Almanya’daki sağcı saldırılarda yaşamlarını yitiren Türkiye kökenli göçmenlerin ailelerini temsil eden Av. Seda Başay-Yıldız, “Almanya’nın en büyük sorunu kurumsal ırkçılık. İkincisi bunlarla ilgili bireysellik iddiası” diyor.

Bireysel şiddet değil kurumsal ırkçılık
Hanau kentinde aşırı sağcı Tobias Rathjen'in gerçekleştirdiği ırkçı saldırıda 4’ü Türkiye kökenli 9 göçmen yaşamını yitirmişti.

Almanya’yı geçtiğimiz yıllarda sarsan sağ terör davalarıyla ilgili son gelişmeler çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği bu olayların hiçbir zaman tam olarak aydınlatılmayacağına dair karamsarlığın artmasına neden oldu. Kısa bir süre önce Federal Başsavcılık ile Hanau Savcılığı’nın neo Nazi NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) ve Hanau’daki katliama ilişkin soruşturmalar hakkında “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı vermeleri bunun yeni örnekleri oldu. Hem NSU’nun işlediği ileri sürülen seri cinayetlerde, hem de Hanau’daki katliamda öldürülenlerin ailelerini temsil eden mağdur avukatlarından Seda Başay-Yıldız ile konuştuk. Hem NSU’nun, hem de Hanau’daki teröristin canına kıydığı insanların mağdur ailelerini mahkemeler ve resmi makamlar nezdinde temsil eden Başay-Yıldız, yıllardır ölüm tehditleriyle karşı karşıya avukatlığını sürdürüyor. Frankfurt Barosu avukatlarından Seda Başay-Yıldız'ın kendisi de “NSU 2.0” imzalı ölüm tehditlerine hedef oldu ve bununla ilgili Frankfurt’ta devam eden ceza davasında mağdur konumunda. Başay-Yıldız, “NSU 2.0” imzasıyla gönderilen ölüm tehditleri ve hakaretlerinin sadece kendisini değil, ailesini ve özellikle de küçük kızını hedef alması nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş ve soruşturma sürecindeki ihlaller nedeniyle konuyu kamuoyunun gündemine getirmişti.

Böylece Başay-Yıldız'a ve aşırı sağla mücadele eden bazı kişilere (bunlar arasında Sol Parti’nin Eş Genel Başkanı Janine Wissler de bulunuyor) gönderilen tehdit mektuplarındaki gizli kişisel bilgilerin Frankfurt’un merkezindeki 1 No’lu Polis Karakolu’ndan çıktığı anlaşılmıştı. Sorgulanan ve görevden alınan polisler susma haklarından yararlandıkları için bu soruşturma sonuçlanamıyor. Ancak bu arada telefonları ve bilgisayarları kontrol edilen çok sayıda aşırı sağcı polisin sosyal medyadaki ırkçı, yabancı düşmanı, neo-nazi platformlarda aktif olarak yer aldıkları ortaya çıkmıştı. Bu arada geçtiğimiz mayıs ayında Berlin’de bir kişi söz konusu mektupları yazdığı ve gönderdiği suçlamasıyla tutuklandı. Halen Frankfurt’ta devam eden davada tek başına (yani o da "bireysel eylemci") yargılanan bu sanık 2018-2021 arasında 116 kişiye hakaret ve tehdit içerikli mektuplar göndermekle suçlanıyor.

Bu soruşturmaların kapatılmasını “büyük bir skandal” olarak değerlendiren, ancak bu durumun kendileri için sürpriz olmadığını belirten Av. Başay-Yıldız, Federal Başsavcılık’ın NSU’ya destek oldukları gerekçesiyle haklarında soruşturma yaptığı beş kişiyle ilgili son kararını şöyle değerlendirdi: “Bu soruşturma 11 senedir sürüyordu. Bu süre içinde iddianame hazırlanmadığını bildiğimiz için biz zaten dosyanın kapatılmasını bekliyorduk. Ancak bu büyük bir skandal tabii ki. Haklarında soruşturma yapılan kişiler NSU’yla yakın bağlantısı olan, onlara destek vermiş olan kişilerdi.”

