İrem Abla

Gotthold Lessing der ki: "Gerçek korrepetitör, sadece nota çalan, eşlik eden biri değildir; ilk provadan eser bütün olarak ortaya çıkıncaya kadar şarkıcıyı o yetiştirir, o hazırlar. Bunun için de her şeyden önce notaların gerisini görebilmeli, bir sanat eserinin ruhunu ve anlamını hissedebilmeli, dilini çözebilmelidir." 

İrem Eğriboz Bozkurt ile tanışmam konservatuar yıllarımın ikinci senesinde oldu. O benim ilk korrepetitörümdü. Daha sonra hep birlikte çalıştık. Bana sınavlarımda eşlik etti, konserler yaptık. 

Yaşamımın en önemli dönüm noktalarında hep İrem Abla vardı. 

Derslerimiz hiç bitmezdi. Benimle olan dersinin arkasına başka ders koymamaya gayret ederdi, çünkü ne zaman yorulacağımız belli olmazdı. Saatlerce, bir dantel işler gibi öğretirdi bana notaları. Öyle incelikli ve her stili tam da olması gerektiği gibi. 

En zor sınavlarda, konserlerde birlikteydik. Hatta bunlardan bir tanesi 1999 yılında “Ertuğrul Oğuz Fırat’a Saygı Gecesi”ndeki sahnemizdir. Rahmetli Ertuğrul Hoca’nın şarkılarının dünyada ilk seslendirilişini yapmıştık. Yarım saatlik bir performans için günlerce, haftalarca, ölçü ölçü, nota nota çalışmıştık. O denli zor eserlerdi. Daha sonra bir daha çalınmamış bile olabilir bu eserler o günden sonra. 

Yine aynı yıl Viyana Müzik Akademisi’nin sınavını kazanmıştım. Burs bulamazsam Viyana’ya gidemeyecektim. Avusturya’nın eski Türkiye Büyükelçi’sinin eşi Helga Ziegler’e bir mektup yazmıştı benim için. Ziegler ile Viyana’da tanışmıştım. Daha sonra bir mektup da Frau Ziegler bu sefer Bilkent Üniversitesi’ne, İhsan Doğramacı’ya mektup yazmış, benim için burs istemişti. Bu sayede, bu burs ile mümkün olabilmişti Viyana’ya gidişim. 

*** 

İrem Abla benim için bir öğretmenden, bir piyanistten, eşlikçim olmasından çok öteydi. Dostumdu. Onun yanında “öğrenmek” hiçbir zaman bitmezdi. Okuldaki odasından daha çok vaktimizi evlerinde geçirirdim. Eşi Murat abi bana eşsiz koleksiyonundaki kayıtlarından örnekler çalar, DVD’ler izletirdi. O zamanlar bu kayıtlara ulaşmak şimdiki gibi kolay değildi. Bir opera kaydını bulup yurtdışından getirtmek hem uzun zaman alırdı hem de çok pahalıydı. Onların bu geniş arşivinden çok şey öğrendim. 

Sonra sohbetlerimiz. En değerli, en üst noktadan konuşurduk müziği, sanatı. Sadece bunlar değil elbet. Geyik de yapardık. Yemek tarifleri de verirdik birbirimize. Sophia Lauren’in biberli tarifini vermişti bana, hala yaparım. Sonra pratik, kavunlu, naneli, dondurmalı tatlıyı da. 

Viyana’daki yıllarımda da ne zaman başım sıkışsa arardım, konuşur, dertleşirdik. 

Hani bazı insanlar vardır, onu sevmeyen biri varsa dersin ki; onu sevmeyendedir problem. İşte öyle birisiydi İrem Abla; sevmeyenini hiç tanımadım. 

Yüzlerce sanatçı yetiştirdi İrem Abla. Yüzlerce operacının ağzında notalardır şimdi o. 

Bugün ben “bir şey” olabildiysem payı çoktur. Payı çoktur demek bile az kalıyor. İrem Abla kanımın, nefesimin çok büyük bir kısmıdır, çok. Yolum onunla kesişmemiş olsaydı iyi bir şarkıcı olamazdım. 

*** 

1960 doğumluydu İrem Abla. Amansız hastalığa yakalanmış, birkaç gün önce ise onu yitirdiğimizi öğrendim. Artık çok eksiğim. 

Tarifsiz kederliyim. Ölümün hiç yakışmadığı bir insandı İrem Abla. 

Bu ölümde de can dostum Oylun Davran Erdayı’nın “Gerçek Bir Sevginin Bedenini Kaybedenler İçin Requiem” yazısı geliyor aklıma. O yazıdan bir bölümü aktarmak isterim: 

“…Yaşamın ya da ölümün bir düzeni- bir sistemi yoktur. Ki bu yüzden bazen bebeler ölü doğar; dehalar asalaklardan kısa yaşar; gencecik ve ışıltılı insanlar yaşamdan koparken tüm kötülükleri var edenler- onu bir sistem sayanlar ve önünde secdeye duranlar uzun bir yaşamla ödüllendirilir. Bu rastlantısallıkla çarpışmak insanın aklını başına almadan baş edebileceği bir durum değildir…” 

Bu kayıpla baş etmem çok zor, aklım yine başımda değil. 

Seni çok özleyeceğim İrem Abla. Söylediğim her notada hep vardın, hep olacaksın…