Frankfurt’ta ‘enişte’ kaybetti peki, demokrasi mi kazandı?
Yankı Pürsün ve Nargess Eskandari-Grünberg ortak başarılarını kutluyorlar. (Frankfurter Rundschau gazetesinin küpürü)

Frankfurt Büyükşehir Belediye Başkanı, sosyal demokrat politikacı Peter Feldmann, pazar Frankfurt’ta gerçekleştirilen halk oylamasıyla görevinden alındı. Böylece artık kendisine “Türklerin eniştesi“ sıfatını kazandıran birlikteliği sona ermiş olsa da bu durumdan dolayı hem Türkiye’de, hem de Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenler tarafından yakından bilinen Feldmann’a karşı iki yıldır süregelen karalama kampanyası başarıya ulaştı. Ana akım medya konuyla ilgili haberleri “Frankfurt sonunda rahat bir nefes aldı“, “Frankfurt onurunu kurtardı“, “Demokrasi kazandı“, “Halk Feldmann’ı devirdi!“ gibi başlıklarla verdiler, halen de bu konuyla ilgili yayınları aynı çizgide sürdürüyorlar.

Gazeteciler pazar akşamı belediye meclisinde toplanıp, sandıklardan gelen haberleri bekleyen politikacıları Feldmann’ın kaybettiği kesinleşmesi üzerine kahkahalar atıp, birbirine sarılırken gösteren fotoğraflar gazete sayfalarını süslüyor. En ilginci de liberallerin Feldmann’ı devirmek için öne sürdüğü Türkiye kökenli politikacı Yankı Pürsün’ün, Feldmann’ın devrilmesi üzerine yeni seçim yapılana kadar görevi sürdürecek olan, Yeşiller‘den İran kökenli politikacı Narges Eskandari-Grünberg’i biraraya getiren fotoğraf. Feldmann’ın mahkeme karşısında yargılandığını ve hakkındaki yolsuzluk ve makamını kullanarak yakınlarına çıkar sağlama suçlamasından dolayı henüz “suçlu“ bulunmadığını, hatta olayı yakından takip eden birçok gözlemcinin de belirttiği gibi mahkemenin sonunda “suçsuz“ çıkabileceği olasılığını hiç mi hiç takmadan, “zafer naraları“ atıyorlar. “Frankfurt kazandı!“ diyerek sevinen politikacılar arasında muhalefet partileri Sol Parti ve ÖkoLinX (Ekolojik Sol) hariç, Hıristiyan demokratından, liberaline tüm partilerin temsilcileri yer alıyordu.

Bu köşeyi takip eden okurlarımız hatırlayacaktır, geçtiğimiz hafta da bu konuya değinilmişti. Frankfurt’ta yaşayan Türkiye kökenli göçmen toplumunun bir bölümünün de destek verdiği kampanyanın arka planına daha dikkatli bakıldığında ortaya çıkan tablonun hiç de “demokrasi“yi kurtarmadığı, aksine tahrip ettiği görülüyor. Bir taraftan artan pahalılık ve bütçe açıklarından şikayet eden politikacılar milyonlarca euroya mal olan kampanya ve halk oylamasının herşeye rağmen gerekli olduğunu savunarak hem kendilerini, hem de halkı kandırıyorlar.

Alman solunun en güvenilir isimlerinden Frankfurt’ta kurduğu minik sol parti ÖkoLinX’le politikaya devam eden ve her defasında İl Genel Meclisi’ne seçilerek mevcut sisteme itirazını demokratik süreçlerin içinde yer alarak sürdüren Jutta Ditfuhrt’un da işaret ettiği gibi Feldmann’ın belediye başkanlığına seçilmesiyle başlayan karalama kampanyası aslında çok tarafı olan bir “kültürler savaşı“. Feldmann’ı hatalarını, ayıplarını savunmadan ve onun bunlar yüzünen görevinden istifa etmesi gerektiğini savunan Ditfuhrt, ona karşı oluşturulan cepheyi “çifte standartılık“la, “riyakarlıkla“ suçluyor. Feldmann’a yönelttikleri suçların hepsini kendilerinin de işlediğini hatırlatıyor.

