Gazeteci yazar Osman Çutsay, son kitabı ve ilk romanı “Dar Sokak 80”de yolları 1980 yılının sıcak yazında Almanya’nın ortasında kesişen iki devrimciyi ve hayatlarına dokundukları insanları anlatıyor. Ve “bu romanda hepimiz varız ve hiçbirimiz yokuz” diyor

Şimdiye kadar siyasi yazıları ve edebiyat eleştirileriyle tanıdığımız Gazeteci-Yazar Osman Çutsay’ın imzasını taşıyan kitapları içeren listeye bir de roman ekledi. Çutsay’ın kısa bir süre önce Ters Kule Yayınları’ndan çıkan kitabı “Dar Sokak 80”, birkaç gün sonra 42’nci yılına gireceğimiz “12 Eylül darbesi sonrası Türkiye”ye Almanya’dan bakan bir roman.

Çutsay romanında Frankfurt yakınlarındaki küçük bir köyün daracık bir sokağındaki bir binanın çatı katında yaşayan iki genç devrimcinin kendi aralarındaki ve komşu oldukları çocuklu bir göçmen işçi ailesinin üyeleriyle ilişkilerini, kahramanların birbirinden çok farklı gelişen yaşam öykülerini işliyor. Türkiye’de 12 Eylül öncesi döneme damgasını vuran iki ayrı devrimci örgütün saflarında öğrenci gençlik ve halk içindeki aktif siyasi çalışmalarla sosyalize olan ve “vur emri”yle aranır duruma düşen, “biraz nefes almak” üzere Almanya’ya gelen gençlerin çok farklı gelişen ve ikisi de hüzünle noktalanan biyografileri, o günlerden 2013’teki gezi direnişine kadar uzanan 33 yıllık bir arka planı üzerinde yükseliyor. Kişisel ve siyasal yenilgileri de işliyor. Biri burayı sonuna kadar bir ricat alanı, kendisini de “sürgün” olarak görürken, diğeri ise yeni bir mücadele alanı olarak görüyor ve yaşamını yeni ülkede sürdürmeye karar veriyor. Ve bir de küçük bir kız var. Dar sokaktaki tüm yaşamları gözleyen, sonra da bize anlatan...

“Dar Sokak 80”, esas itibarıyla Türkiye’deki 1980 önceki mücadele döneminden gezi direnişine kadarki dönemi anlatan bir siyasi roman. Devrimcileri anlayan, anlamaya çalışan ve bunu yaparken asla onlara saldırmayan, aksine onların yanında duran, bunları yaparken onların da aşık olan, seven insanlar olduklarını unutmayan, öykülerini bu güzelliklerle zenginleştiren, onların “sosyalist gelecek” hedefini savunan ve “onların unutulmaması”nı hedefleyen bir kalemden...

Son yıllarda bir çok devrimcinin özellikle 12 Eylül öncesi mücadele dönemi ve sonrasına ilişkin anılarını içeren otobiyografileri sayesinde ilgililer açısından romanın geçtiği dönemin iyi bilindiğini söyleyebiliriz. Anı kitaplarının dışında, çok sayıda roman da o dönemi işledi, ki bunların bir bölümü çağdaş edebiyatın ustalarının imzasını taşıyor.

Ancak “Dar Sokak 80” yine de çok ilginç. Her şeyden önce 12 Mart döneminden sonra, özellikle de 12 Eylül’den sonra Türkiye’deki devrimci mücadelenin “ricat alanı” konumuna gelen Almanya’yı da içine alıyor. Konu aldığı hayatlara Almanya’dan bakıyor. Tıpkı uzun yıllardır Almanya’da yaşayan yazar gibi. Bu önemli ve çok nadir rastladığımız bir şey.

Kitap sosyalist devrimcilerin neden binlerce kilometre uzaklıktaki, kapitalizmin en güçlü olduğu bir ülkeyi ricat alanı ya da “biraz nefes alma” mekanı olarak seçtiklerine dair ipuçları da içeriyor.

