Sosyal medya küstahlığı diye bir şey var. Sosyal medyada herkes her konuda fikir sahibi olabiliyor. Fikir sahibi olmak da yetmiyor kimi zaman, uzman oluyorlar. Bilirkişi oluyorlar. Çıkıp da bir doktora, eğer siz de doktor değilseniz, tıp ile ilgili bir konuda “Ben böyle düşünmüyorum” ya da “Siz haksızsınız” falan diyebilir misiniz? Bir marangoza, eğer siz de marangoz değilseniz “O dolabın kapağı öyle kesilmez” diyebilir misiniz mesela? Bir balıkçıya nasıl ağ atacağını öğretmeye kalkıyor musunuz?

Bu dediklerime zaten çok kalkışan olmuyor ancak “sanat sepet” işlerinde herkes uzman! Tam da tabire yaraşır şekilde işte: “Sanat, Sepet!”

***

Birisinin sanatını, sanatçılığını çok rahat tartışabiliyor mesela. Uzmanlığı bu olmamasına rağmen. Diyorum ki “lokal bir şarkıcıdır, sanatçı değil.” “Sen kimsin be” falan diye girişiveriyor kavgaya. “Lokal şarkıcı” lafını da hakaret gibi algılıyor. Oysa değil. Buradaki “lokal” neresi? Türkiye! “Bu bölgenin şarkıcısıdır, Kapıkule’den çıkınca kimse tanımaz” demek istiyorum yani. Uluslararası bir isim değil diyorum. “Sen kimsin” diyor hâlâ...

Yahu bu “sanat” öyle göreceli bir şey değil dostlar. Sizin sevdiğiniz her şey sanat değildir. Dolayısıyla “sanatçı” da göreceli bir şey değildir. Bunlar sanat eğitimi almış kişiler tarafından ölçülebilir şeylerdir. Hem İdil Biret hem Orhan Gencebay aynı anda sanatçı olabilir mi? Olamaz! Bu bir hakaret, aşağılama falan da değildir, bir tespittir. Tartışmaya açık değildir. Tartışılamaz. Bir şeyin sanat olup olmadığı konusunda bu işin uzmanlarının dışında kimsenin söz hakkı yoktur! Bu soru konuda uzmanlığı olmayan kişilere sorulmuş bir soru değildir.

Peki sanatı okumak, öğrenilebilecek bir şey midir? Tabii ki. Dolayısıyla bu konuda ahkâm kesmek isteyenler bunun eğitimini alabilirler.

***

"Sanatsal beğeni ve görecelik kavramlarının zekâ, eğitim düzeyi, kültürel kodlar, öğrenme yetisi ve algılama biçimleriyle çok yakından ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Kendine yetebilen bir zekâ ve akıl için yapılacak her türlü şeyin, nitelikli bir sanat eğitimi ve nitelikli bir sanatsal kültürle birlikte bireylere taşınması mümkündür. Teorik olarak sanat eğitiminin bireylere yeni bir kültürel kod olarak aşılanması gerektiği vurgusu, uygulama noktasında çok daha fazla önem arz etmektedir. Literatür okumalarımız bizlere gösteriyor ki; nitelikli bir sanat eğitimi, nitelikli bir sanat öğreticisi olmaktan geçmektedir. Toplumsal yapı ve kültürel ögelerin sanata ne kadar yatkın veya yakın olması problematiği elbette belirleyici bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır." (Balsesen, H.&Gökbulut, N. (2020). Sanatta Beğeninin Göreceliği ve Ölçütü, International Journal of Cultural and Social Studie. 6/1)

***

Geçen haftaki yazımda Altın Kelebek ödülleri ile ilgili “Elinize ne aldığınızı bilin” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazımı yazdığım dakikalarda henüz tören gerçekleşmemişti. O muhteşem konuşma yapılmamış, o onur ödülü henüz verilmemişti. En başından ödülü reddetmekle başlattığım tartışmayı yine çok geniş bir pencereden beslemeye çalışıyordum. Geçtiğimiz hafta boyunca konu maalesef İbrahim Tatlıses konusuna takıldı kaldı. Herkesin de işine geldi.
Ben tartışmayı “aldığınız ödül AKP yayın organının verdiği bir ödüldür” eksenine oturtmaya çalışmıştım. Bunu tekrar ediyorum. Bu organizasyonlara itibar eden arkadaşlarımı kırma, üzme pahasına bunları defalarca yazıyorum. Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmalarına rağmen tekrar tekrar yazıyorum. Bu sektörün bileşenleri bu güne kadar bir araya gelmeyi başarabilmiş olsalardı bugün artık uzun diziler kısalmış, çalışma saatleri düzene girmiş, ücret uçurumları ortadan kalmış, set ölümleri bitmiş olacaktı. Birlikte hareket eden bir camia, emeği, ekmeği şantaj malzemesi yapmış bir iktidara karşı dimdik durabilecek ve yine şantaj malzemesi ödüllere tamah etmemiş olacaklardı. Yastığa başını rahat koyamadığına emin olduğum çok arkadaşım var. Tek başına dik duramayanları da inanın anlıyorum. İşte bunun için tekrar yazıyorum yıllar boyunca ısrarla yazdığımı: “DA-YA-NIŞ-MA!”

Esirliğinizden ancak bu şekilde kurtulabilirsiniz.