Pencereden dışarı bakıyorum; duvarda asılı bir manzara resmine bakar gibi. Bir janr olarak manzara resminin doğuşunu, Medicilerin 15. YY’da Floransa’nın dışına yaptırdıkları villanın pencerelerine borçluyuz. Pencereler, dışarıda uzanan görüntüyü tablolaştırıyor. Ve kırda villa yaptıramayan kentliler için manzara resimleri yaygınlaştı. Tablolar, duvarda açılan dörtgen deliklerdir. Dörtgen delikler uzamı çizgisel perspektife göre örgütlerken bakan kişiyi de sabit, […]

Güneş krala değil karanlığa bakın!

Pencereden dışarı bakıyorum; duvarda asılı bir manzara resmine bakar gibi. Bir janr olarak manzara resminin doğuşunu, Medicilerin 15. YY’da Floransa’nın dışına yaptırdıkları villanın pencerelerine borçluyuz.

Pencereler, dışarıda uzanan görüntüyü tablolaştırıyor. Ve kırda villa yaptıramayan kentliler için manzara resimleri yaygınlaştı. Tablolar, duvarda açılan dörtgen deliklerdir. Dörtgen delikler uzamı çizgisel perspektife göre örgütlerken bakan kişiyi de sabit, hareketsiz bir özne olarak inşa ediyor. Doğa, ekonomik değerinin yanı sıra estetik bir değer kazanmış ve seyirlik bir nesneye dönüşmüştür. Doğa seyirlik bir nesneye dönüşünce özne durur mu? O da seyirciye dönüştü hemen. Ve oturduğu yerden dörtgen delikte olup bitenleri izlemeye koyuldu.

Manzara, sabit ögelerden değil, sürekli devinen bedenler ve nesnelerden oluşmuş bir kent manzarası. Çerçevenin içine birileri giriyor; kimileri telaşlı; kimileri yavaş adımlarla çerçevenin dışına çıkıp gözden kayboluyor; çerçevenin içinde bir müddet oyalananlar da oluyor, şu atık toplayan çocuk mesela; paçavra toplayıcısı, Charles Baudelaire’e göre modern hayatın kahramanlarından biri. Modern hayat bireyleri yoksullaştırdıkça, kahramanları da çoğalıyor. Çerçeveye köpekler giriyor; giren, karşıdaki duvar dibine yöneliyor hemen, iletişim merkezine; aynı noktaya diğerlerinin bıraktıkları idrarları kokladıktan sonra kendi kokusunu bırakıp çerçeveden ayrılıyor. Manzaranın içinde olaylar var; göz, hareketi izledikçe odak noktası durmadan kayıyor ve tablonun kuytu köşelerinde, çizgilerin kesiştiği yerlerde birileri bir şeyler konuşuyor.

Pencerede olup bitenleri formların hareketi olarak da izleyebilirsiniz ya da çizgiler olarak. Çoğu kez birbirlerine dokunmadan paralel olarak akıp giden çizgiler. Bazen çizgilerin kesiştiği oluyor, rastlaşmalar. Kısa süreli, ayak üstü konuşmalar. Akan çizgiler durunca noktalara dönüşüyor, nokta kümeleşmeleri. Sokak dekorunun içine sanki birileri desenler çiziyor. Olup bitmiş, konturlarının içine kapatılmış bedenlerden değil, durmadan hareket eden ve hareket ettikçe biçim değiştiren eskizlerden oluşan bir tablo. Acaba eskizleri kim çiziyor? Göremiyoruz. Sosyolojinin jargonuyla konuşursak toplumsal aktörler rollerini oynuyor. Kim yazıyor burada olup bitenlerin metnini, yönetmeni kim, dekoru ve kostümlerini kim tasarlıyor? Birileri. Bizler, önceden tasarlanan bir oyunun oyuncuları mıyız? Toplumsal maskemizi çıkardığımız, rolümüzün dışına çıktığımız zamanlar oldu mu, bizzat kendimizi çizdiğimiz zamanlar? Olmuştur mutlaka.

Çerçevede ışıkçı da var; ışığın altındaki özneleri ve nesneleri kimliklerinden tanıyabilelim ve tanınalım diye. Oysa hiçbir şeyin seçilmediği karanlıkta, çerçevenin dışında tasarlandı bu sahne. Çağdaş olmayı, sahnelenen oyunları izlemekle eş tutanlar var, çağdaş olmayı ışıklı bölgede olmak sananlar. Çağı yakalamak sahnelenen oyunları, güncel sanatı, edebiyatı, kültürü izlemekten geçiyor. Tüm bunlar aydınlıkta gerçekleşiyor oysa. Karanlığı, karanlıkta olanları ıskalıyoruz. Sahnedeki her şey karanlıktan çıkıp geliyorsa karanlıkta bir şeyler oluyor. Işığa bakacağınıza, karanlığa, gölgenize bakın; kendinizi göreceksiniz.

Gölgelerin yanılsama, ışığın ise hakikat olduğu öğretildi bize. Platon, mağaradan çıkıp güneşe, hakikate doğrudan bakmamızı öğütledi. Ve güneşe baktığımızda 14. Louis’yi gördük, güneş kralı. Gözlerimiz güneş kralları aradı, boyun eğeceğimiz hakikatleri. Güneş kralların en tepede olduğu zamanlarda yeryüzü yanıp kül oldu; bizler de için için yanan küllenmiş közlere döndük. Körleştik.

Bırakın artık güneşe bakmayı, güneşin altında yeni bir şey yok. Karanlığı yakalamalı. “Çağının ışıklarının kendisini körleştirmesine izin vermeyen ve o ışıklarda gölgeleri, onların en mahrem karanlığını yakalayabilen kişiye çağdaş denebilir ancak” (Agamben). Karanlıktayız, henüz gerçekleşmemiş, gerçekleşmesiyle birlikte tabloyu değiştirecek gizil kuvvetler alanında.