NSU, NSU 2.0 ve Hanau başta olmak üzere sağ terörle ilgili dava ve soruşturmalar halen gündemde. Son gelişmelerin ışığında bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siz de bu gelişmeleri yakından takip ettiğiniz için bilirsiniz. Asıl NSU davasında, ona ‘NSU 1.0’ diyelim, halen cevaplanmamış çok büyük sorular vardı. Hiçbiri cevaplanmadı. Örneğin Halil Yozgat olayı. Neden gizli istihbarat görevlisi olay yerindeydi? Bu durum maalesef açıklığa kavuşturulmadı. Çünkü bu konuyla ilgili dosya için 120 senelik gizlilik kararı alınmıştı. Biliyorsunuz tepkiler üzerine bu 30 seneye indirildi. Açıkcası 30 sene sonra da kimsenin bu soruları soracağını zannetmiyorum. Yanıtsız kalan bu sorular yüzünden mahkeme hem benim için, hem de müvekkillerim için güzel sonuçlanmadı. Tamam dava sonunda baş sanık Beate Zchaepe ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ama devletin bu olaylarla ilgili olarak ne zaman, neyi bildiğini, gizli istihbaratın hangi bilgileri olduğunu açıklığa kavuşturamadık. Duruşmanın sonunda, karar gününde dinleyici olarak orada bulunan sağcıların mahkeme heyetini alkışlaması müvekkillerim ve diğer mağdur yakınları için çok büyük bir şok oldu. Hakim o insanları salondan çıkartmadı bile. Ama Halit Yozgat’ın babası İsmail Yozgat konuşmaya çalıştığında sözünü kesmişti. Mahkemede taşkınlık yapan o insanlara karşı hiçbir şey yapılmadı. Çok kötü noktalandı diyebilirim.

Frankfurt Barosu avukatlarından Seda Başay-Yıldız da ölüm tehditleri aldı. (Fotoğraf: BirGün)Frankfurt Barosu avukatlarından Seda Başay-Yıldız da ölüm tehditleri aldı. (Fotoğraf: BirGün)

NSU 2.0 davasına gelince. Biliyorsunuz şu an bir sanığa karşı mahkeme devam ediyor. Benim avukatım takip ediyor davayı. İlk tehdit mektubunun Frankfurt’taki 1 No’lu Polis Karakolu’ndaki memurlardan Johannes S. tarafından gönderildiğini tahmin ediyoruz. Ancak bunu ispatlayabileceğimizi zannetmiyorum. Tehdit mektubunda benim hiçbir yerde açık olarak görülmeyen bilgilerim, annemle babamın, çocuğumun bilgileri yer alıyordu. Bu bilgiler Berlin’de yaşayan sanığın eline nasıl geçti? Bu halen açık bir soru. Tabii eğer bu mektupları gönderen gerçekten oysa. Ben bunun da açıklığa kavuşturulacağını sanmıyorum. Çünkü polis bunun üzerinde fazla durmuyor. Yalnız bu arada benim bilgilerimi dağıttıklarından şüphelenilen 1 No’lu Polis Karakolu’ndaki memurlar hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçlamasıyla bir iddianame hazırlandı. Umarım mahkeme bunu kabul eder ve sonbahardan itibaren yargılanırlar. Onu bekliyorum. En azından öyle insanların polis olarak çalışmamaları gerekiyor.

Ama bu iddianame size yönelik tehdit mektuplarıyla, sizin gizli bilgilerinizin alınıp, dışarıya sızdırılmasıyla ilgili değil. Sosyal medyada paylaştıkları ırkçı, yabancı düşmanı, aşağılayıcı mesajlardan dolayı yargılanacaklar.

Evet. Ama bu bile yeterli. Ben o mesajları gördüm. Çok kötü içerikleri var. Bunları paylaşan insanların kesinlikle polis olarak çalışmamaları lazım.

Olayların ortaya çıkmasından sonra açığa alınan bu polislerin sizinle ilgili bilgiler konusunda sorgulandıklarında “susma hakkı”ndan yararlanmalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu tabii ki onların anayasal hakları. Ancak ben polis olarak görev yapan kişilerden daha farklı bir tutum bekliyorum. Bir çocuğun ölümle tehdit edildiği bir soruşmaya dahil olan devletin bir güvenlik görevlisinin “Tamam konuşmama hakkım var ama, ben mutlaka konuşmak istiyorum. Çünkü ben bir polis memuruyum ve benim bu tehditlerle hiç bir alakam yok. Bu konu mutlaka aydınlığa kavuşturulmalı” demesi gerekir. Onları susmaları zaten bir cevap. Her şeyi açıkça ortaya koyuyor bu tavırları.

