Federal Almanya Cumhuriyeti pazartesi günü tarihinin en trajik olaylarından biri olan Münih Olimpiyat Eylemi’ni (5 Eylül 1972) ve Filistinlilerin gerçekleştirdiği bu saldırıda yaşamını yitiren İsralli sporcuları bir devlet töreniyle anacak.

Ölen sporcuların ailelerinin yıllardır talep ettiği tazminatlar konusundaki pazarlıklar sonunda uzlaşmayla sonuçlanabildiği için iki ülkenin cumhurbaşkanlarının bizzat katılacağı bu anma törenlerinin 50 yıl önceki kurtarma operasyonu gibi fiyaskoya dönüşmesi önlendi. Çünkü aileler Almanya’nın talep ettikleri tazminatı ödememesi halinde anma törenlerini boykot edeceklerini açıklamışlardı.

***


Almanya’ya nefes aldıran anlaşmaya olayda yaşamını yitiren 11 sporcunun ailelerine toplam 28 milyon euro tazminat ödenecek. Bu ailelerin talep ettiği miktarın altında. Bu konuyla ilgili görüşmelerde belirli bir rakam dile getirmeyen ailelerin Lockerbie saldırısındaki kurbanlara verilen tazminatı emsal aldıkları ileri sürülüyordu. 1988’deki bombalanan ve İskoçya’nın Lockerbie kasabasına düşen uçakta yaşamını yitirenlerin ailelerine kişi başına 10 milyon dolar tazminat ödenmişti. İsrailli aileler adına Alman hükümetiyle pazarlığı yürüten avukatlar üç hafta önce başlayan pazarlıklar sonucu tarafların toplam 28 milyon euro tazminat ödenmesi konusunda görüş birliğine vardıklarını açıkladılar.

Cumhurbaşkanları Frank-Walter Steinmeier ve Isaac Herzog’un anlaşmanın ardından yayımlanan ortak açıklamasında, “Bu anlaşma bütün yaraları iyileştiremez. Ancak taraflara bir kapı açıyor. Bu anlaşmayla Alman devleti sorumluluğunu üstleniyor, öldürülenlerin ve ailelerinin çektiği büyük acıyı tanımış oluyor” denilerek, hafta başındaki anma töreninin sorunsuz geçeceğinin işaretleri veriliyor.

Bu anlaşmayla haftalardır süren tartışmalar kısmen sona erdi, ancak geride ağır bir enkaz bıraktı. Bir taraftan öldürülenlerin yakınları haketmediklerinden fazla tazminat talep ettikleri iddiasıyla sosyal medyada yoğun hakaretlerin hedefi oluyordu. Tabii bu saldırıların büyük bölümünün anti-semitik içerikli olduğunu da belirtmek gerekiyor. Diğer taraftan da son zamanlarda gün ışığına çıkan bulgulara göre kurtarma operasyonunun fiyaskoyla sonuçlanmasında büyük suçu olan Almanya, kendi sorumluluğun sonuçlarını üstlenmekten kaçınmakla suçlanıyordu. “Pazarlık” olarak tanımlanan görüşmelerin anlaşmayla sonuçlanmasına rağmen bu tartışmalar devam ediyor.

***

Taraflar arasında varılan tazminat konusundaki uzlaşmanın yanı sıra anlaşmanın bir diğer önemli sonucu büyük bir bölümü gizli tutulan tüm dosyaların da değerlendirilmesiyle olayın tam olarak aydınlatılması için engellerin kaldırılması oldu. Böylece Almanya’nın olaylar sırasındaki sorumluğu, Alman polisinin hataları, eksiklikleri ve yetersizliği, gerekli tedbirler alınmış olsaydı olayın önlenip, önlenemeyeceği ya da daha az can kaybının mümkün olup, olmadığı gibi konularda 50 yıldır süren spekülasyonların bir bölümüne yanıt bulunabilecek.

***

Peki ne olmuştu 50 yıl önce Münih’te?

Şu ana kadar bilinenlere göre şöyle:

Münih’te gerçekleştirilen XX. Olimpiyat Oyunları’nın (26 Ağustos – 11 Eylül 1972) sırasında, 5 Eylül günü Filistin gerilla örgütü “Kara Eylül”den sekiz eylemci gizlice Olimpiyat Köyü’ne girip, İsrailli sporculardan 9’unu rehin almış, bu sırada direnen ve kaçmaya kalkışan iki sporcuyu da öldürmüşlerdi. Filistin’in özgürlük mücadelesine dünyanın dikkatini çekmek için bu eylemi yaptıklarını açıklayan “Kara Eylül”cüler, kendilerine bir uçak tahsis edilmesini ve rehin aldıkları sporcularla birlikte bir Arap başkentine uçmalarına izin verilmesini, rehineleri orada serbest bırakmak için de İsrail hapishanelerindeki 200 Filistinli ve 1 Japon gerillayla, Almanya’da hapiste olan RAF (Kızıl Ordu Fraksiyonu) örgütü liderleri Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Ulrike Meinhof’un serbest bırakılmasını istiyorlardı.

