Yürümek, alıp başını uzaklara gitmek. Ne çok isterdik, değil mi? Bilmez miyim, ama yerçekimi izin vermiyor. Külçe gibi yapıştık yere. İnsan yürüyemeyince, “Yürümenin Felsefesi”, “Yürümeye Övgü” gibi kitaplarda arıyor teselliyi, böylesi daha kolay. Kitaplar, düşünürlerin aynı zamanda iyi birer yürüyücü olduklarını hem mekânda hem de düşüncede alıp başlarını çok uzaklara gidebildiklerini yazıyor. Yürümek, aklı da yürütüyor. Ve beklenildiği üzere, bu kitapları okudukları halde, kimse ne ayaklarını ne de aklını yürütmeye kalkışıyor; yürümek, yerçekimiyle mücadeleyi gerektirir. Yürüme üzerine kitap okumak, yürümenin yerine geçebilir mi? Bu biraz da açık havada yürümek yerine koşu bandında yürümeye benziyor. Bilmem farkında mısınız? Koşu bantları sizi bir yere götürmüyor, olduğunuz yerde sayıyorsunuz. Karşınızdaki ekrandan akan görüntülerle kandırıyorsunuz kendinizi. Mümkünse her etkinliği evde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Pandemi süreci eve bağımlılığı daha da arttırdı. Oysa eve bağımlılık, yaşadığımız tüm sorunların kökeni; sağlık olsun, ekonomik, politik, ruhsal olsun. Yerleşikler yürüyüşe çıksalar bile çok uzaklaşamaz, dönüp dolaşıp sonunda yine evlerine geri dönerler. Çocukluğumuzdan beri durmadan evi tekerledik: “Evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine”. Yerçekimi evin çekimidir. Kurtulabilseydik hem mekânsal hem de düşünsel olarak çok uzaklara gidebilirdik. Başımıza ne geldiyse evde geldi, evden geldi; her şey ev denilen kompozisyonda gerçekleşiyor.

“Bir kitabın, bir insanın veya bir müzik kompozisyonunun değerini anlamaya yönelik ilk sorumuz şudur: Yürüyebiliyor mu?” (Nietzsche). Sahi, ev yürüyebiliyor mu? Yürüyen evler var, karavanlar gibi. Karavana da gerek yok, ev yürür zaten, siz yürüdükçe yürür; içinize yerleşmiştir çünkü. Yerleşiklerin bedenleri, gittikleri her yere evi taşımaya, evin değerlerini her şeye bulaştırmaya yarar sadece. Asıl mesele insanın, kitabın ya da müzik kompozisyonunun yürümesi ve yürüyerek evden ve değerlerinden uzaklaşabilmesidir; evin terk edilmesi. Ev, kadim denilen tüm despotik değerleri, ataerkilliği barındıran, bölünerek ya da tomurcuklanarak çoğalan ve despotik yapıları çoğaltan bir birimdir. Tüm despotlar evin ve ailenin değerleri üzerinde yükselir. Ev denilen muhafazakâr yapı despotun legosunun en küçük parçasıdır. Despotik toplumlar, ev ve ailenin değerleriyle kurulur. Evden kaçmak kolay değil, zira despot içinize yerleşmiştir. “Önceleri gene eninde sonunda eve, asıl tona dönülüyordu; ama yavaş yavaş öyle uzaklara gidilmeye başlandı ki artık temel tona dönmeyi gerektiren bir duygu kalmadı” (Anton Webern, Yeni Müziğe Doğru, Pan).

***

Evde sadece temel ton işitilir; çokluğun sesini bastıran despotun sesi. Evden yeterince uzaklaştığınızı düşünür ve kurtuldum dersiniz, fakat birden o ses çınlar içinizde ve kendinizi yeniden evde bulursunuz. Ton, sizi sarıp sarmalayan duygudur. Açık havadasınız ve içinizi sevinç duygusu kaplamıştır, tam o sırada içinizden bir yerlerden despot seslenir ve kederli duygulara yeniden gömülürsünüz. Evden kurtulmak kolay değil. Yerleşik hayatların kompozisyonu tonaldir, tek bir merkezi notanın etrafında örgütlenmiştir, dönüp dolaşıp aynı sese geri dönerler. Toplumu evlerin evi gibi de düşünebilirsiniz. Despotik geleneğe yaslanan toplumların dönüp dolaşıp faşizme geri gelmeleri boşuna değil. Nietzsche’nin kitabındaki, insanın ya da müzik kompozisyonun değerini belirlemeye yönelik sorusu şu şekilde de sorulabilir: Tondan, tonaliteden kurtuluyor mu? On iki ton müzisyenleri temel tondan kurtulmak için az uğraşmamışlardı. Sonunda sadece evden değil, eve geri dönmeyi gerektiren duygudan da kurtuldular. Hep faşizme geri dönüyorsak şayet, evden ve duygusundan yeterince uzaklaşamıyoruz demek ki.

Tek sese o denli alıştık ki, o sesten uzaklaşmak, armoniyi, uyumu yitirmek demektir. On iki ton müzisyenlerine de atonal (tonsuz) demişlerdi. Bir merkezin etrafında örgütlenmeye alışkın bedenler için merkezi tondan uzaklaşmak, ötekilerin seslerine ulaşmak, kaosu deneyimlemektir. Evden kaçış yolları icat etmemiz gerek, yoksa her seferinde dönüp dolaşıp eve, kendimize, faşizme geri döneceğiz. Evdeki koşu bandı, Fordist üretim bandıdır, sizi götürse götürse faşizme götürecek.