Championship play-off finalinde penaltılarda Premier Lig vizesi alan Huddersfield Town’ın hikâyesi

Efsanelerin yetiştiği çiftlik

Pazartesinin ilk saatlerinde biten Göztepe- Eskişehirspor karşılaşmasıyla Süper Lig’in son temsilcisi belli oldu. Antalya’da sarı-kırmızılılar 14 yıllık hasretini penaltılarla dindirirken, geceye meşaleler damgasını vurdu. Beş kere duran oyuna, zorunluluktan 28 dakika eklendi. Eskişehir’deki kupa finalindeki “şov” da düşünülünce, son hafta sahaya yabancı madde yağdırmak kural oldu; efendice maç izlemek istisna!

Ekmek arasında bile meşale sokacak kadar yaratıcı olan “futbol sevdalıları” yarın sahalara delici maddeler sokabilir, silahlarla da çözüm arayabilir. Çimlere atlayıp hakemden hesap sormaya kalkan birisi çıkmadan önlem almakta fayda var. Bir zamanlar Şampiyonlar Ligi maçlarına girerken, berelerimiz çıkrtılıp saçlarımızda bozuk para bile aranıyor; neredeyse apış aralarımızda ne sakladığımıza bakılıyordu. Dün dündür tabii...

Şaka bir tarafa Bucaspor’dan altı yıl sonra İzmir’i Süper Lig’de temsil edecek Göz Göz’ü tekrar tebrik etmeli, başka bir diyarda yine penaltı atışlarıyla üst ligin yolunu tutan başka bir takımı anımsatmalı...

29 Mayıs günü futbol tarihinin bugüne dek en pahalı müsabakası Wembley’deydi. Kazanan takım Premier Lig’e yükselmekle kalmayacak, gelecek sezon kasasına 170 milyon Sterlin (770 Milyon Lira) koyacaktı. Yayın hakları pastasının Ada’da geldiği boyut akıllara durgunluk veredursun, Reading’i deviren Huddersfield Town mutlu sona ulaşıyordu. Birçoklarınızın onlar da kim dediğini duyar gibiyim. Müsaadenizle...

Leeds ile Manchester’ın ortasında 160 bin kişilik bir kasabanın takımı onlar. 1908’de sessiz sedasız kurulmuşlardı, ilk kupalarını aldıklarında bizim topraklarda henüz cumhuriyet ilan edilmemişti.

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasıydı. Leeds’e taşınmaları söz konusuydu. Kasabanın sakinlerinin düzenlediği bağış kampanyası, takımın ait olduğu topraklarda yoluna devam etmesini sağlamıştı. 1920’de Federasyon Kupası’nda final gören minik camia, aynı yıl o zamanki adıyla 1. Lig’e yükselmişti. Ertesi sene teknik direktörlük koltuğuna oturan Herbert Chapman ile masal bitmiş, destan başlamıştı.

1922’de Federasyon Kupası’nı kazanan Huddersfield, 1924’te şampiyon olmuştu. Tüm gözler onların üstündeydi. Ertesi sezon aynı başarıyı tekrarladıklarında, o günlerde henüz minik olan Arsenal, başarılı futbol adamının peşine düşmüştü. Ada’nın en zengin insanlarından Sir Henry Norris İngiliz futbol düşünürünü transfer etmeyi başarmıştı. Bir ömür sonra her iki takım da Chapman’in heykelini dikecekti.

Onsuz yoluna doludizgin devam eden mavi-beyazlılar 1926’da üst üste üçüncü kez şampiyon olmuştu. Onların bu başardığını sonradan Arsenal, Liverpool ve Manchester United tekrarlayacaktı.

1928’de Federasyon Kupası finalinde Blackburn’e boyun eğen Teriyerler, 1930’da da eski hocalarına boyun eğmişti. Arsenal’in tarihinde kazandığı ilk kupa da buydu. Chapman önderliğinde Topçular’ın taçlandığı mücadeleye Wembley’in üstünden geçen zeplin damgasını vurmuştu. İki cihan harbi arasında o gün Almanlar dosttu! Yine tesadüfe bakın, aynı yerde 87 yıl sonra Huddersfield’ı Premier Lig’e Almanlar uçurmuştu.

1930’larla beraber Arsenal şaha kalkarken, mavi-beyazlılar ligin güçlü ekiplerinden biri olarak kabul görüyordu. 1938’de televizyondan naklen yayınlanan ilk Federasyon Kupası finalinde Preston North End’e uzatmalarda kaybeden Teriyerler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra duraklama, 1972’de de çöküş dönemine giriyordu.

Uzun süre alt kümelerin tozunu yutan kasabalılar, 45 yıl sonra bir zamanlar üçleme yaptıkları ligdeydi. Sezonu eksi gol averajıyla bitirip play-off’a kalan Teriyerler, kim bilir takımdaki Almanların fazlalığı sayesinde beyaz noktada kazanmasını bilmişti.

Aslında küçücük kulüp futbol tarihi için o kadar önemli ki... Chapman’dan seneler sonra da Bill Shankly başka bir kırmızı camianın başına geçmişti. Arsenal’i Arsenal, Liverpool’u da Liverpool yapan iki devin bir önceki durağı aynı yerdi!

Bundan neredeyse 25 yıl önceydi. Bir dönemin güzide bilgisayar markası, günümüzün antikası Amiga’da bir menajerlik oyunu oynuyordum. Sadece İngiliz takımları vardı. Tam yeni oyuna başlayacakken, odama gelen babama sorunca olaylar gelişmişti. Liverpool meftunu çocuk, o gün ilk defa Huddersfield ile tanışmıştı. Ayaküstü camianın şanlı tarihi anlatılmış, “daha çok oku” diye kulak çekilmişti.

Bilgisayarlar gelişiyor, oyunlar mükemmeleşiyordu. Değişik platformdaki değişik oyunlarda bu satırların yazarı hep aynı takımla mücadele ediyordu. Ben onları Premier Lig’de de zafere ulaştırdım, Şampiyonlar Ligi’nde de. Stadyumları normalde 25 bin kişi alıyor da, oyunda kasabanın yarısı maçlara geliyordu. Yönetim sağ olsun, 80 bin kişilik kapasite bize ancak yeter demişti.

Şaka bir tarafa gönlümün minik sultanı, çeyrek asırdır sayısız oyunumun baştacı yine futbolun zirvesinde yerini alıyor. Bir zamanlar Jürgen Klopp ile beraber çalışan teknik direktörleri David Wagner’in bir sonraki durağı özellikle merak ediliyor. Leicester’ın geçen sene yaptığı gibi Ada’da masallar yine gerçek oluyor. Burada ise meşaleler yağıyor, şiddet hayatımızın her bir anında suratımıza çarpıyor.