Gökyüzü, hayal perdesi. Gökyüzüne bakıp da hayal kurmayanımız var mı? Yeryüzünde eksikliğini duyduğumuz her şeyi, özgürlüğü, sevgiyi, kutsalı, masumiyeti, birliği göklere havale ettik. Gökyüzü; geceleri ışıklı noktaları birleştirerek figürler icat ettiğimiz bulmaca sayfası. İcat ettiğimiz figürlere daha sonra hayatlarımızı teslim ettik; gökyüzü yönetmeye başladı bedenlerimizi. Ne zaman yeryüzünde içimiz daralsa gökyüzünün dipsizliğinde sonsuzluğu deneyimledik. Sonra yeryüzünün düzensizliğinden, rastlantısallığından, yasasızlığından yaka silkince bu kez gökyüzünden despotu ve haritasını yeryüzüne indirdik. Şimdi haritanın içinden bakıyoruz gökyüzüne ve hiç olmadığı kadar özgürlüğü özlüyor, despottan ve haritasından kurtulamanın yollarını arıyoruz. Daha fazla gökyüzüne bakmayın artık, başımıza ne geldiyse göklerden geldi; aşkın gerçeklik dedikleri, yeryüzünün içkin gerçekliğini ezdikçe, yorgun düştü bedenlerimiz; kudretsiz ve kederli. Artık güçlenmenin, birbirimize, bitkilere ve hayvanlara bakmanın, tenlere dokunmanın, dokunarak dokumanın zamanı; sonsuzluğu, özgürlüğü, sevgiyi, sevinci.


Gökyüzünü özlemini çektiğimiz şeylerin figürleriyle donattık önce. Sonra da bu ideal figürlere göre yargıladık yeryüzünü, bedenlerini değersizleştirdik. Bu da yetmedi, yeryüzünü göksel plana göre örgütledik. “Yukarıdan gelen, bir aşkınlıkla ilişkili olan her örgütlenmeye teolojik plan denir. Bir tanrının zihnindeki tasarı, doğanın varsayılan derinliklerindeki evrim, hatta bir toplumun iktidar örgütlenmesi… böylesi bir plan her zaman biçimlerle ve onların gelişimleriyle, öznelerle ve onların biçimlenişiyle ilgilidir” (Deleuze). Her şey, akıp gitmekte olan çizgiyi kesmek ve iki ucundan tutup kendi üzerine kapatmakla başladı. Ve biçimi ışığın şiddetine, yönüne ve hareketimize bağlı olarak değişen gölgelerimizi çizginin içine kapatmayı öğrendik. O zamandan beri biçimler olarak yaşıyoruz; sadece biçimler görüyor ve biçimlerin gelişimini izliyoruz. Gölgelerimizi göstergelerle, kimlik kodlarıyla donattıkça öznelere dönüşünüyoruz. Tarihçi Plinius’un resmin tarihine ilişkin anlatısı sadece resmin değil, insanlığın da tarihidir: “Resim, bir insanın gölgesinin etrafına kontur çizilerek kopyasının bir yüzeye çıkarılmasıyla başlamıştır”. Kendini duvarların içine kapatmasından çok önce insan, etrafındaki gölgeleri mağara duvarlarına hapsederek resmi icat etmiştir.

***

İnsanın resim yapma serüveni Üst Paleolitik dönemde başladı. Keşfedilen resimli mağaraların en eskisi Fransa’daki Chauvet Mağarası. Bernard David, Üst Paleolitik dönemde yaşayan avcı toplayıcıların, mağaraların derin kısımlarına yaptıkları usta işi resimlerin gizemini nasıl çözdüğünü, ‘İnsanlığın En Eski Muamması’ başlıklı kitabında anlatıyor (Can Yayınları, 2013). Hiçbir hava akımının olmadığı, kandillerle aydınlatılmış bir ortamda, duvarların pürüzlü olmasına rağmen, mükemmel düzgün çizgiler çizerek hayvan figürleri yapan bu insanlar usta ressam olamazlardı. Bu resimlerin ancak mağara duvarına yansıtılan kilden ya da fildişinden hayvan heykelciklerinin gölgeleri etrafında kontur çizilerek elde edilebileceklerini deneyerek kanıtlıyor. Doğanın tahakküm altına alınması ve evcilleştirilmesi, gölgenin ele geçirilmesiyle başlamıştır. Doğanın gölgelerini yakalayıp bir yüzeyde sabitlemeyi ve kontrol etmeyi öğrenen insan, kendi gölgesini de kontur içine kapattığında yerleşik hayata geçmiş ve iktidara yakalanmıştır.

***

Gökyüzü, yeryüzünün sıkıntılı yüzeyinden kaçıp sığındığımız seyirlik ekran. Bulutların rastlantısal, durmadan değişen biçimleri, hayalgücümüzü kışkırtmaya hala devam ediyor. Ve bulutlar yeryüzüne indiklerinde, gökyüzüne bakamıyoruz artık, gökyüzünün içinde yaşıyoruz ve biçimler görme alışkanlığımız birden bozuluyor. Sis, doğanın büyülü gerçekliği; biçimlerin konturlarını bulanıklaştıran, biçimleri biçimsizleştiren bir doğa olayı. Bulutumsu gerçeklik; biçimlerden hiyerarşik kuleler kuran iktidarlar için bir felaket. Karl Popper hayatı buluta benzetiyor: “Hayat tıpkı bir bulut gibidir, fevkalade düzensiz, tertipsiz ve öyle ya da böyle kestirebilirlikten uzak.” Yeryüzünde biçim ve özne yoktur, sadece “biçimlenmemiş bir maddenin en küçük parçaçıkları arasındaki hız ilişkileri” (Deleuze).