Almanlar bu pazarlığa belki girebilirdi, ancak İsrail hükümeti buna kesinlikle karşıydı. Rehinelerin bir operasyonla kurtarılmasına karar verildi. Yeni bilgileri göre bu sırada İsrailliler Almanya’ya bunun için eğitilmiş bir tim ve gerekli malzemeleri göndermeyi teklif etti. Ancak bu teklif Almanlar tarafından dikkate alınmadı. Sonuçta Filistinliler taleplerinin kabul edildiğini sanarak rehinelerle birlikte havaalanına getirildi. Burada gerçekleştirilen kurtarma operasyonu büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Operasyon bittiğinde dokuz rehine, bir polis memuru ve beş eylemci ölmüş, üç eylemci de yakalanmıştı.

Sonradan ortaya çıkan bulgular Alman polisinin bu tip eylemler için hazırlıklı olmadığı, sıradan polislerin, günlük görevlerinde kullandıkları silahlarıyla operasyona sokulduğu, çatılara yerleştirilen keskin nişancıların bile keskin nişancı olmadığı, sıradan piyade tüfekleriyle bu göreve gönderildiklerini gösteriyordu. Bu teknik eksikliklerin yanı sıra birçok insani hata ve duyarsızlık da söz konusuydu. Sonraki soruşturmalar sırasında, zamanında yeterli güvenlik önlemleri alınmış olsaydı, eylem hazırlığı için önceden Münih’e gelen örgüt üyelerinin önlenmesinin bile söz konusu olabileceğine dair bulgulara rastlandı. Ancak eylemcilerin Almanya’daki bağlantıları tam olarak soruşturularak ortaya çıkarılmadı.

Çok sayıda sporcunun ölümüne rağmen Münih Olimpiyatları kaldığı yerden devam etti ve bitirildi. Almanlar ölenlerin ailelerine düşük miktarda tazminat vererek olayı geçiştirdi. Bu saldırıdan birkaç hafta sonra Beyrut-Ankara seferini yapan bir Luftansa uçağı yine aynı örgüt tarafından kaçırıldı. Hava korsanları rehin aldıkları uçak ve yolcular karşılığında Münih’teki operasyonda yakalanan üç eylemcinin serbest bırakılmasını talep ettiler ve Almanya bu talebi kabul ederek onları Libya’ya teslim etti. Almanya’nın bu tavrı “teröristlerle pazarlık yapıldığı” gerekçesiyle başta İsrail olmak üzere birçok ülkeden ağır eleştiri aldı.

70’li yıllarda Almanya hem ülke içinde hem de dışında buna benzer başka eylemlere de hedef oldu. Ancak Münih’teki fiyaskodan ders almışlardı. Kısa sürede kurulan ve dünyanın en etkin anti-terör birliklerinden biri haline gelen GSG-9 teşkilatı bu derslerin sonucu ortaya çıktı.

***

Öte yandan İsrail, Münih baskınının intikamını almak için istihbarat örgütü çatısı altında “Caesarea” adı verilen bir özel birlik görevlendirdi ve “Tanrının Gazabı” adı verilen operasyonlar başlatıldı. Aynı yıl başlatılan bu gizli operasyonlar sırasında İsrailli ajanların Avrupa’nın birçok şehrinde ve Lübnan’da 20’nin üzerinde Filistinliyi infaz ettiler. Bu eylemler sırasında olayla ilgisi olmayan çok sayıda insanın da yaşamını yitirdiği biliniyor. Öldürülenler arasında saldırıya bizzat katılan ve hayatta kalan üç eylemciden ikisinin de yer aldığı, birinin ise halen yaşamını sürdürdüğü sanılıyor.

Adını Ürdün’de 1970 eylülündeki katliam ve sürgün sürecinden alan “Kara Eylül” örgütünün ise 1988’den itibaren kendisini lağvettiği sanılıyor.

Münih’teki eylemin ardından tam yarım yüzyıl geçti.

Varılan anlaşmayla olayın taraflarından ikisi açısından kısmen de olsa bir dönem kapanmış oluyor.

Ancak Filistinlilerin trajedisi devam ediyor.

Bu gibi eylemlerle çığlıklarının tüm dünyada duyulmasını sağladıklarını savunuyorlar halen.

Ama özgürlük halen çok uzaktaki bir hedef onlar için...