Yanıldığı tek bir husus var. Birçokları gibi o da seçmenlerin halk oylamasına ilgi göstermeyeceğini öngörüyordu. Sözkonusu oylamanın geçerli olabilmesi için kentteki seçmenlerin en az yüzde 30’unun sandık başına gitmesi gerekiyordu. Yerel seçimlere katılım oranı her defasında düşük olduğu için bu oylamada da katılımın yüzde 30’un altında kalacağı ve böylece tüm bu çabaların boşuna olacağını söylüyordu.

Öyle olmadı. Feldmann karşıtlarının büyük bütçelerle sürdürdüğü, ana akım medyanın da tam sayfa ilanlarla destek verdiği kampanya başarılı oldu.
Katılım oranı % 41,9’u buldu. Bunların da % 95,1 Feldmann’a karşı oy kullandı.

Ama bu sonuç Frankfurt’u hiç de rahatlatmadı. Daha şimdiden onun yerini almak isteyen politikacıların, tabii ki birbirlerini yıpratarak ve hatta karalayarak, sürdürdükleri adaylık yarışı önümüzdeki mart ayında yapılması beklenen seçime kadar en azından politikacıların ve politikayla ilgilenen insanların “rahat“ olmayacağını gösteriyor.

Bugün Feldmann’ın Frankfurt Büyükşehir Belediye Başkanı olarak son günü.

Başkan olarak kamuoyu karşısına da son olarak önceki akşam, 9 Kasım 1938’de nazilerin Yahudi Alman vatandaşlarına karşı tüm Almanya’da ve tabii ki Frankfurt’ta da gerçekleştirdikleri nazi kıyımını anma amaçlı toplantının konuşmacısı olarak çıktı.

Aralarındaki siyasi farkları bir kenara bırakıp kendisini devirmek için birleşen ve birkaç ay sonra gerçekleştirilece seçimde onun yerini alabilmek için adaylık yarışında olan politikacılardan oluşan protokolde yerini aldı.

Ve konuşmasında her zaman olduğu gibi “Frankfurt’ta 180 ulustan, 200 dili konuşan insanlar yaşıyor. Burada daha birçokları için yeterince yer var. Ama Yahudi düşmanlarına, ırkçılara, insanlık düşmanlarına yer yok“ dedi.

Frankfurt seçmenlerinin yüzde 70’inden fazlasının oylarını alarak bu göreve seçilen kentin ilk Yahudi kökenli Büyükşehir Belediye Başkanı’nın son konuşması böyle oldu.

Feldmann'ın başkan olarak son konuşması.Feldmann'ın başkan olarak son konuşması.

***

Bu konuyu kapatmadan önce bir dönem Türkiye kökenli göçmenlerin evlerini, derneklerini, kahvehanelerini ziyaret ettiği, etkinliklerine katıldığı zamanlarda gururla (ya da bize öyle geliyordu) “Ben sizlerin eniştesiyim!“ diyen, kızına her akşam Türkçe masallar okumaya çalıştığını söyleyen, Frankfurt’un “kardeş şehri“ olmasını sağladığı Eskişehir’in Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’e hitap ederken her defasında Türkçe “abi“ demeyi ihmal etmeyen Feldmann’ın 10 yıllık başkanlık döneminin kısa bir özetine göz atalım.

- Frankfurt gibi kapitalizmin en önemli metropollerinden birinin belediye başkanlığı için karşısına çıkan merkez sağ adayları iki kez (2012 ve 2018) hezimete uğrattı. Aktif politikacılık kariyerinden önce toplumun desteğe muhtaç kesimlerine yönelik sosyal yardım kurumlarında çalışan, sol sosyal demokrat çizgideki bir kişini bu parlak siyasi başarısını hem politika, hem de ekonomi dünyasından birçok güçlü kesim bir türlü içlerine sindirememişti.

- Başkan olur olmaz Frankfurt’ta kamuya ait sosyal konutların bağlı olduğu şirketin özelleştirilmesini önledi. Bu nedenle politik uzantıları güçlü olan çeşitli çıkar çevrelerinin düşmanlığını kazandı.

- Bu şirketin konut kiralarını arttırmasını önledi.

