.

Bu durum Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının hemen ardından Almanya’yı milyarlarca avroluk silahlanma sürecine sokan sosyal demokrat-yeşil-liberal koalisyon hükümetinin daha sonra gündeme getirdiği “Önümüzdeki yıllarda biz de Rusya’nın saldırısına uğrayabilir, fiilen bir savaşın tarafı olabiliriz. Buna hazırlıklı olmalıyız” tartışmasının etkili olduğunu gösteriyor.

SAVAŞLAR BÖLDÜ

Ama asıl sorun hem Ukrayna hem de Gazze’deki savaş ve yıkıma ilişkin tavır konusunda barış hareketini felç eden bölünme. Aslında bu durum yeni değil. Geçmişte Çekoslovakya ve Yugoslavya krizlerinin ardından yaşanan tartışmalar da, 1960’tan beri her yıl Paskalya tatili günlerinde sokaklarda kendisini gösteren barış cephesi içinde ciddi erozyonlara yol açmıştı. Ancak yine de barış hareketi uzun dönem insanlığın ulusal ve uluslararası krizlere savaş yoluyla değil, karşılıklı görüşmeler ve uzlaşmalar yoluyla çözüm bulunması yolundaki çağrılarını, hükümetlerin gündemine de taşıyabilecek güçteydi.

Hareketi felç eden tartışmayı daha iyi anlayabilmek için başından beri hareketin içinde yer alan, ancak son yıllardaki tartışmalar nedeniyle uzaklaşan bir eski “barışçıyla” halen inatla sokaklara çıkan bir “barışçının” değerlendirmelerine bir göz atalım.

Söz önce “eski barışçıda”:

“Örgütlü pasifizm ortak çizgisini kaybetti. Eğer pasifizm günümüz sorunlarına çözümler sunabilseydi ben de pasifist olarak kalırdım. Ancak geleneksel pasifizm gerçeklere gözünü kapatıyor. Savaşın ‘dondurulması’ ya da Putin’in onayladığı bir barış durumunda Ukrayna’da, Avrupa’da neler olacağını görmüyor. Bu pasifizm 7 Ekim’de olanlara da gözünü kapatıyor ve sadece Gazze’deki Filistinlilerin acısını dikkate alıyor. İsrailli sivillere yönelik cinayet ve tecavüzleri görmezden geliyor. Sadece bir tarafı tutan pasifizm inandırıcı olamıyor. Ukraynalıların teslim olmasını talep etmek, sadece İsrail’i eleştirmek böyle bir tarafgirlik. Bu barış hareketini zayıflatıyor ve öldürüyor.”

SİLAHLAR SUSSUN

Halen inatla “silahların susturulması” talebiyle yürüyen barışçıların görüşleri de özetle şöyle:

“Rusya’nın bundan sonra Baltık ülkelerine, Polonya’ya ve sonunda da Almanya’ya saldıracağı ileri sürülüyor. ‘Ukrayna’ya desteği kesmek ya da uzlaşmaya çağırmak, Putin’i bir sonraki savaşa cesaretlendirmek anlamına gelir’ deniyor. Putin’in büyük Rusya hayalleri gören bir aşırı milliyetçi olduğu ve Rus oligarşisinin emperyalist çıkarlarını temsil ettiği doğru. Ukrayna halkının Rusya’dan ayrılma hakkını kabul etmediği de. Ancak bu durum Rusya’nın tüm Ukrayna’yı ele geçirmek istediği anlamına gelmiyor. Bunun için şimdikine ek olarak yüz binlerce Rus askerinin daha cepheye sürülmesi gerekir. Ayrıca Rusya’nın bir NATO ülkesine saldırması ittifakla savaşa girmesine neden olur. 32 NATO ülkesinin ekonomik ve askeri potansiyeli Rusya’nınkinden çok daha büyük. Rusya bu durumu görmüyor mu? Gelişmeler soğukkanlı bir biçimde değerlendirildiğinde bunun mümkün olmadığı görülüyor. Ancak şu an egemen olan askeri mantık, savaşın daha da yaygınlaşmasını ve uzamasını, sonunda Almanya’nın da fiilen devreye girmesini öngörüyor. Bunun için de toplumun ve ekonominin savaşa hazır hale getirilmesi gerekiyor. Bu süreç Almanya’da halkın yaşam standartlarını büyük ölçüde geriletecek. Hamas’ın 7 Ekim’deki cinayetlerini tabii ki biliyoruz. Ancak İsrail’in sorumlu olduğu 40 bin insanın yaşamını yitirdiği, 2 milyon insanın yaşadıkları yerlerden sürüldüğü bu insanlık dışı saldırıya karşı çıkmak gerekiyor. Hem Ukrayna’ya, hem de İsrail’e daha fazla askeri desteğin bir çözüm getirmeyeceği ortada.”

Yani Alman barış hareketi, karşı tarafın iddia ettiği gibi “Putin yanlısı” ya da “İsrail’in varlığına karşı” değil.

Ancak artık sesini duyuramıyor.

Bu yıl 75 yaşını kutlayan askeri ittifak NATO, tarihinin en güçlü döneminde. Sadece askeri açıdan değil, moral açıdan da. Bunun bir nedeni de Almanya’daki barış hareketinin etkisini yitirmiş olması.