Devrimcilerin “göçmen işçi”lerle ilişkileri konusunda da. Bu ilişkilere bakışta ciddi bir gözlem eksikliği var ama bu kitaba konu olan ilişkilerin gerçekçiliğine dair bir eleştiri değil.

Osman Çutsay, uzun yıllardır Almanya’da yaşayan, bu ülkede gazetecilik yapan bir yazar. Alman siyasetini yakından gözlüyor ve haberleriyle, yazılarıyla, kitaplarıyla bu gözlemlerini kamuoyuna sunuyor. Birkaç yıl önce çıkan son kitabı da 12 Eylül bazında Türkiye – Almanya ilişkilerini ele alıyordu. “12 Eylül / Bir Alman Pastası” başlıklı kitapta Federal Almanya’nın Türkiye’deki 12 Eylül askeri darbesini aktif olarak desteklediğini savunuyor, darbenin darbecileri “bizim çocuklar” (our boys) olarak gören Washington’un “senaryosu” olduğu tezlerine karşı çıkıyordu. Türkiye’nin emperyalist-kapitalist sistem içinde “Almanya’nın sorumluluk alanına” bırakıldığını ve o dönem iktidarda bulunan Helmut Schmidt yönetimindeki sosyal demokrat-liberal koalisyonun darbecileri desteklemek zorunda kaldıklarını ileri sürüyordu.

Frankfurt’ta yaşayan Çutsay’la son kitabı, ilk romanı üzerine küçük söyleşi de yaptık.

bir-goc-ve-surgun-oykusu-1062229-1.

Üzerinden 42 yıl geçen 12 Eylül Darbesi’ni konu bir roman daha. Neden şimdi?

Geldiğimiz yerleri, yürüdüğümüz yolu ve çıkıp geldiğimiz o yerlerdeki, halen yürüdüğümüz yollardaki insanlarımızı anlatmak istedim. “Bizimkileri” ve halktan insanları. Ben, “sanat politolojisi” diye bir üst kavram başlığı altında, yıllardır edebiyat eleştirileri yazıyorum. “Edebiyat politolojisi” de diyebiliriz ağırlığı edebiyata verdiğim için. “Sanatı siyasetten ayıramayız, biri aynı zamanda diğeridir” diye geçerken belirtmiş olayım.
Kurgusal bir işe ilk kez giriştim. Kendimizi, yakınlarımızdaki insanları, onların hayat çizgilerini gözleyip işleyen bir romanı epeydir “kuruyordum” zaten. Ama, dediğim gibi, bu bir kurgu. Böyle metinler bizi insanın iç dünyasına daha çok çeker, zaten okurların ezici çoğunluğunu ilgilendiren de budur. Sonuçta, hikâye eden insanlarız ve hikâye arayan, hikâye dinleyen insanlarız. Galiba bu sorunuza en doğru ve acıtıcı yanıtım şu olurdu: “Bu insanların unutulmaması gerekir.”

“Unutulmaması gereken insanlar” vurgusunu biraz açar mısınız?

Her zaman masum, her zaman temiz ve sevgi dolu devrimcilerimizden söz ediyorum. Unutturmamalıyız. Masumiyet varsa eğer devrim tarihimizde, ki zaten Türkiye'nin başka bir yerinde böyle bir masumiyet aramasın kimse, bu insanlar nedeniyle var. Halk için çırpınan bu gencecik insanların büyük masumiyetini ve halktaki yansımalarını her biçimde anlatmaya çalışmalıyız. Fakat “masumiyet pazarlamacıları veya masumiyet müzecileri” ile yakından uzaktan bir ilişkim yok.

