Asgari ücretli, eline geçen ücretle geçen yıla göre yüzde 3,5 daha az alım gücüne sahip. Asgari ücret hızla eriyor. Enflasyon canavarı sahnedeki yerini almış durumda.

En büyük kayıp meyvede. Asgari ücretli geçtiğimiz yıl 5 kilo meyve aldığı geliri ile şimdi 4 kiloya razı olmak durumunda. Meyvenin 1 kilosu kayıp. 1 kilo etin ise 75 gramı kayıp.

Daha önce de bu köşede yazmıştım. Asgari ücret Türkiye’de genel ücret haline gelmiş durumda. Örgütsüz ve güvencesizliğin girdabında milyonlarca işçi asgari ücrete veya asgari ücrete çok yakın bir ücrete çalışmak zorunda kalıyor. Aralarında giderek sayısı artan üniversite mezunları da var. Bu nedenle asgari ücret aynı zamanda bir direnç ücreti.

Türkiye için asgari ücretle çalışanların oranı Avrupa İstatistik Kurumu verilerine göre yüzde 40-45 aralığında. Bu veri 2010 yılına dayanıyor. Aynı zamanda asgari ücretin yüzde 5’ine kadar fazla ücrete sahip olanlar da bu verinin içinde. SGK istatistiklerine göre ise en son açıklanan veri 2015 yılına ait. Bu veriye göre asgari ücretlilerin oranı yüzde 39. Ancak asgari ücretlilerin ortalama prim gün sayısı 24. Yani asgari ücret kapsamındaki işçilerin önemli bir kısmının eline asgari ücret bile geçmiyor. Asgari ücretlilerin oranının 2016 yılında toplumsal baskı ve seçim sürecinin etkisi ile enflasyonun üzerinde gerçekleşmesi, büyük olasılıkla asgari ücretli çalışanların oranına ilave bir etki yaptı. Bu verileri 2016 yılı istatistiklerinde göreceğiz.

İşçilerin yarısının asgari ücret düzeyinde bir gelire sahip olması, asgari ücretin açlık sınırı seviyesinde belirlenmesinden bile ciddi bir mesele.

Avrupa ülkelerinde asgari ücretli oranının en yüksek olduğu ülke yüzde 18-19 oranla Slovenya. Fransa, Hırvatistan ve Bulgaristan’da yüzde 5 ile 10 arasında asgari ücretli var. Bu oran İngiltere, Portekiz, Hollanda, İspanya ve Yunanistan’da yüzde 5’in altında.

Asgari ücret Türkiye’de yutan ücret. Örgütsüzlük sürdükçe, güvencesizlik bir strateji olarak siyasal iktidar tarafından örgütlendikçe, bu durum daha ciddi bir kriz haline gelecek.

Ne de olsa siyaseti işadamlarının önünü açmak olarak gören bir muktedir düzen var.

“İşadamlarının önünü açmak” deyince lafın kıdem tazminatına gelmemesi mümkün değil. Patronlar çok uzun zamandan beri kendileri için yük olarak gördükleri, “işten çıkartma maliyetlerini” ciddi düzeyde artıran bu uygulamadan kurtulmak istiyor. “Yük değil; ücretin, ödenmesi sonraya bırakılmış bir kısmı bu” desen, “ekmek verdim ben onlara” diyen bir ses gelebilir bir Kadir İnanır filmi sahnesinden çıkıp. Cevap gayet yerindedir: “Bedava mı ekmek verdin? Karşılığında alın teri aldın. Sen değil, onlar sana ekmek verdiler”.

Marx, “Sermaye ölü emektir” der. “Vampir gibi sadece canlı emeğin enerjisini çekip aldığında yaşıyor, ne kadar çok canlı emeğin enerjisini çekip alıyorsa o kadar güçleniyor ve daha fazla yaşıyor.”

Yani işçinin emeği sermayenin temel besini oluyor. Bakmayın siz “bundan herkes faydalansın, fona devredelim” demelerine, amaç sermayeyi biraz daha beslenmek, işçiyi güvencesizleştirmek.

Kıdem tazminatı mı sadece hedefte olan, bakın bir de “devletin ekmeğini yiyenler” var. Onlar da bedava yemiyorlar bu ekmeği. Karşılığında alın teri veriyorlar.

KHK rejiminde hukuksuzca işten atılan kamu emekçilerinin sayısı her geçen gün artıyor. FETÖ işin bahanesi olmuş. Tek suçu, “bu suça ortak olmayacağız” diyen bir bildiriye imza atmak olan, barış talep eden 371 akademisyen üniversitelerinden ihraç edildi. Üniversitelerin aydınlık yüzlü insanları öğrencilerinden kopartıldı.
Şimdi keyfi ve hukuksuz işten çıkartmalar, güvencesizlik için yasal çerçeve oluşturuluyor. Ölü emek ölümlere doymuyor.

1 Mayıs’ta bir çocuk işçi öldü. 16 yaşındaydı. Kafası ezildi Ömer Faruk Sever’in. Mobilya atölyesinde çalışıyordu.

Başkanlık seçimi tartışmalarının gölgesinde ölen bir çocuk değil sadece...