Biraz dertleşelim…

Ben çok sıkıldım. İki arada bir derede kalmış, Avrupalı mı Ortadoğulu mu, ne olduğuna karar verememiş ülkemizde, yirmi yılı aşkındır süren koyu karanlığın ağır yorgunuyum.

Cezaevinde değilim ama arkadaşlarım, dostlarım, sevdiklerim esir.

Ölmedim ama bir baktım ki, sosyal medya paylaşımlarım, özellikle son yıllarda, yitirdiğim sevdiklerimle dolu.

Geçtiğimiz hafta da canım Metin Uca’nın kaybı ile sarsıldım. Yüreğim kaldırmıyor artık.

Ölülerimizi huzur içinde uğurlamamızı bile istemiyorlar. Metin’in ardından bir insanımsı sürünün yazıp çizdikleri akıl alır gibi değil.

Yazar dostum Başar Başaran şöyle isyan etmiş: “Metin Abi’ye veda için attığım twitin altına yazılan insanlıktan nasibini almamış, sevgisiz hezeyanlar yüzünden adam engellemekten yoruldum. Çok düş kırıcı. Bu ideoloji falan değil, psikiyatrinin konusu. Mutsuz, saldırgan, nefret dolu, davranış bozukluğu olan kötü insanlar bunlar.”

Hissim tam olarak budur. Hatta fazlası da var.

Metin, pırlanta gibi bir adamdı. Hep dik durmuş, hiç eğilip bükülmemiş, hep çalışan, üreten, belki ağlarken bile güldüren, yakışıklı, güzel bir beyefendiydi. Kimseyi incitmeyen, insana, hayvana, doğaya saygılı, sevgili, yeri doldurulamayacak bir dosttu.

Kendisine bakan, doğru dürüst içkisi, sigarası bile olmayan bu adamın yüreğine kan taşıyan damarlarını tıkayan şey tam olarak kederdi.

Metin’in yaşamının büyük bölümü mahkeme kapılarında geçti. Hakkında açılmış onlarca dava vardı hala.

Yazık.

Bu ülke, insanlıktan nasibini almamışların ülkesi oldu artık.

Zindanlarda ve mezarlardayız…

Bir kısmına kesinlikle saygı duymadığım, sevmediğim insanların arasında, çok az nefes alabilerek sürdürüyorum yaşamımı.

Ölümün olduğu yerde her şey anlamsız kalıyor. Köşe yazarak yüreğimi daha fazla yormak istemi-yorum. Yürek önemli. Gücüm yok. En azından şu anda hissiyatım budur.

Kendimiz yazıyor, kendimiz okuyoruz. Kimse bir şey kaybetmez ben haftada bir şu köşede bir şey yazmayınca. Hem üç dava da eksik açılmış olur. İyi olur.

Biraz durmak zamanıdır benim için. Gazetemden kimseyle de konuşmadım daha önce bu kararımı. Az sonra yazımı göndereceğim ve onlar da öğrenmiş olacaklar.

Bir süre sonra yine yerimde duramazsam yapmak istediğim, sevdiğim dostlarımla söyleşilerdir. Kafamı topladığım zaman bu söyleşilerle tekrar başlarım belki, kim bilir…

Önce siz değerli okurlara, daha sonra ise gazetem BirGün’e ve gazetemin tüm emekçilerine çok teşekkür ediyorum.

Şimdilik bana müsaade…

∗∗∗

Bir konu var içimde kalan. Uzun süredir bunu nasıl yazacağımı düşünüyordum. Yıllar önce, Gezi döneminde yazdığım bir yazı var. Sertab Erener’e yazdığım “Eski Bir Dosta Mektup” yazısı. Çok pişmanım bu yazıyı yazdığım için. Gezi döneminin heyecanı ile yazılmış bir hezeyandır. Derdimi bir telefon açıp dostuma anlatabilecekken onu bir köşe yazısında yerden yere vurdum. Kötü, kötücül bir yazıdır. Kabul görmeyeceğini biliyorum ama bu son yazı ile Sertab’dan, sizlerin huzurunda çok özür diliyorum.

Başka da hiç kimseye özür borcum yok.