- Yeni sosyal konutlar inşaa edilmesi için çaba gösterdi. Lüks konut inşaasına eğilimli inşaat sektörünün direnişi ve Frankfurt’un çeperlerinde konut inşaası için uygun arsaları içine alan komşu belediyelerin engellemeleri nedeniyle bu konuda çok büyük adımlar atılamadı. Ancak orta vadeli olumlu gelişmeler var.

- Kamuya ait çocuk yuvalarının ücretsiz olmasını sağladı.

- Yüzme havuzlarının çocuk ve gençler için ücretsiz olmasını sağladı.

- Yaşlıların ve öğrencilerin kamuya ait toplu taşıma sisteminden “günde 1 euro“ya (yıllık 365 euroluk biletlerle) yararlanmasını, komşu büyükşehir belediye başkanlarıyla anlaşarak bunun Frankfurt’a değil, tüm Hessen için geçerli olmasında sağladı.

- Kentin kenar mahallerinde yaşayan vatandaşları evlerinde, derneklerinde ziyaret etti. Onlarla oturup çay içti, sohbet etti. Bunları yaparken bankaların, büyük şirketlerin verdiği şatafatlı kokteyllere ilgi göstermedi. Davos’ta her yıl düzenlenen ekonomi günlerine katılmak için binlerce euroluk masraflardan imtina etmeye çalıştı. Bu nedenle de ana akım medyanın alaycı eleştirilerine, suçlamalarına hedef oldu.

- Otomobil sanayiinin kudretli patronları ve menecerleri arasında da ondan rahatsız olanlar vardı. Kentin en önemli gelir kaynaklarından biri olan ve başladığından bu yana her iki yılda bir burada gerçekleştirilen uluslararası otomobil fuarının Frankfurt’tan başka yere kaydırılması kararının ardında da bu muktedirlerin “Feldmann’ı cezalandırma“ niyetinin yattığını düşünenler hiç de az değil.

- Irkçılığa, yabancı düşmanlığına karşı her zaman kararlı bir duruş gösterdi. Aşırı sağcı popülistlerin kitle gösterilerine karşı, başında kendisinin olduğu karşı gösteriler düzenlemekten çekinmedi. “Sağa karşı rock“ sloganıyla ırkçılığa karşı devasa açık hava konserlerinin düzenlenmesini destekledi.

- Partisi SPD’ye üye olan politikacı ve Almanya Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin’in partiden atılması için inatla mücadele etti. Yazdığı kitaplarda özellikle Türkiye kökenli göçmenlere yönelik sözüm ona bilimsel, esas itibarıyla ırkçı ve ayrımcı tezleri savunarak “best seller“ listelerine giren Sarrazin’e açıkça Almanca’nın en ağır kavramlarını yakıştırdı.

- Türkiye’nin en güzel ve gelişmiş kentlerinden Eskişehir’in Frankfurt’a “kardeş şehir“ olması için büyük çaba gösterdi. Bunu başardı. Bu kardeşliğin gelişmesi, içinin dolması için büyük çaba gösterdi. Eskişehir’den gelen her düzeydeki temsilcileri bizzat karşılayıp, belediye sarayında ağırlamaya özen gösterdi.

- Her fırsatta göçmenlerin ana dillerinin önemini ve desteklenmesi gerektiğini savundu. Frankfurt’ta iki dilli çocuk yuvasının (Türkçe-Almanca) kurulmasının öncüsü oldu.

- Emekçilerin bayramı 1 Mayıs’ların hepsinde belediye binasından çıkıp, göstericilerin arasına katılmayı, onlarla selamlaşıp, sohbet etmeyi, bayramlarını kutlamayı ihmal etmedi.

- Göçmenlerin haklarını savundu. İyi ilişkiler kurdu, onları evlerinde, derneklerinde, ibadethanelerinde ziyaret ederek, dini ve milli bayramlarını kutladı. Kentteki göçmenlerin geldikleri ülkelerin diplomatik temsilcilikleriyle de iyi ilişkiler içinde oldu, ancak o ülkelerin kentte yaşayan muhalif vatandaşlarıyla da.

