Bir kil topağı düşünün. Dikkatle baktığınızda, topağın yüzeyinin canlı cansız formlarla dolu olduğunu keşfediyorsunuz; maddenin içkin kuvvetleri kili katladıkça inorganik olandan organik olana geçildiği, kıvrımlar kendi üzerlerine katlandıkça formların giderek çeşitlendiği bir kıvrımlar denizi. Kıvrımların kudretini duyumsamak yerine, konturları içine kapatılmış formlar görmeye yatkın olduğumuz için gözümüze tabii ki biçimler takılacak; inorganik ve organik biçimler çokluğu. Biraz daha dikkatle bakın, orada kendinizi de göreceksiniz. Bu kil topağının birilerinin eline geçtiğini, kil topağına bir oyun hamuru gibi şekil verdiklerini düşünün. Kil topağına dışarıdan kuvvet uygulandığında haliyle kil ile birlikte siz de ezileceksiniz. Tanrı-kral, yeryüzünü bir Demiurgos gibi biçimlendirirken her seferinde formunuz, hareket alanınız, diğer formlarla ilişkileriniz değişecek ve kendinizi daha fazla ezik hissedeceksiniz. İktidar, oyun hamuru gibi yeryüzünü kendi çıkarlarına göre biçimlendirdikçe bizim payımıza da hep ezilmek düşüyor.

Madem durmadan eziliyoruz, o hâlde kendimize “Ezilenler” diyelim ve örgütlenelim dedik, partimiz bile var. Partimiz, iktidarın uyguladığı darbeler nedeniyle biçimi bozulanları bünyesinde topluyor. Aklınıza, çarpışma sonucu kaportası içeri çökmüş otomobiller gelebilir. Doğru, bizim partimiz şekil ve şemaili bozulmuş otomobillerin partisini andırıyor. Tıpkı fabrikada otomobillerin kalıplara göre üretilmesi gibi, insanın da bir kalıbı olduğunu ve ezildikçe orijinal halinin bozulduğunu düşünüyoruz. İktidar, insanı bozuyor. Darbelerle kaportası çökmüşleri bir çatı altında toplayarak örgütledik. Artık daha fazla ezilmek istemeyenler, eziklerinden kurtulup orijinal formuna kavuşmak isteyenler birleşecek. Giderek ezilenlerin sayısı artıyor. Direneceğiz ve formumuzu geri kazanacağız.

En zorumuza giden, iktidarın kalıplara dökerken bizleri olmadık biçimlere sokması. Oysa bizler biçimlerimizden memnunduk. O yüzden toplumsal darbelerle pert olanlar için partimizin bünyesinde bir kaporta atölyesi kurduk. Kaporta ustalarımız, hurdaya dönseniz bile insanın kalıbını çok iyi bildiklerinden çekiç darbeleriyle sizi orijinal halinize kavuşturacak yetenekte. Ama insan sormadan da edemiyor, insanın bir kalıbı var mı? Toplumsal kuvvetlere maruz kaldıkça kalıbını yitirip yeni bir kalıba girer mi? Yitirdiği kalıbına tekrar kavuşabilir mi? Bunlar can yakıcı sorular. Kalıba dökülürken ya da eziklerimiz düzeltilirken çekiç darbeleri altında gerçekten canımız yanıyor. İktidar ve biz ezilenler, yani ezenler ve ezildikçe biçimlendirilenler; her ikimiz de kalıplarla iş görüyoruz. Gelgelelim doğa kalıplarla işlemiyor. Madde edilgin değil; kudretli. İçkin kuvvetleriyle kendi kendini biçimlendiriyor. Maddeyi salt biçime indirgediğinizde, kudretini elinden almış olursunuz. Ezilen, biçimini yitiren değil, bir biçime sokularak kudretsiz bırakılandır.

Her bireyin, doğasından gelen eyleme gücü sayesinde, biçiminin çok ötesine bir ışık gibi yayılıp kendi mekânını yaratma gücü var (Deleuze, Spinoza Üstüne On Bir Ders, Öteki). Bedenlerin hep beraber ışıyarak birlikte toplumsal mekânlarını inşa ettiklerini düşünelim. Partimizin kaporta ustaları hemen itiraz edecek: “Olmaz! Kalıbımızdan asla vazgeçemeyiz”. Size ne oluyor, içinize iktidar mı kaçtı? İktidar, hem bedenleri hem de mekânı biçimlendirerek kendi üzerlerine kapanmış, kudretsiz formlardan oluşan toplumsal bir düzlem yaratmak zorunda. Sabit sembollere dönüşmüş formlar, düşünce ve anlam dünyanızı da kalıpların içine kapatıyor. Kalıbının içindeki beden hüzünlüdür; ezik ve mutsuz. Fakat ezilenlerin kentinde görünmez bir iplik dolaşıyor. “Hüzün kenti Raissa’da, bir canlı varlığı diğerine bir an için bağlayıp çözülüveren, sonra dönüp hareketli noktalar arasında tekrar gerilerek anlık yeni figürler çizen ve böylece bu mutsuz kente, her saniye, varlığından bile habersiz olduğu mutlu bir kent kazandıran görünmez bir iplik dolaşıyor” (Calvino, Görünmez Kentler). Görünmez iplik, yeryüzünün kıvrımlarını boydan boya kat eden ve bedenleri birbirine bağlayan yeryüzünün kudretidir. Kalıplarımızı kırdığımızı ve görünmez olanı, görünür kıldığımızı bir düşünün!