Ezilenlerin özgürlük mücadelesinin çok sayıda kahramanı var elbet; kiminin isimleri sembolleşmiştir, kimini çok yakın çevresi dışında kaydeden bir tarih bile yoktur. Solculuk, insanı yığının yüzü olmayan bir üyesi olmaktan çıkarıp, birey olmasının önünü açtığı kadar, bir kere ortaya çıkan o bireyi, bu kez başka türden bir ortaklaşma, dayanışma içinde erimeye de çağırır. Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeş olma süreci.

Her zaman daha güçlü olana karşı mücadele edildiğinden, bu tarihin kahramanları çok.  Bu kahramanların en temel ortak özellikleri ise yaşarken ya da eylerken ne kendilerini kahraman olarak görmeleri ne de yapıp ettiklerinin kahramanlık olduğunu düşünmeleri. Onlar başka türlü yapmayı bilmediklerinden kahramanlaşırlar. Demem o ki onlar kendilerini kahraman olarak görmezler, biz onları kahramanlarımız yaparız.

Örneğin, ne Berkin Elvan, ne Uğur Kaymaz’ın akıllarının ucunda bile yoktu muhtemelen kahraman olmak. Ne ki ikisi de bizim sonsuzluğa giden kahramanlarımız oldular. Erdal Eren, 17 yaşında çıkarken darağacına kahraman olmak değildi derdi, değil mi! Böyle o kadar çok kahramanımız var ki, hiç biri kahramanlık yapmak için, kendilerini kahraman olarak gördükleri için davranmayan; saymakla bitiremeyiz.

Küçük burjuva solcusu ise kahramanlık, kendisini kahraman gibi hissetmek açmazında salınır durur.  Bu açmazın farkında olarak sürekli kendini sorgulayanların az, her eyleminin kahramanca olduğu yanılsamasıyla yanıp tutuşanlarınsa çok olduğu bir ‘yığın’. Bu da ikinci açmaz; küçük burjuvalık içindeki herkesin yığın içinde bir hiç olmaktan korktuğu, fark edilmek, yığının dışına çıkmak için biteviye çırpınmak zorunda kaldığı, hepsi çırpındığından da sadece çalkalanan bir yığın olmaktan öte gidemeyen bir boğuntu hali.

İçine işlenmiş temel arzusu büyümek olan ama olmak istediğini olamadıkça başka türden bir oluşun kahramanı olarak fark edilmek için çabalamaktır, asli trajedisi küçük burjuvanın. Büyüğün içinde kaybolmak yerine kendisinden küçük olduğunu varsaydıkları arasında sivrilme, küçük dağın büyük rüzgârı sanma hali acınası bir seçkincilikle kendini dışarı vurur.

İçine dâhil olmadığı hiçbir hareketin başarılı olamayacağından emin; kendisinin görünmediği hiçbir eylemin etkili olamayacağına kani; ona sorulmadan atılan hiçbir adımın bir yere götüremeyeceğine inanmış; haberi olmayan hiçbir olayın haber olamayacağından kuşkusu olmayan bir garip ‘büyüklenmecilik’le malullük. Ben varsam siz bir şeysiniz, ben yoksam hiçbir şey. Hani sanki ezilenlerden yana olması bir lütufmuş, ona kalsa hemencecik ezenlerden yana olabilirmiş, üstelik rahat da edermiş de işte o derin vicdanı ve hatta devrimci bilinciyle zoru seçmiş de, kendisine bahşedilen nimetlere sırf ezilenlerden yana olduğu için sırt çevirmiş de gelmiş gibi kerameti kendinden menkullük havası. Bitmek bilmez bir ayrıcalık, el üstünde tutulma, dokunulmaz olma beklentisi. Ne yapsa kabullenilmeli, ne söylese bir hikmeti olduğundan şüphe edilmemeli, ne yazsa hatmedilmelidir.

Bu hal kaçınılmaz olarak ve sık sık, değerimi bilemediniz, ben de sizi bırakıyorum, ne haliniz varsa görün, çektim desteğimi sizden, artık bir hiçsiniz, çok ararsınız beni, ben gittikten sonra nasıl da çökeceksiniz görün bak ‘kahramanlıklarıyla’ son bulur.

Yine de bir hoş sedadırlar, onların sandıkları kadar olmasa da katkıları olur mücadeleye ve umdukları kadar olmasa da varlıkları değerlidir ezilenler için. Sağ olsunlar var olsunlar… Onların bireysel kurtuluşları da o büyük özgürleşme ütopyasında gerçekleşeceğinden, nasılsa birleşir yollar…