Bu hafta cuma günü (23 Kasım) Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali, 23. kez perdelerini açıyor. Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat için Vakıf’ın (TAKSAV) en uzun soluklu etkinliği. Son altı yıldır TAKSAV İzmir şubesince de İzmir’de gerçekleştiriliyor; bu yıl da 7 Aralık’ta 7. sahne diyecek.

TAKSAV, 12 Eylül Darbesi’nin büyük yıkımından sonra, yola, yolculuğa devam diyenlerce kurulmuştu. Ankara, İstanbul şubeleri, İzmir ve Bodrum temsilcilikleriyle hayatın her alanında çocuklardan ihtiyarlara toplumun tümüne bilim ve sanatla bir arada dayanışma, örgütlenme mücadelesi yürütüyor.

Azların kendisini çok diye yutturduğu bu dünyada asıl çok olanları bir araya getirme derdindeyiz. Geçmişe değil geleceğe dönük yüzümüz.

Gelecek, insanın en büyük kaygılarından biri. Gelecek, sonu bilinen bir bilinmeyen olduğundan böyle. Sonlu yaşıyoruz; eninde sonunda bitecek olduğunu içten içe bildiğimiz bir bilinmeyene doğru gidiyoruz. İnsan olduğumuz için.
İnsanı, insan yapan en ayırıcı niteliklerden biri, sonunda bir son olduğunu bilen tek canlı olması. Sonlu olduğunu içten içe bilen insan o sona kadar geçecek zamanın bilinmezliği karşısında kaygılanmadan edemez. Bilmek ister, olmakta olanın ne olacağını.

Bütün korkular, bilinmezlik toprağından yeşerir.

Şimdi yaşadığımız gibi şiddetin ve kötülüğün kol gezdiği zamanlarda bu kaygı derinleşerek ruhlarımızı korkuyla esir etmeye çalışır. Şiddetin her türünü fütursuzca uygulayanlar, aklımızın korkuda erimesini amaçlıyor. Gelecek ne kadar bilinmez hale gelirse o kadar kaygılanacağımızı sanıyorlar. Kaygılandıkça güçsüzleşeceğimizi, korktukça karamsarlaşacağımızı, kendimizi yapayalnız hissettikçe umutsuzluğa düşeceğimizi, umudumuz azaldıkça boyun eğeceğimizi umuyorlar.

Ama korkunun insanlaşmaya giden en temel duygulardan biri olduğunu unutuyorlar. Çünkü insanlaşma, korkan ve kötülük karşısından umutsuzluğa düşen canlının hayatta kalmak için bir dala tutunma çabasını doğurur. O dal, cesarettir. Bizi insanlaştırır.

Cesaret, olmakta olanı kabul etmemektir ve korkunun karnından doğar. İnsan, sonlu olduğunu bildikçe, o sona karşı çıkarak, sonsuzluğa ulaşabileceğini de bilebilen tek canlı. Bu yüzden cesaret sanılanın aksine tam da bu günler gibi kara günlerde kendini görünür kılar. Üzerimize çöken karanlık, kötülüğün zalim gücü, soluğumuzu kesen baskı arttıkça, umutsuzluk yaygınlaştıkça cesaret bir direnme hakkı olarak filizlenir.

Sanat, tam da bu yüzden yaratır. Cesaret, sonlu olduğunu bilen insanın kendisini sonsuzlaştırma arzusu. Bu yüzden sol mememizin altındaki cevahire yerleştiği düşünülmüştür. Bundandır, yürekliymiş denmesi kimilerine.

Neredeyse elli bin yıl önce bu günkü İspanya topraklarında bir mağaraya el izlerini bırakan Neandertaller, sonlu bir hayatı reddeden, bu cesaretleriyle kendilerini bu gün bile tanıyabilmemizi sağlayan ilk sanatçılardı. Olmakta olana, başka türlü olması mümkün değil gibi görünene ilk karşı çıkanlardı.

Sanat, yaratıcı olduğundan cesaretin en yalın hali, insan olmak da ancak sanatla mümkün. Tiyatro başka bir dünya yaratma imkânı verdiğinden insanlık kadar eski.

TAKSAV, başka bir dünyanın mümkün olduğunu savunanların bir arada yaşayabileceğimize inananların, eşit, özgür, adil bir dünyanın temel insan hakkı olduğunun kavgasını veren cesur insanların vakfı.

Üzerimize çöken kötülüğün ruhlarımızı esir almaya çalıştığı bu günlerde yaratıcı sanat bize cesarete ihtiyacımız olduğunu göstermeyecek. Bu gün karanlık, kötü ve umutsuz gibi göründüğünden içimizdeki cesaret yeşerecek. Tiyatro bize zaten cesur olduğumuzu, çünkü insan olduğumuzu hatırlatacak…

Haydi, önce Ankara ardından İzmir’ de bir kez daha haysiyetli bir hayat için bir arada olmaya birbirimize cesaret aşılamaya…