Türkiye'nin masumiyetini, o devrimciler temsil ediyor. O kadar masumdular ki, halkı da o masumiyete ortak edebilecek noktaya kadar gelmişlerdi. 1980 yılı ve öncesinde özellikle 71 ihtilalcilerinin imha edilmelerinin bir nedeni de budur herhalde. Halkın kirletilmesi için bu genç gövdelerin/beyinlerin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Sonraki kuşakların bu insanları sanat adına kirletmeleri gerekiyordu. Hüseyin Cevahir ve yol arkadaşlarının öldürülmesi böyle bir operasyondu bence... Bunu, birkaç ay önce Üvercinka dergisinde anlatmaya çalıştım. Bu küçük roman, sözünü ettiğim o operasyona gecikmiş bir tepki, galiba.

Romanda gerçek kişilerin öyküsü mü var? Ne kadar gerçek anı, ne kadarı kurgu?

“Dar Sokak 80”, bütün romanlar gibi, tamamen bir kurgu. Biyografik bir “tutarlılığı” falan yok. Bu arada Ayrıntı, NotaBene gibi büyük yayınevlerinin yanı sıra daha küçük yayınevlerinin de son dönemde devrimci hayatlarımızı içeren biyografiler yayımlamasını çok olumlu bulduğumu eklemeliyim. Türkiye devrimci hareketini sırtında taşıyan binlerce isimsiz kahramanı, bu tür kitaplarla hareketin bir parçası yapıyor bu tür girişimler. İleride devrimci bir Türkiye'nin tarihini yazacak olan genç tarihçilerin ve insanbilimcilerin çok yararlanacağı kaynaklar şu anda yüzlerce kitap halinde raflarda bekliyor.

Yinelemiş olayım: “Dar Sokak 80” biyografik bir renk taşımıyor. Birçok hayatların içinden geçiyor, ama belli bir veya birkaç kişi üzerinden gelişmiyor. Elbette gerçek hayattan insanların sıcak gölgeleri var üzerinde. O gölgedeki insanları metinleştirmek ve yaşayanlar arasına dahil etmek bizim işimiz. Daha doğrusu o gölgeden bazı insanlar yaratmaya cüret ediyoruz, onları hikâye ediyoruz. Kısaca, “Bu romanda hepimiz varız ve hiçbirimiz yokuz” demiş olayım.

bir-goc-ve-surgun-oykusu-1062230-1.

Romanda yurdışına sürgüne giden ve sürgünde kalan devrimciler ile sürgünde biraz nefes aldıktan sonra mücadeleye devam için ülkesine dönen devrimciler çatışmasından ya da daha doğrusu karşılaşmasından bu hayatlara saygısı olan okurun en çok nasıl bir ders çıkarmasını umuyorsunuz?

Ders çıkartılması için düşünmedim bu romanı. Bu kurgusal kahramanların unutulmamaları yeterli. Bu küçük roman, büyük devrimci yürüyüşün bir parçasını, o parçanın insanlarını anlatmaya çalışıyor. Tabii “57'liler” veya “78 Kuşağı” denilen kavgacıların ardından gelen yenilgi döneminde yetişen genç kuşaklar üzerindeki, halk üzerindeki etkilerini de işleme çabası var. Büyük Nâzım'ın ölümsüz yapıtının izinde söylemiş olayım, hadi: Yenilgimizin insan manzaraları, bunlar.

Sosyal mücadelede, sosyalizm mücadelesinde yenilgiler öyle acımasız bir tortu bırakıyor ki sonraki kuşaklar üzerinde... Bu insan manzaralarının işlenmesi için bir çağrı bu küçük deneme. Yani eski Türk filmlerinde şu Cüneyt Arkın'lı falan bir vuruşta koca mahalleyi ortadan kaldıran arslan parçalarının, “dünyayı kurtaran adamların” hikâyesi değil. Ben, sıradan, ama halkını ve tarihini değiştirme kararı vermiş tepeden tırnağa sevgi ve irade yüklü o Türkiyeli genç insanların sonrasını görmeye çalıştım. Almanya'daki izlerini sürme çabası gösterdim. O masumiyeti ve insanlarını yaşattığımızı göstermeye çalıştım.
Fakat Almanya'da sosyalize olmuş ve ısrarla Türkçe yayıncılık yapan genç bir yazar dostumuzun yaratıcı bir vurgusundan hareketle şu söylemek isterim: Yenilgi, taşınması en güç yüktür ve yenilen insan baştan ayağa bir kâbustur. Bu kâbusu anlatmak çok, ama çok zor. “Piyasa çerileri”, devrimci kavgaya ve kavgacılara küfür etmeden yapmıyorlar bunu. Şu anda onların borusu ötüyor. Bakalım...

