Geçtiğimiz yıl 15 Ocak tarihinde, bu köşede, Ballon d’Or ödülleri üzerine Cenk-Erdem ikilisine selam çakıp “Bu ödül töreni büyük bir Ballon d’Or” başlıklı bir yazı yazmıştık. Kısaca hatırlatmak gerekirse FIFA yılın 11’ine Barcelonalı ve Real Madridli isimleri doldurmuş, Şampiyonlar Ligi finalinde boy gösteren Lewandowski, David Alaba, Mats Hummels gibi isimler tamamen es geçilmişti. Aslında  değişen pek bir şey yok. Halen ödül tarihinin en büyük skandallarından birisi akıllarda. 2010 yılında, Wesley Sneijder, Inter ile Serie A, Coppa Italia, Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşamış ve 1 ay sonra da Dünya Kupası’nda final oynamıştı. FIFA Ballon d’Or ödülünün finaline dahi kalamamıştı ki bırakın finale kalmayı ödülü açık ara kazanması gerekiyordu.

Geçen pazartesi günü sahiplerini bulan ödüller, 2013’e kıyasla daha kötü bir tabloyu ön plana çıkardı. Yılın en güzel golüne layık görülen Puskas Ödülü’nün halk oylaması sonucu verilmesini göz önünde bulundurarak, James Rodriguez’in, 2014 Dünya Kupası’nda Uruguay’a karşı kaydettiği, çerçeveyi dahi tam olarak bulmayan ve direğe çarparak içeri giren golünün, listede çok daha klas olan en az 3-4 golü geçmesini bir nebze anlayabiliyoruz. Ancak yılın teknik direktörü, yılın 11’i ve yılın futbolcusu ödülü üzerine söyleyeceklerimiz çok.

Yılın teknik direktörü ile başlayalım. Evet Carlo Ancelotti Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmuştu, evet Joachim Löw dünya şampiyonu olmuştu, ama ikisinin de bu ödülü kazanamamaları halinde yiyecekleri damga “başarısız” olacaktı. Hatta 2014 Dünya Kupası’nın Löw’ün şampiyonluk için son denemesi olduğu söyleniyordu. Unutmayalım her iki hocanın elinde bu hedeflere ulaşmalarına yardım edecek müthiş kadrolar vardı. Şöyle diyelim, yılın futbolcusu ödülünde finale kalan 3 ismin birisi Ancelotti’nin, diğeri Löw’ün elindeydi. Simeone’nin elinde ise bunlardan hiçbirisi yoktu. La Liga şampiyonluğunu kazanamaması veya Şampiyonlar Ligi’nde finale gelememesi onun için büyük başarısızlıklar sayılmayacaktı. Ancak Arjantinli teknik adam, sahaya koydukları iş isimlerinin etrafındaki şöhretten çok daha büyük futbolcularla harika bir takım yarattı. Atletico Madrid, takım oyunu kavramının o kadar net bir kanıtıydı ki, bu kadronun en gerisindeki ile en ilerisindeki 2 adam bugün Chelsea forması giyiyor ve Los Colchoneros halen dimdik ayakta. Simeone’nin ödülü kazanması için Greg Popovichli San Antonio’yu Texas’ta mağlup etmesi gerekiyor sanırım. Yeri gelmişken de söyleyelim, defansif görevleri yanında, geçtiğimiz sezonun son maçında takımına şampiyonluğu getiren golü atan, neredeyse Atletico’yu Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapacak golün sahibi ve nihayet 2014 Dünya Kupası’nda Uruguay’ın gruptan çıkmasını sağlayan golü kaydeden Diego Godin’in, Almanya’dan 7 gol yemiş Brezilya defansında oynayan David Luiz kadar yılın 11’ine layık görülmemesi nasıl açıklanabilir bilemiyorum.

Manuel Neuer konusuna bu köşede birkaç kez değinmiştim. Benim için bu sene ödülü kesinlikle hakediyordu. Belki Ronaldo ve Messi, kaydettikleri gol sayısı ve performanslarıyla göz alıcı işler yapıyorlardı, ama hep söylediğim gibi onların mevkilerine yıldızlar hep gelmiştir ve gelmeye de devam edecektir. Neuer ise, adı kaleci olan mevkiye bambaşka bir anlayış getirdi. Bana göre dünya futbolunda, mevkisi hakkında bilinenleri bu kadar altüst eden bir kaleciyi çok az görmüştük, belki de modern futbolda hiç görmemiştik.

Kapanışı aynen geçen sene olduğu gibi yapalım, hem adaylıklar, hem seçimler, hem de ödül aralarındaki yapmacık havayla, Ballon d’Or, futbol dünyasının Oscar ödülleri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.