Hanau’daki katliamla ilgili soruşturmalara ilişkin değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Hanau konusuna gelince. Ben orada çocukları öldürülen üç aileyi temsil ediyorum biliyorsunuz. Şimdi Hanau dosyası kapandı. Ama katilin babasının, oğlunun evde silahı olduğunu, silahla uğraştığını, düzenli olarak atış eğitimine gittiğini bilmediğine inanmıyorum kesin olarak. Mağdur ailelerin avukatları olarak suç duyurusunda bulunduk. Uzun bir dilekçe hazırladık. Katilin babasının da suç ortağı olduğuna, oğlunun internette yayımladığı içerikleri bildiğine işaret ettik. Ancak altı ay sonra bu dosya kapatıldı. Ondan dolayı aileler için üzülüyorum. Hiç kimse bu olayda sorumluluk üstlenmiyor. Düşünsenize acil hattını defalarca arıyorsunuz ve polise ulaşamıyorsunuz. Hanau gibi 100 bin kişilik bir şehirde nasıl böyle bir şey olabilir? Bunun sorumluluğunu neden kimse üstlenmiyor?

Masal şehri Hanau’daki ırkçı saldırı günlerce protesto edildi. Her yıl katliamın yıldönümünde düzenlenen eylemlere aralarında politikacı ve sanatçıların da yer aldığı Almanlar da katılarak ırkçılığı lanetliyor. (Fotoğraf: Depo Photos)Masal şehri Hanau’daki ırkçı saldırı günlerce protesto edildi. Her yıl katliamın yıldönümünde düzenlenen eylemlere aralarında politikacı ve sanatçıların da yer aldığı Almanlar da katılarak ırkçılığı lanetliyor. (Fotoğraf: Depo Photos)

Hessen Eyalet Meclisi’nde kurulan bir soruşturma komisyonu aylardır bu konuyu araştırıyor. Oradan nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Hiçbir şey beklemiyorum açıkçası. Çünkü ben bir kez oraya gittim. Müvekkilim ifade verdiği gün oradaydım. Ve orada komisyon üyesi CDU (Hristiyan Demokrat Birlik) ve FDP (Hür Demokrat Parti) üyelerinin ifadeler sırasında gazete okuduğunu, başka şeylerle ilgilendiğini gördüm. Ondan dolayı bu işi ciddiye aldıklarını zannetmiyorum. Tam tersine polisin her şeyi doğru yaptığını, devletin hiçbir hatası olmadığını göstermenin peşindeler. O nedenle fazla bir şey beklemiyorum ve gitmiyorum. Ama mağdur ailelerinin beklentileri var. “Çocuklarımız boşu boşuna ölmüş olmasın!” diyorlar.

Sağ teröristlerin eylemleriyle ilgili neredeyse tüm soruşturmalarda, olayların “bireysel eylemci”lerce gerçekleştirildiği ön kabulü esas oluyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her zaman söyledim. “Bireysel eylemci” diye bir şey yok. Almanya’nın en büyük sorunu “kurumsal ırkçılık”. Poliste, diğer devlet dairelerinde bu var. Geçenlerde 50 genç polis memuru önünde bir konuşma yaptım. Orada “kurumsal ırkçılık”la ilgili konuştum. Soruşturma dosyalarında yer alan bazı terimlerin “kurumsal ırkçılık”ın ifadesi olduğunu anlattım onlara. Çok enteresandı. Bunları ilk kez duydukları sordukları sorulardan belli oluyordu. Almanya’nın en büyük sorunu “kurumsal ırkçılık” bu bir. İkincisi de “bireysel eylemci” iddiası. Tekrarlıyorum, böyle bir şey yok. NSU 1.0’da da aynı durumla karşı karşıya kalmıştık. Orada teröristlerin sadece üç kişi olduğunu söylüyorlardı. Ama mahkemenin elindeki dosyada bile bunun öyle olmadığı çok belirgin olarak görülüyordu. Örneğin Nürnberg’de eyleme geçmeden önce 20 yeri araştırmışlar. Türklerin işlettiği büfeleri, işyerlerini gözetlemişler, çalışanların işe gidiş, geliş saatlerini not almışlar, “saldırı için uygun değil, çünkü ikide bir yan taraftan birileri geliyor” gibi notlar almışlar. İddia makamındaki savcı diyor ki, “İki terörist oraya bir kez geldi, bu istihbarat çalışmalarını yaptı, hedefi belirledi, daha sonra bir kez daha gelip, eylemi gerçekleştirdi.” Ama dosyada yer alan evraklara bakıldığında bunun öyle bir, iki, üç kere gidiş-gelişle olacak bir şey olmadığını görürsünüz.

