Serena Williams’ın günümüzde kasıp kavurduğu kortlara adımını ilk atan Althea Gibson olmuştu. Büyük Buhran’la başlayan Gibson’ın hikayesi siyah kadının kaderini değiştirecekti

Duvarları yıkmak

Wimbledon’da erkeklerde Novak Djokovic, kadınlarda Serena Williams şampiyonluğa ulaştı. Sırp raket Roger Federer’i devirirken, Amerikalı tenisçi, genç Garbine Muguruza’yı yenerek mutlu sona ulaştı. New York Times’da Ben Rothenberg imzasıyla çıkan bir makale şimşekleri üstüne çekmiş durumda. Irkçı ve seksist bulunan yazı hâlâ tartışıladursun, kortlarda ilk fırtına estiren siyah tenisçiyi anımsatmalı; ona selam durmalı...

1927’de dünyaya merhaba demişti Althea Gibson. Güney Karolina’da pamuk tarlasında çalışan bir karı kocanın çocuğuydu. Milyonları derinden etkileyen Büyük Buhran, belki de bu yazının kaleme alınmasına neden olmuştu. 1930’da ailesi Harlem’in yolunu tutmuş, küçük kız erken yaşta sporla tanışmıştı. Tenise çok yakın bir branş olan ‘paddle’da New York şampiyonu olduğunda henüz 12 yaşındaydı.

Ertesi yıl komşuları Althea’ya sponsor oluyor, onu Cosmopolitan Tenis Kulübü’ne yazdırıyordu. Yaşıtları bileğini bükemiyor, Amerikan Tenis Birliği’nin turnuvalarında kupaları topluyor; aynı organizasyonda on yıl boyunca yenilmiyordu.

Gibson’ın yeteneğinin farkına varan Walter Johnson, onun çok daha başarılı olacağına inanıyordu. Grand Slam turnuvası kazanan tek siyah erkek tenisçi olan Arthur Ashe’i sonradan destekleyecek spor insanı, genç kadını daha büyük turnuvalar için hazırlıyordu. Amerika Birleşik Devletleri Salon Turnuvası’nda mücadele eden ilk siyah olduğunda tarihler 1949’u gösteriyordu. Aynı yıl Florida A&M Üniversitesi’nden tam burs kapan raket dur durak bilmiyordu. Fakat teninin rengi önündeki en büyük engeldi.

1950’de onun bugünkü Amerika Açık Turnuvası’nda oynaması için büyük bir lobi faaliyeti yapılmıştı. 23. yaş gününde turnuvada sahne aldığında, tarih yazılmıştı. Zira ilk defa bir siyah tenisçi organizasyona kabul edilmişti. Wimbledon şampiyonu Louise Brough’ya üç sette yenilse de ülkenin manşetlerinde o vardı.

Ertesi yıl ilk uluslararası turnuvasını kazanan Gibson, Wimbledon’a ayak bastığında yine kitaplara geçiyordu. Söylemeye gerek yok, tenisin en saygın organizasyonunda sahne alan ilk siyah yine oydu.

1953’te diplomasını alıp Lincoln Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan sporcu, hayatının kararıyla karşı karşıya kalmıştı. Adını açıklamadığı bir subaya âşık olmuş, tenisten kopup orduya girmeyi düşünmüştü.

Tercihi başka olsa, bu yazı yine yazılır ancak çok daha kısa sürerdi...

1955’te Amerika’yı temsilen Asya’da gösteri maçları yapan Gibson, katıldığı küçük turnuvalarda döktürüyordu. Hasat zamanı gelmişti.

Ertesi sene Roland Garros’u kazandığında, tüm dünyada manşetleri süslüyordu. İlk defa bir siyah bir Grand Slam turnuvasında şampiyon olmuştu. Çiftlerde de zafere ulaşan başarılı raket, Wimbledon’da teklerde çeyrek final görmüş, çiftlerde yine kupa kaldırmıştı.

1957, onun yılıydı. Darlene Hard’ı yenerek Wimbledon’da mutlu sona ulaşarak yine tarih kitaplarına geçiyordu. Merkez kortta taçlanan ilk siyah tenisçiye kupasını Kraliçe İkinci Elizabeth vermişti. Bir zamanlar beyazlarla yan yana oturmasına bile izin verilmeyen kadın, onların yan yana gelemeyeceği Kraliçe’nin elini sıkıyordu. New York’a dönüşünde kahramanlar gibi karşılanan tenisçi için geçit töreni düzenlenmişti.

O sene Amerika Açık’ı da (o dönemki adıyla Amerika Ulusal Şampiyonası) kazanan Gibson, çiftler ve karışık çiftlerde de kupa koleksiyonculuğunu sürdürmüştü. Sports Illustrated ve Time dergilerine kapak olan ilk siyah kadın da oydu.

1958’de Wimbledon ve Amerika Açık unvanlarını koruyan başarılı raket, profesyonelliği seçiyordu. Zira o tarihlerde tenis amatördü...

Bir yandan şansını müzikte deneyen Gibson, 1964’te Kadınlar Profesyonel Golf Birliği’ne üye olan ilk siyah kadın olmuştu. Bazı turnuvalara alınmamış, kimi zaman kulüplere kabul edilmediğinden üstünü arabasında değiştirmişti. Ama o hiçbir zaman bildiği yoldan şaşmayıp öncü olmaya devam etmişti.

1999’da Serena Williams Amerika Açık’ı kazandığında, biricik Althea 72’sindeydi. Ertesi yıl ise abla Venus aynı başarıyı tekrarlamıştı.

Onun 1950’de Amerika Açık’a ilk adımını attığı an, 1947’de beyazlarla oynayan ilk siyah beyzbolcu Jackie Robinson ile kıyaslanadursun, 2003’te son nefesini veren Gibson’ın adı bugün sayısız merkezde, kortta yaşıyor. Kraliçe İkinci Elizabeth’ten kupa alırken, belki de ötekilerin Wimbledon’ı ilk defa duymasını sağlamıştı. O raketi ilk eline aldığında, Amerika’da tenis oynayan azınlıkların oranı yüzde 5 bile değildi. Bugün deseniz yüzde 30’dan fazlalar; bunların da üçte ikisi siyahlar.

Evet, ilk adımı o atmıştı. Sonrası malumunuz...