- Frankfurt’ta tren raylarına düşen bir kişiyi kurtarmaya çalışırken (ve kurtaran) ancak bu arada gelen trenin altında kalıp, yaşamını yitiren Türk gencinin adının, kazanın gerçekleştiği istasyona verilmesi için başta Alman Demiryolları olmak üzere çeşitli devlet kurumlarının ve ana akım medyanın direnişine karşı inatla mücade etti. Sonunda istasyonun tam ortasına törenle “Alptuğ Sözen İstasyonu“ yazdırtmayı başardı.
Feldmann’ın hataları da oldu. Hele son zamanlardaki hataları affedilmez boyutlardaydı. Özellikle de şimdi ayrı yaşadığı eşi ve çocuğu hakkında söyledikleri bardağı taşıran son damla oldu. Ancak bunlar kendisini eleştirenlerin sık sık yaptıkları hatalar. Kimse onları bunlardan dolayı mahkemelere vermeyi, halk oylaması ya da başka yollarla bulundukları makamlardan uzaklaştırmayı düşünmüyor. Onlardan bazılara şöyle:

- Türkiye kökenli eşi Zübeyde Feldmann’ın (Temizel) mesleki deneyim ve birikimi itibarıyla bu iş için yeterli olmamamasına rağmen kurulan iki dilli çocuk yuvasına ilk müdüresi olarak atanmasında nüfuzunu kullandığı, hak ettiğinden fazla maaş almasını sağladığı iddia ediliyor. Feldmann bu suçlama nedeniyle iki-üç hafta önce başlayan bir ceza davasında yargılanıyor. Bu iddiaları reddediyor. Eşinin maaş bordrosuna hiç bakmadığını, ayrı banka hesapları olduğunu söylüyor. Onun işe alınmasında, hangi miktarda maaş alacağının belirlenmesinde bir rolünün olmadığını söylüyor. Bu arada eşinin fazladan aldığı miktardaki parayı da iade etmişti. Kendisine ait vergi beyannamelerini yayınlayarak, tüm gelir ve mal varlığını “şeffaf“laştırdı. Önceki gün mahkemede ifade veren tanıklar da, ki bunlar farklı partilerin üyesi olan ve sosyal kurumlarına yönelik kamu bütçelerini kontrol eden, oralara yapılan atamaları değerlendiren kişilerdi, bu iddiaları yalanladılar. Ama iş işten geçmişti. Törendeki konuşmasından sonra kendisiyle görüştüğümüzde “bugünkü duruşma bir hafta önce olsaydı, belki de durum daha farklı olurdu“ yorumunu yaptı. Tabii dava devam ediyor, ne zaman sonuçlanacağı da belli değil. Ancak Feldmann halk oylaması sayesinde bu suçlamalardan dolayı ağır bir cezayı aldı bile.

- Eşinin hamilelik izni sırasında çocuk yuvası yöneticiliğinden dolayı kendisine tahsis edilen “makam otomobili“ni kullanmaya devam etmesi de bir diğer suçlama konusu. Tabii konuyla ilgili yayınlarda bunun lüks bir otomobil olduğu izleniminin doğması için belirgin bir çaba olduğunu da kaydetmek gerekiyor. Feldmann bu konuda da şahsi sorumluluğunun ve karar hakkının olmadığını söyleyerek, kendisini savunuyor.

- Feldmann’ın sosyal yardım kurumu AWO’nun (İşçileri Refahı) yöneticileriyle anlaştığı, kendisini seçimlerde desteklemesi karşılığında onlara belediye bütçesinden ödenen sosyal projelerin verilmesini sağlama anlaşması yaptığı suçlaması var. Bundan dolayı da yargılanıyor. Bu suçlamaya hedef olanların hepsi böyle bir anlaşma olmadığını savunuyorlar. Diğer suçlamada olduğu gibi mahkemenin bu konuda ne karar vereceği bilinmez elbette. Ama Feldmann bundan dolayı da ağır bir cezayı aldı çoktan.

- Ancak hukuğun değil, genel ahlakın alanına giren hataları ve suçları da var.