Yani oradaki başkalarından destek almış olması gerektiğine mi dikkat çekiyorsunuz?

Evet. Nürnberg’den birilerinin bu önçalışmaları yaptığı, bu adresleri eylemcilere verdikleri şüphesi çok güçlü. Hatta dosyaya giren el yazıları bile farklıydı. Ancak savcılık bunun üzerinde hiç durmadı. Polis de, BKA da (Federal Kriminal Daire), mahkeme de aynı şekilde. “Üç kişiden oluşan bir örgüttü. İkisi öldü, biri kaldı” dediler, onu da yargıladılar. Bunlar “bireysel eylemci” değildi, bunların arkasında yapısal destek vardı.

Bir de “yakalanacaklarını anlayan iki teröristin intihar ettikleri, daha doğrusu birinin önce diğerini, sonra da kendisini öldürdüğü” kabul ediliyor. Ancak bu konuda bazı kesimlerde kuşkular var. Sizce bu kuşkular haklı olabilir mi?

Bilirkişi raporları da bu doğrultuda. Ben mahkemede bu konu görülürken çok soru sordum. Açıkçası orada belirtildiği gibi olduğunu sanıyorum.

***

NSU VE HANAU DAVALARININ SEYRİ

1998’de yeraltına geçtikleri ve ikisinin ölü olarak ele geçirildiği, birinin de teslim olduğu 2011’e kadar sekizi Türkiye, biri Yunanistan kökenli dokuz küçük esnaf göçmeni ve bir de Alman polis memurunu kurşuna dizerek öldürdükleri, bu arada büyük bölümü Türkiye kökenli çok sayıda insanın ağır yaralandığı (bu yaralar nedeniyle daha sonra yaşamını yitirenler de oldu) en az üç bombalı saldırı ve en az 15 silahlı soygun gerçekleştirdikleri ileri sürülen sağ terör örgütü NSU’yla ilgili ana dava 2013-18 arasında Münih’te görülmüştü. Üç kişiden oluştuğu kabul edilen örgütün hayattaki tek üyesi Beate Zschaepe’nin ömür boyu hapse mahkûm olduğu davada, örgüte yardımcılık ve yataklık etmekle suçlanan dört neo Nazi ise hafif cezalar almış ve serbest kalmışlardı. Federal Başsavcılık’ın geçtiğimiz hafta kapattığı son soruşturma, yine aynı suçlamalarla karşı karşıya olan diğer beş sanık hakkındaydı. Savcılık bunların dışında dört kişi hakkında daha aynı suçlamayla soruşturma sürdürüyor, ancak bundan da benzer bir sonuç bekleniyor.

NSU davasında Beate Zschaepe, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. (Fotoğraf: AA)NSU davasında Beate Zschaepe, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. (Fotoğraf: AA)

“Soruşturmaya yer olmadığı” kararı verilen diğer dosya da 19 Şubat 2020 tarihinde Hanau kentinde gerçekleştirilen katliamla ilgili. Bu eylemde kısa bir süre içinde kentin iki değişik bölgesinde çoğunluğu Hanau doğumlu dokuz göçmen genci katleden, beş genci ağır yaralayan sağcı terörist, ruhsatlı silahlarıyla daha sonra da yatalak hasta olan annesini ve kendisini öldürmüştü. Olayla ilgili çeşitli soruşturmalar “bireysel eylemci” olduğu kabul edilen terörist öldüğü için kısa sürede kapatılmıştı. Aynı şekilde onunla aynı evde yaşayan aşırı sağcı babası hakkındaki suç duyurusu hakkında da “kovuşturmaya yer yok” kararı alınmıştı. Hanau Savcılığı’nın aldığı son karar teröriste silah ruhsatı veren resmi makamlar hakkındaki suç duyurusu üzerine açılan soruşturmayla ilgiliydi. Bu katliamda yaşamını yitiren gençlerden birinin ailesi, ağır ruhsal hastalıkları olduğu daha önceden bilinen, daha önceki yıllarda yaptığı aşırı sağcı komplo teorileri içeren suç duyuruları ve internette yaptığı aşırı sağ içerikli yayınlar nedeniyle çeşitli güvenlik birimleri tarafından tanınan teröriste bütün bunlara rağmen silah ruhsatı veren ve bunu hiçbir sorunla karşılaşmadan defalarca yenileyen makamlar hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.