Setlerin içinde zaman birikiyor; gerçekleşmemiş arzuların için için kaynadığı kazan; ha patladı ha patlayacak. İmgelemsel olan ile gerçeğin birbirine karıştığı yollarda yürüyoruz

Harita kıvrımlarında geleceği saklar
Gündelik hayatta haritaların içinden geçiyoruz. Planlı bir düzlem üzerinde, verili bir haritanın yollarını arşınlıyoruz. Ama hiç kimse körü körüne, verili bir kent haritasını izlemekle yetinmez. Kendi haritalarını yaratır. Bir palimpsest gibi çok sayıda haritanın üst üste çakıştığı, kişisel ve toplumsal, çoklu belleklerin iş başında olduğu, geçmiş ve imgelemsel yolların gerçek olan ile durmadan şimdi ve burada kesiştiği bir ortam olarak gündelik hayat, içinde geleceği saklayan kirli bir çıkı. Geçmişin izlerine saplanıp kalmak yerine, geçmiş denilenin, henüz gerçekleşmemiş olan gizil kuvvetler alanı olduğunu anladığımızda, şimdiki haliyle kent, hüzünlü bir ortam olmayı bırakır ve eşiklerden, kapılardan, geçitlerden oluşan bir oluş mekânına dönüşür.

Geçmiş, bir esintide asılı kalmış bir kokudur bazen, burnunuzu sızlatır. Bazen de gözünüze çarpan yıkık bir duvardaki bir imge; göz yaşlarına boğulursunuz. Ya da tavan arasında rastladığınız atalardan kalma bir nesne de olabilir, dokunursunuz ve tüyleriniz ürperir. Geçmiş sık sık musallat olur bize, hele ki belirsiz şimdiyi, olup bitmiş geçmiş uğruna değersizleştirir ve bir arkeolog gibi, şimdinin altında saklı olduğunu düşündüğünüz geçmişe ulaşmaya koyulursanız. Geçmişin hayaleti peşinizi bırakmaz, ama bizi asıl korkutan şimdidir; her şey korkunç derecede kirli ve karmaşık. Ve giderek de karmaşıklaşıyor. İnsanlar, nesneler, binalar. Şimdiyi yitirmişseniz geleceği de yitirmişsiniz demektir. Şimdiden umudunu kesenlerin, geçmişin dip çamurunda debelenmekten başka bir şey gelmez ellerinden.

‘Eski güzel günler’ bizim icadımız. Kim iddia edebilir ki geçmişin iyi ve güzel olduğunu, daha da beterdi belki. Geçmişin şimdi olarak yaşandığı o günlerde, icat ettiğimiz daha derindeki bir geçmişe sığınmışızdır mutlaka. Her şey belleğin oyunu; başımız sıkıştıkça, şimdinin karmaşası ile baş edemediğimizde geçmişe sığınıyoruz. Şimdinin karmaşası karşısında, geçmişi iyi ve güzel kristaller halinde donduruyoruz. Ve iktidar belleğimizle oynuyor. Geleceğimizi karartırken, geçmişimizi aydınlatıyor. Çünkü gelmekte olan, dengesini bozacak, oysa geçmiş hep dengede. Mekânını düzenlerken, geçmişin kristallerini yerleştiriyor yol üzerlerine. Anıtlar, bellek yapıları, tapınaklar; şimdinin kaotik durumu karşısında, eski güzel günleri hatırlatan kozmik bellekler. Kentler, anıtlar sayesinde kozmoz olarak inşa ediliyor: Sabit yıldızlar hep aynı noktada duruyor, gezegenler hep aynı yörüngede dönüp duruyor. Bizler, anıtların etrafındaki yörüngelerde döndükçe yeryüzünde kozmik düzenler kuruluyor. Ve iktidar, şimdide geleceklerini kurmak için mekânsal ve zamansal mücadeleye girişenlere durmadan kayyum atıyor. Kayyum, yörüngelerinden çıkanları yeniden güneş sistemine bağlayandır. “Güneşin altında yeni bir şey yok. Olmuş olan, yine olacak” (İncil).

Oysa şimdinin karmaşası, baskısı, kötülüğü geleceğe gebe; çünkü şimdi, geçmişten geliyor ve geleceğe akmalı. Şimdinin önüne set çekmişler, akmasın diye. Setlerin içinde zaman birikiyor; gerçekleşmemiş arzuların için için kaynadığı kazan; ha patladı ha patlayacak. İmgelemsel olan ile gerçeğin birbirine karıştığı yollarda yürüyoruz. Ama sadece yaşanmış geçmişe, olup bitmişe saplanıp kalırsak, geçmişin kokuşmaya yazgılı durgun sularında çürüyeceğiz birlikte. Gelecek, gizil güçlerin şimdide edimselleşmesidir. Geçmişte bastırılmış olanın dışa vurulması. Bastırılan yaşamın kudretidir, yaşamın önüne setler çekiliyor. Oysa insan hem mekânsal hem de zamansal bir varlıktır. Kendi mekânını yarattığı ölçüde şimdiyi geleceğe taşıyacak. Gelecek, ne yazık ki setlerin ötesinde. Ve setin içinde kokuşmuş sular; dip çamurunda debelenip duranlar, eski güzel günleri arıyor.

Kentte eski güzel günlerin anısı silinmiş, yerlerini belleksiz parlak yüzeyler almış olabilir. Ama bir harita olarak kent, yürüyüşlerin mekânıdır. Adımlar, görünmez çizgiler çizerler kentin sokaklarında. Çizgiler, arzulu bedenlerin kent içindeki hareketleridir, arzu haritaları. Örtüştüklerinde kentin haritası değişecek; kesiştiklerinde, hep birlikte geleceğe akacaklar. Ve bedenler kendi mekânlarını yarattıklarında mevsim, yeryüzü olacak. Meydanlarda şenlik ateşleri.