Birleşmiş Milletler (BM) Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması (AVV), ABD’nin yeni başkanının görevi devralmasından iki gün sonra, 22 Ocak 2021’de yürürlüğe girdi. Şimdiye kadar 51 ülke tarafından onaylanan anlaşma, böylece uluslararası hukukun bir parçası oldu.

Anlaşma, nükleer silahların geliştirilmesini, üretilmesini, denenmesini, depolanmasını, pazarlanmasını, nakliyesini, konuşlandırılmasını, kullanılmasını; hatta tehdit aracı olarak kullanılmasını yasaklıyor.

ABD tarafından Japonya’da sivil hedeflere karşı kullanılmasından bu yana geçen 75 yıl boyunca bu korkunç silahlara karşı mücadele eden barış güçleri açısından önemli bir başarı bu.

Ancak bu yasaklamanın şimdilik bir faydası yok.

Uzun bir süre boyunca da olmayacak.

Başta NATO üyesi ülkeler, Rusya ve Çin gibi süper güçler olmak üzere çok sayıda ülke anlaşmaya dahil değil.

Bunların bir bölümü, şu anda sayısı 1.800 civarında olduğu tahmin edilen çeşitli kapasitelerdeki atom bombalarına sahip ülkeler. Bir bölümü de Türkiye ve Almanya gibi kendisi atom bombasına sahip olmayan, ama toprakları üzerindeki NATO ya da ABD üslerinde bu silahların depolanmasına ve tabii ki gerektiğinde buralardan havalanacak uçaklar aracılığıyla kullanılmasına izin vermiş olan ülkeler.

Nükleer silahlar transatlantik savunma stratejisinde önemli bir yer tutuyor ve başta ABD olmak üzere 30 NATO üyesi ülke anlaşmaya karşı. Nükleer silah yarışının diğer tarafındaki Rusya, Çin ve Kuzey Kore’nin ya da İsrail, Pakistan ve Hindistan gibi görece bağımsız aktörlerin de gönüllü olarak bu silahlardan vazgeçebileceğine dair bir işaret yok. Aksine, etkilerini ve menzillerini daha da arttırmak için çalışmalar sürüp gidiyor.

Tabii hepsinin gerekçesi potansiyel düşmanlarının bu silahlara sahip olması. Karşı taraftan gelen ‘nükleer tehdit’ devam ettiği sürece kendi ellerindeki nükleer silahların ‘caydırıcılığı’nın zorunlu olduğu olduğunu savunuyorlar.

♦♦♦

Ancak bütün bunlara rağmen nükleer silahlara sahip olmayan ve olmak da istemeyen ülkelerin girişimleriyle başlatılan yasaklama süreci başarılı oldu. BM Genel Kurulu’nun gündemine ilk kez 7 Temmuz 2017’de getirilen anlaşma, kağıt üzerinde de olsa artık uluslararası hukukun bir parçası.

Öncelikle Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkeri tarafından imzalanan anlaşma BM genel kurulunda 122 ülke tarafından kabul edilmişti. Bunlardan 51’inde anlaşmanın nihai olarak onaylanma süreci de tamamlanmış durumda. Avusturya, İrlanda ve Malta gibi Avrupa Birliği üyesi ülkeler de bunlar arasında.

NATO üyesi ülkelerin hükümetleri karşı ancak bu ülkelerde anlaşma lehine ciddi bir kamuoyu sözkonusu.

Örneğin geçen yıl NATO’nun iki eski genel sekreteri, Javier Solona ve Willy Claes, transatlantik ittifakın üyesi ülkeleri anlaşmayı imzalamaya çağırmıştı. Onlardan önce de 20 NATO ülkesinden 50’nin üstünde eski başbakan, dışişleri ve savunma bakanı bu doğrultuda ortak çağrı yapmıştı.

Daha önemlisi anlaşmaya yönelik sivil toplum desteği.

Dünyanın dört bir yanında çok sayıda örgüt bu doğrultuda çalışıyor.

Çatısı altında 101 ülkede faaliyet gösteren 468 sivil toplum örgütünü toplamış olan ICAN (Nükleer Silahların İmhası İçin Kampanya) yıllardır bu doğrultuda yoğun çaba gösteriyor.

Barış İçin Belediye Başkanları örgütü de bunlardan biri. İlk atom bombasının tahrip ettiği Hiroşima’nın Belediye Başkanı Takeski Araki tarafından 1982 yılında kurulan ve zaman içinde 162 ülkeden yaklaşık 7.500 belediyenin katıldığı örgüt, üyelerini nükleer silahların sınırlandırılması ve imhası için çalışmalara katılmakla yükümlendiriyor. Böylece, kendi hükümetleri katılmasa dünyanın dört bir tarafından binlerce yerel yönetim birimi bu anlaşma için taraf oluyor.

♦♦♦

Kamuoyunun bu doğrultuda güçlü olduğu ülkelerden biri de Almanya.

Anketlere göre halkın üçte biri Almanya’nın anlaşmaya katılmasını istiyor. Federal Meclis’teki milletvekillerinin 170’i anlaşmadan yana. 100’ün üzerinde yerel yönetim, merkezi hükümetin bu doğrultuda çaba göstermesini istiyor.

Almanya, birkaç gün önce, 60 yıldır her paskalya bayramında yapılan barış eylemlerine tanık oldu.

Yaklaşık 100 kent ve kasabada dünya barışını dert edinen örgüt ve kişilerin oluşturduğu girişimlerin düzenlediği etkinliklere katılım, koronavirüs salgınının da etkisiyle düşük oldu. Organizatörler yine de 10 bin kişinin katıldığı barış yürüyüşlerini başarı olarak görüyorlar.

Temel çağrısı Almanya’nın anlaşmayı onaylayan ülkeler arasına katılması olan bu yılki barış eylemlerinin biri de bu ülkedeki ABD atom bombalarının konuşlandırıldığı askeri üs önünde gerçekleştirildi.

Almanya’daki barış güçleri önümüzdeki dönemde bu doğrultudaki çalışmaları sürdürmeye kararlı. Hedefleri ‘nükleer silahlardan arınmış bir Almanya’ çağrılarının daha da güçlenmesi. Bilindiği gibi bu yıl eylül ayında Almanya’da genel seçimler gerçekleştirilecek. Koronavirüs salgınıyla mücadele sürecinde yaşanan koas ortamı nedeniyle seçim sonuçlarına ilişkin tahminler giderek değişse de, CDU ve CSU’dan oluşan merkez sağ bloğunun gelecekte kurulacak hükümetin büyük ortağı olacağı kesin gibi. Barış hareketinin içinden çıkan Yeşiller partisi de bu koalisyona ortak olmak için yarışıyor. Partinin başındakiler geçen yıl ilan ettikleri parti programında bu konuyu atlamış (!), ancak tabandan gelen sert tepkiler üzerine, ‘nükleer silahların yasaklanması’ talebini programa almak zorunda kalmışlardı.

Barış hareketi, önümüzdeki dönemde giderek kızışacak seçim sürecinde ve ardından yürütülecek koalisyon pazarlıklarında bu konunun gündemde kalması için çaba göstermeye kararlı.

BM kararıyla insanlık 1975’te biyolojik, 1997’de kimyasal silahları, 1999’da anti-personel mayınları, 2010’da misket bombalarını yasakladı. Bunları kabul etmeyen ve bu silahları kullanmaya devam eden ülkeler var elbette. Suç işliyorlar insanlığa karşı.

Artık aynı şey nükleer silahlar için de geçerli.

Kimbilir gün gelir bu suçların hesabı da sorulur.