Modern, süsten hiç hazzetmedi. Bedenlerin, nesnelerin, toplumların, çağların evrime göre değerlendirildiği 19’uncu yüzyılda süs, evrimsel geriliğin, ilkelliğin semptomu olarak görüldü. Kültür de evrim geçirmeliydi. “Kültürün evrimi, her gün kullanılan nesnelerden süslemenin kaldırılmasıyla eşanlamlıdır” diye yazıyordu Viyanalı mimar Adolf Loos, Süs ve Suç adlı makalesinde (Mimarlık Üzerine, Janus). Modern toplumda bedenler, nesneler modern olmak, yani evrimin en üst basamağında yer almak istiyorlarsa süsten arınmalı, işlevsel, yalın formlara dönüşmeliydiler. Modern tasarımda ortadan kaybolan süs, postmodernite ile birlikte tekrar geri döndü. Ama ne dönüş! Artık bedenler ve nesneler o kadar süslü ki süslerine aldanmamak elde değil. Süsleme sanatının en şaşaalı döneminde yaşıyoruz. Çıplak olan ne varsa süsü veriliyor. Süsü verilmedik neredeyse hiçbir şey kalmadı. Gazeteci süsü verilmiş iş bitiriciler; devlet adamı süsü verilmiş mafya liderleri; millliyetçi süsü verilmiş tecavüzcü ve katiller; heykel süsü verilmiş ne idüğü belirsiz cisimler; tarikat lideri süsü verilmiş pedofiller; kurtarıcı süsü verilmiş mafya liderleri; intihar süsü verilmiş cinayetler ve diğerleri.

Bu kadar süsü verilmiş şey arasında yalın olanı, sahici olanı bulup çıkarmak gerçekten müthiş bir çaba istiyor; kendi cazibesini artırmak için süslenmiş bedenler ile bir başka şeyin süsü verilmiş bedenler arasında ayrım yapmak. Artık süsü kazıdığımızda altından ne çıkacağını da bilemiyoruz. Hiç kazımasak mı yoksa? En iyisi, kendimize bir başka şeyin süsünü vererek karnavala katılmak. Hâlâ öz ve biçim arasında kurulan doğrudan ilişkiyi arayanlar, “olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol” düsturunu hatırlatanlar oluyor tabii. İnsan ne olduğunu biliyor mu ki, olduğu gibi görünsün? İşin tuhafı bize özümüzü, fıtratımızı hatırlatanların, kendilerine efendi süsü vermiş kölelerin olması. Köleler, köleleri çok iyi tanır. İçselleştirdikleri köle düzeneğini, diğer kölelere insanın özü diye empoze etmedikleri takdirde, süslerinin pul pul döküleceğini çok iyi bilirler. Kölelerin birbirlerini köleleştirmelerine en çok da efendiler gülüyorlardır herhalde. Efendiler, kendilerine efendi süsü vermiş köleler ve köleler. Kölelerin özgürleşmesi önündeki engel, efendiler değil, kendilerine efendi süsü vermiş olan kölelerdir.

***

Kölelerin özgürlükten anladıkları, bir an önce kendilerine efendi süsü verebilmenin koşullarını yaratmak. Süsün zirve yaptığı, süsüne bürünerek bir başka şeye dönüşebilmenin kolaylaştığı günümüzde, kölelikten efendi süsü verilmiş köleliğe terfi etmek de kolaylaştı. Şimdi köleler hiç olmadıkları kadar özgür hissediyorlar kendilerini. Süslenip püslenip kurumların içini doldurduklarında haliyle kurumlar da, adları hâlâ aynı kalsa da başka bir şeye dönüştüler, geriye süsleri kaldı sadece: devlet süsü, gazetecilik süsü, hukuk süsü, üniversite süsü. Kavramlar da öyle. Kavramlar da artık gösterdikleri şeyin göstergeleri değil; içleri yok, süslü boş bir kabuktan ibaretler. Bu, bir pipo değidir; bu bir adalet değildir, demokrasi de öyle. Modernin şimdi kafası çok karışık; kurum ve kavramlara hâlâ süssüz zamanlardaki gibi, en yalın halleriyle yaklaşma alışkanlığını sürdürüyor. Ve modern, kendilerine efendi süsü vermiş kölelerle aynı dili konuştuğunu sanıyor. Mümkün değil. Kavramların içleri boşaltıldı; boş yere çene patlatıyor.

***

Kafamızın karışıklığı, süsü verilmiş şeyler arasında yaşamak zorunda kalmamızdan. Şeylerin dış görünüşlerine, süslerine bakarak yaptığımız tüm sınıflandırmalar yanıltıyor bizi. Anlamı, bir başka şeyin süsü verilmiş şeylerle birlikte yitirmemize rağmen, anlam arayışımızı hâlâ ve ısrarla mevcut olanı betimleyerek sürdürüyoruz. Oysa anlamı mevcut olanda değil, henüz göremediğimiz, duyamadığımız, düşünemediğimizde aramak gerek. “Kuvvetler görülebilir değildir” diyor Deleuze; ressam, müzisyen ya da filozof, görülebilir olmayanı görünür, duyulabilir olmayanı duyulabilir, düşünebilir olmayanı düşünebilir kılandır. Anlam bir kuvvettir, görünmüyor; henüz ortaya çıkmamış olanda keşfedilmeyi bekliyor. Görülebilir, duyulabilir ve düşünebilir olduğunda kölelerin süsleri dökülecek ve işte o zaman hep birlikte sokaklarda “kral çıplak!” diye bağırabileceğiz.