- Birincisi kendisini savunurken şimdi ayrı yaşadığı eşiyle evlenmeyi düşünmediğini, bunun geçici bir ilişki olduğunu, ancak hamilelik durumu ortaya çıkınca evlenmek zorunda kaldığını, hem de mahkemede, açıkladı. O zaman evli olmadığı eşini kürtaja ikna etmeye çalıştığını, çocuğun doğmasını istemediğini de. Tabii bundan dolayı çok ağır tepkiler aldı. O da yaptığı hatayı kabul edip, aceleyle sosyal medya üzerinden şimdi 5-6 yaşlarındaki kızından özür diledi. Ancak iş işten geçmişti. Halkoylamasına katılım oranının bu yüzden beklenenden daha fazla olmasının bir nedeni, bu açıklamalara kızan Frankfurtluların sandık başına gidip, ona karşı oy kullanmalarıdır.

- Feldmann’ın başka ayıpları da var. Kadınlar hakkında ağzından çıkan cinsel içerikli sözleri gibi.
Kuşkusuz bunlar sosyal demokrat bir lidere, bir belediye başkanına yakışmayan hatalar. Bunlardan dolayı istifasını isteyenler de haklı. Bunlardan biri de girişte kendisinden bahsettiğimiz solcu politikacı Jutta Ditfurth.


- Bir de ana akım medyanın en ciddi gazetelerinde bile sık sık sözü edilen “kupa hırsızlığı“ suçlaması var. Bu gülünç suçlama “Eintracht Frankfurt’un UEFA Avrupa Ligi şampiyonu olmasının ardından belediye sarayında düzenlenen coşkulu törende, Feldmann’ın şampiyonluk kupasını takım yöneticilerinin elinden alıp, balkondan belediye önünde toplanan insanlara göstermesi nedeniyle yapılıyor. Feldmann’la ilgili her yayında bu konuya değiniliyor. Tabii kentin en üst düzey yöneticisinin de kupayı kısa bir süre için eline alıp, sevinçle, gururla havaya kaldırmasının neresinde bir “hırsızlık“ olabileceğini açıklamaya gerek bile duymuyorlar. Benzer hareketleri yapan diğer devlet adamlarını hatırlamak bile istemiyorlar.

Sonuçta Avrupa’nın en önemli metropollerinden birinin son seçimde seçmenlerin yüzde 70’nden fazlasının oyunu alarak seçilen, tüm hatalarına rağmen kalbi solda çarpan başkanı, hakkındaki mahkemenin sonuçlanması bile beklemeden, yoğun bir kampanya sonucu görevinden uzaklaştırıldı.
Kendi partisi sosyal demokratların da katıldığı bu kampanyaya iki sol parti dışında liberalinden, muhafazakarına tüm siyasi güçler katıldı. Bu göreve seçildiğinden beri onu içlerine sindiremeyen egemen güçler bir taşla iki kuş vurmuş oldular. Hem sevmedikleri, onlara zaman zaman sorun çıkaran bir başkandan kurtuldular, hem de sosyal demokrasinin 100 yıl önce kurduğu, binlerce kişiyi çalıştıran, milyonlarca kişiye hizmet veren devasa sosyal yardım kuruluşu AWO’nun (tabii bunda öncelikle AWO’nun kendi yöneticileri suçlu) itibarsızlaşmasını sağladılar.

Feldmann görevini bırakırken politikaya devam edeceğini söyledi.

Bunun uzun yıllardan beri üyesi olduğu SPD saflarında olmayacağı ortada.

Artık yargılandığı mahkemenin karşısına sıradan bir vatandaş olarak çıkacak.

Şimdi partiler Frankfurt’a yeni bir başkan arıyorlar. Adayların biri belli oldu. Aday adaylarının da hemen hepsi göçmen kökenli.

Hıristiyan demokratların adayı uzun yıllar belediye başkanı yardımcılığı gibi üst düzey görevler üstlenerek Feldmann’la birlikte çalışmış olan Uwe Becker. Halen Hessen eyalet hükümetinde müsteşarlık görevi olan ve aynı zamanda CDU’nun Frankfurt teşkilatının başkanı olan Becker, Feldmann’a yönelik eleştirilerinde partisinin diğer üyelerinden farklı olarak sukuneti ve nezaketi elden bırakmamaya dikkat ediyor. Göçmenlere ve Türkiye kökenli topluma yönelik olumlu mesajlarını son olarak Cumhuriyet Bayramı balosundaki konuşmasında dile getiren Becker, adaylığını açıklayan ilk politikacı oldu.