“Dar Sokak 80”, dünyayı değiştirmekte kararlı sosyalistlerin travmalarına bir giriş de kabul edilebilir. Ancak her durumda, geçmişte roman diye yayımlanan itirafnamelerin ve pazarlama metinlerinin dışında bir denemedir. Onlar başka, biz başka. Benim gibilerin tek işi var: Kavgamızı anlatmak, ateşi harlandırmak, sosyalist bir cumhuriyetin kuruluşuna katkıda bulunmak. Roman, bu çabadaki araçlardan sadece biri. Çok mu sekter oldu? Öyle görünebilir. Bence, değil. Ama biz, böyleyiz.

Osman ÇutsayOsman Çutsay

OSMAN ÇUTSAY

1958 İstanbul doğumlu. İstanbul Fenerbahçe Lisesi’nden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nü bitirdi. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi ile Frankfurt Üniversitesi’nde siyaset bilimi okudu. Edebiyat eleştirisi yazmaya 1980’de Edebiyat Cephesi ve Sosyalist İktidar dergilerinde başladı. 1987-1990 arasında çıkan Edebiyat Dostları dergisinin kurucularındandır. 1990’dan bu yana gazeteci olarak Frankfurt’ta yaşıyor.

1993’teki Entellektüel Şiddetin Eşiğinde kitabı sonrasında Gölge Oyunu Biterken, Sosyalizmin Panzehiri Demokrasi, 1960’larda Şairin Genç Bir Adam Olarak Portresi, “Şerefsiz Osmanlı”ya Dönüş, Öfke, 12 Eylül-Bir Alman Pastası gibi kitaplar ile bazı dergi ve seçkiler yayımladı. Çeşitli gazetelerde çalıştı. Uzunca bir süre Avrupa’da haftalık yayımlanan Cumhuriyet Hafta gazetesini yönetti, soL Haber Portalı’nda düzenli yazılar yazdı. Serbest gazeteci olarak çalışmalarının yanı sıra, Üvercinka, Yeni Gelen, Gerçek Edebiyat gibi edebiyat dergi ve portallarında da eleştiri yazıları yayımlıyor. Avrupa haberciliğini ise kuruluşuna katıldığı çeşitli haber portalları üzerinden sürdürüyor.

Mainz ve Frankfurt’ta düzenlenen edebiyat ve siyaset söyleşilerinin konusu 12 Eylül darbesi

Osman Çutsay, romanı “Dar Sokak 80”, Mainz ve Frankfurt’ta düzenlenen edebiyat ve siyaset etkinliklerinin konuğu olacak.

Mainz Halkevi tarafından düzenlenen „12 Eylül Darbesinin 42. Yılına Girerken“ başlıklı toplantı 10 Eylül Cumartesi günü, saat 17.00’den itibaren Halkevi’nin "Sommerringstr. 35" adresindeki toplantı salonunda gerçekleştirilecek.

Frankfurt Felsefe Klübü, Haziran Kültürevi ve ATGB’nin düzenlediği "12 Eylül'den 11 Eylül'e: İnsan manzaralarımız" başlıklı toplantı ise 14 Eylül Çarşamba günü saat 19.00’dan Haziran Kültürevi’nin (Haziran Kulturhaus e.V.) "Hausener Obergasse 5H" adresindeki lokalinde gerçekleştirilecek. Gazeteci Ufuk Evla-Bostan’ın moderasyonunu üstleneceği toplantının diğer konuğu ise gazeteci-yazar Yücel Özdemir.