Yapalım tabi mutlaka yararı olacaktır; halkoylaması sonuçlarını belde belde, mahalle mahalle çözümleyelim. Sosyolojikten başlayarak sonu lojikle biten her tür disiplinin araçlarıyla anlamaya, açıklamaya çalışalım. Değerli olur elbet. Gidişata dair, gelecekte bizi neyin “bekliyor olabileceğine” ilişkin envai türden kestirimlerde bulunma imkânı sağlayacaktır.

Böyle giderse AKP’ye oy veren seçmenin yapısındaki değişim, eğitimli nüfusun AKP’den uzaklaşması, kıyılara sıkışmış “laik demokratların” atağa geçmeleri, AKP’nin kendi içindeki çatırdamalar, Trump etkisi, Avrupa’daki seçimlerin olası sonuçları, ekonomideki kötü gidiş, Suriye denklemi, Kürtler, Barzani, Rusya ile uzlaşılması imkânsız çelişkiler vs vs hatta Allah’ın takdiri RTE’nin ömrü; elbet eninde sonunda bugün olmazsa yarın olmadı torunlarımız falan AKP iktidardan düşecektir.

Dahası lojikli disiplinleri biraz daha kanırtıp, insanlık değerleri falan da eklesek bir gün insanlığın bu dünyada da eşit, özgür bireylerden oluşan gezegen yurttaşlığına ulaşacağını söylemek bile mümkün.

Cennetin bu dünyada bir gün elbet ortaya çıkacağı inancı ile öte dünyada zaten hazır beklediği inancı arasında fark yok. Bekleyen derviş muradına erermiş!

Gezi olduğunda ben dâhil hemen hepimiz “tabi canım ben bekliyordum, çok normal bu isyan, geç bile kaldı” demiş, yazar çizerimiz eski yazılarımızdan Gezi’yi öngören (!) satırları bulmuştuk.

İnsanlığın geleceğinin nasıl olacağını bilme/öngörme iddiasında ne kadar bilimden yana ne kadar kaderci olduğumuzu belirleyen bugün ne yaptığımızdan başka bir şey değil. Evet, güneş bir gün sönecek, üzerinde yaşadığımız gezegen de.

16 Nisan’a kadar kapı kapı gezerek neden hayır denilmesi gerektiğini anlatanlar, özellikle de örgütsüz olanlar, kendi başına olup da bireysel olarak hayır diyenler, bir parti ya da örgütün kampanyası içinde yer alanlar, özce hayır diyenler o günün akşamından bu yana yerlerinde duramıyorlar. Haksızlığa uğradıklarını, oylarının ve kararlarının gasp edildiğine inanıyorlar. Üstelik en kaba hesaplama ile bile nüfusun yarısı bu durumda.

Bu ülkenin yarısı ilan edilen sonuca inanmıyor. Evet oyu verenlerin de azımsanmayacak bölümü, elini vicdanına koyduğunda ortada bir katakulli olduğunun farkında. Belki aman neyse diye, belki ya içime sinmiyor diye ama durum bu.

İktidar, ilk gecenin telaşını atlatmış görünüyor ama korkusunun geçtiğini söylemek mümkün değil. Hayır cephesinin en büyük örgütlü yapısı olan CHP’nin oldu bittiyi kabullenmesini bekliyor. CHP de iktidarı şaşırtmıyor ve görünen o ki her zaman ki imkan hırsızlığını yapmak üzere.

Kemal Kılıçdaroğlu, 16 Nisan akşamı mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılacağı açıklaması üzerine, Yüksek Seçim Kurulu’nun önüne gidip, bu kararı kabul etmeyeceğini ilan etse ve yurttaşları bulundukları yerin ilçe ve il seçim kurulları önünde toplanmaya çağırsaydı, YSK binasının önünden ayrılmasaydı sonuç böyle olur muydu? Başbakan o balkona çıkabilir miydi? Bırakın balkonu İzmir’ den Ankara’ ya gelir miydi?

Güney Kore olamıyoruz ama bu gidişle Kuzey Kore olacağımız kesin.

16 Nisan akşamından bu yana hukuksuzluğa, haklarının gasp edilmesine isyan eden insanlar tek tek, grup grup sokağa çıkmış durumdalar. Dr. Hülya Şen, rahatını bozdu, işini gücünü bıraktı ve İstanbul’dan Ankara’ ya yürüdü. Binlerce Hülya var, milyonlarca; öbek öbek toplanmışlar ve Beşiktaş’ta, Kadıköy’de, Kızılay, Gündoğdu, Kaleiçi’nde; Edirne’den Ardahan’a, Diyarbakır’dan Sinop’a, Dersim’den Eskişehir’e haykırıyorlar: Bizler inandık siz de inanın, diye bağırıyorlar!

Hakikaten RTE’nin maç bitti, Baykal’ın daha ikinci devre benzetmeleri gibi siyasal alanın aktörlerine seslenen taraftarlara benziyorlar. Bütün ülkeyi stada çevirip, sahaya girmek için bağırıyorlar. Haydi diyorlar, haydi bize bir beden verin, takım kaptanı ortaya çıksın ve haydi desin, diye haykırıyorlar.

Bizler inanıyoruz ama sahadaki “siyasetçiler” inanmıyor. Öyle ise yeni bir takım kurmalı ve yeni bir kaptanla devam etmeliyiz. İnancımıza ortak olanlarla yola devam etmenin zamanıdır. Haziran’dan öteye daha ileriye doğru…