Feldmann bakan olarak katıldığı son törende protokolün en önünde ve ortasında. Yanında kendisine vekalet edecek olan ve başkanlık için aday adayları arasında yer alan Nargess Eskandari-Grünberg. Sıranın bir başında CDU'nun adayı Uwe Becker, diğer başında da Yeşiller'de aday adayı yarışında yer alan Hilime Arslaner.Feldmann bakan olarak katıldığı son törende protokolün en önünde ve ortasında. Yanında kendisine vekalet edecek olan ve başkanlık için aday adayları arasında yer alan Nargess Eskandari-Grünberg. Sıranın bir başında CDU'nun adayı Uwe Becker, diğer başında da Yeşiller'de aday adayı yarışında yer alan Hilime Arslaner.



Son seçimlerde kentin en güçlü partisi olan Yeşillerde biri Türkiye, biri İran kökenli üç aday adayı var. İl Genel Meclisi’nin, Almanca’daki adıyla kent parlamentosunun Başkanı Hilime Arslaner, yeni seçime kadar Feldmann’ın yerine “Büyük Şehir Belediye Başkanlığı“na vekalet edecek olan Nargess Eskandari-Grünberg ve son anda ortaya çıkan, Frankfurt’ta kendisini kimsenin tanımadığı Berlin’li Manuela Rottmann. Önümüzdeki günlerde partinin yerel örgütü bunlardan hangisinin aday olacağına karar verecek. Ama bu arada Yeşiller partisi liderliğinin göçmen kökenli bir adayı yarışa sürmemek için halen Federal Ekonomi Bakanlığı’nda müsteşar olarak görev yapan Rottmann’ı devreye soktuğu ve büyük bir olasılıkla da onun aday olarak gösterileceği tahmin ediliyor.

Sosyal demokratların adayı da belli değil. Ama Feldmann’ın başkanlığı döneminde belediye yönetiminde üst düzey görevler üstlenen, son olarak en itibarlı makamlardan İmar ve Planlama Encümenliği’ni üstlenen, aynı zamanda SPD’nin Frankfurt teşkilatının başkanlığını yürüten Mike Josef’in uzun yıllardır bu göreve hazırlandığı biliniyor. Suriye kökenli bir göçmen ailenin çocuğu olan Josef, uzun yıllar birlikte yürüdüğü Feldmann’a, hakkındaki suçlamaların başlamasından sonra sırtını dönen polikatikacıların başında geliyor.

Evet, Avrupa’nın mali başkenti Frankfurt belki de önümüzdeki mart ayından sonra tıpkı Londra, Rotterdam ya da Hannover gibi göçmen kökenli bir başkan tarafından yönetilebilir.

Görevinden alınan Feldmann, eline küreği alıp bir keresinde kentin orta yerinde Türkiye’deki gezi parkı direnişleri sırasında polis tarafından öldürülen gençlerimiz için bir fidan dikilmesine destek vermişti. Aradan yedi yıl geçti. Feldmann’ın “ağaçlar umudun sembolüdür“ diyerek diktiği fidan artık ağaç oldu. Main nehri kıyısındaki parkın, Alman Sendikalar Birliği (DGB) ve Metal İşçileri Sendikası (IG Metall) binalarının önüne denk gelen bölümündek bu sembol ağacın üzerindeki kitabede şöyle yazıyor: “Dieser Baum ist vom Verein der Sozialdemokraten aus der Türkei (TSD) am 23 März 2015 gestiftet worden. Er soll an die Proteste im Gezi Park in İstanbul im Jahre 2013 errinnern” (Bu ağaç, 23 Mart 2015 tarihinde Türk Sosyal Demokratlar Derneği tarafından, 2013 yılında İstanbul’daki Gezi Parkı protestolarını anmak amacıyla bağışlandı.)

Feldmann bu jesti yaparak şimdiki değil, gelecekteki güzel Türkiye’yi selamlamayı başarmıştı.

Hataları, günahları vardı. Belki de suçlu…

Ama iyi yanları da vardı.