İlla bir öteki mi icat etmeniz gerekiyor? Kendinizi seçin, benliğiniz tıka basa ötekilerle dolu. Canınız sıkıldıkça içlerinden birini seçer, döversiniz. Kendinizi dövmekten usanınca, belki içinizdeki ötekilerle birlikte yaşamayı denersiniz. İçinizdeki ötekilerle barışmadığınız takdirde ötekileştirip ötelediklerinizle de barışmanız mümkün değil. Barıştan her söz ettiklerinde tüylerim diken diken oluyor, yine ne haltlar karıştıracaklar diye. Ve her halt […]

İlla bir öteki mi icat etmeniz gerekiyor? Kendinizi seçin, benliğiniz tıka basa ötekilerle dolu. Canınız sıkıldıkça içlerinden birini seçer, döversiniz. Kendinizi dövmekten usanınca, belki içinizdeki ötekilerle birlikte yaşamayı denersiniz. İçinizdeki ötekilerle barışmadığınız takdirde ötekileştirip ötelediklerinizle de barışmanız mümkün değil. Barıştan her söz ettiklerinde tüylerim diken diken oluyor, yine ne haltlar karıştıracaklar diye. Ve her halt karıştırdıklarında olan bize oluyor. Yukarıdan indirilen makine tanrının (deus ex machina) çözümsüz gibi gösterilen sorunlara her müdahale edişi, işleri daha da karmaşıklaştırıyor. Ve bir makine tanrı yetmeyince, ikincisini, üçüncüsünü indiriyorlar ve bu böyle devam edecek. Ve içimizde duran sorunlar düğümünü bir ucundan tutup çözemediğimiz sürece birbirimize değil, sadece makine tanrılara inanacağız. Makineden bir tanrıya mı inanmak istiyorsunuz? İnanacaksanız, hiç değilse dikiş makinesine inanın!

Bir zamanlar insan kendi söküğünü kendi dikerdi. Ve her evde bir dikiş makinesi vardı ve evin kadınları ayrık kumaş, bez parçalarını birbirine dikerek giysiler ve örtüler üretirlerdi. Kırk yama ya da İngilizcesiyle patchwork, artık evlerde üretilmiyor; üretilse bile bir hobiden öteye geçemiyor. Oysa kırk yama bir hobi değil, bir yaşama tarzıdır; ayrı duran, uyumsuz gibi gözüken parçalar arasında bağlantılar icat etme sanatı. Günümüzde bizim için tasarlanmış hazır yapım giysiler ve örtülerle donatıyoruz bedenlerimizi. Sadece bedenlerimizi mi? Toplumsal bedene de hazır yapım giysiler giydiriyorlar, deli gömlekleri; birbirimize dokunamıyoruz bile. Deli gömlekleri ilişkisizliğimizi çoğaltıyor. Kırk yamanın üretildiği zamanlar, toplumsal parçalar arasında komşuluk bağlarının dikildiği ve toplumsal dayanışmanın örüldüğü zamanlardır.

Antik Yunanistan’da epik şiirler okuyan gezgin ozanlar, ‘rhapsode’lar da farklı söylenceleri, öyküleri ve şakaları birbirine dikerek oluşturuyorlardı repertuarlarını. Homeros’un destanlarını, Hesiodos’un şiirlerini ve Arkilokus’un hicivlerini birbirine dikiyor ve her gittikleri yerde dinleyicilerin beklentisine göre parçaların yerini değiştirerek doğaçlama performanslar gerçekleştiriyorlardı. Rhapsode, şeyleri birbirine dikmek, tutturmak anlamına gelen Yunanca ‘rhapsoidein’ sözcüğünden türetilmiş. Yeryüzü halklarının ürettikleri her şey, birbirine dikilir ve parçalar o denli birbirine karışmıştır ki hangi parçanın kime ait olduğunu anlayamazsınız. Masallar, yemekler, müzikler, danslar; kültür denince aklınıza ne geliyorsa hepsi kırk yamadır. Önüne etnisite gösteren bir sıfat ekleyerek kültürü kendi mülkü kılmaya çabalayan iktidar, bu kırk yamada bir soy çizgisini saflaştırmaya çalışıyor. Saflık arayışı ırkçılara özgüdür. Diktikleri soyağacı, halkların kardeşliğine, yeryüzünün ocağına dikilmiş incir ağacıdır.

Yaşamı anlamsız ve solgun bulduğunuz zamanlar oldu mu? “Yaşamı anlamsız bulduğum zamanlar oldu ama hiç solgun bulmadım. Ayrıca solgun ve anlamsız olan dirimin kendisi değil, yaşam içinde, yaşamı belirleyen yaşama parçalarıdır” (Turgut Uyar, Karangu Fanzin, Mayıs 2019). Parça, bağlantılar icat edemediğinde solgun ve anlamsızdır; bağlantı kurdukça kendi anlamını yaratır ve yaşama katılır. Yekpare bir bütünün, biçimin içine hapsedildiğinde yine anlamını yitirir ve soluklaşır. “Doğa, biçim değil, bağlantılanma sürecidir: Bir çokseslilik icat eder, bir bütünsellik değil, toplantıdır” (Deleuze). Makine tanrıya değil, “inanacaksanız, bari dikiş makinesine inanın!” dedim ama ben olsam teğele inanırdım, el emeğine, elle yapılan eğreti dikişe; parça, yerinden kolayca sökülebilsin, yeryüzünde dolaşabilsin, oynak bağlantılarla yeryüzünün çoksesli müziğiyle dans edebilsin diye. İnsan da yekpare bir bütün değil, kırk yamadır, hem genetik hem de benlik bakımından. Ve kafasında kırk tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor. Ama kuyrukları birbirine değmeli, makine tanrı olmadan birlikte yaşamak istiyorsak.