Hayal gücü görünürlük alanından beslenir ama gücünü, görünürlük alanının ötesine geçebildiği ölçüde gösterir. Görünürlük alanı, mevcut şeylerin belirli bir düzene göre yerleştirildiği ufuk çizgisine dek uzanan alan. Hayal gücü sayesinde zihin, zamansal ve mekânsal olarak ufuk çizgisinin ötesine geçebilir. Ortaçağlarda ufuk çizgisinin ötesindeki topraklar, hayal gücünün ikamet ettiği yerlerdi. Ortaçağ haritalarına bir bakın, terra incognita’ların hayal gücü için nasıl da verimli topraklar olduğunu göreceksiniz. Neler yetişmez ki oralarda? Aklınıza, hayalinize gelmeyecek tuhaf yaratıklar; melezliğin en güzel örnekleri. Yeryüzündeki terra incognita’lar sömürgeleştirilip tüketilebilir hâle geldikçe, sonunda hayal gücü de yeni bilinmeyen topraklar için çareyi uzaya kaçmakta buldu. Uzay malum, ağzına kadar uydularla dolu. Hayal gücü şimdi, uzayın ücra köşelerine kaçabileceği solucan delikleri arıyor. Yeryüzüne dair kurduğu hayaller ise çöküşün, çürümenin distopik hayalleri. Oysa ütopya, adı üzerinde yok-ülke, yeryüzünü var olan gerçeklik teröründen şimdi ve burada kurtarmanın yollarını arar, mevcut olanın içinde henüz mevcut olmayanın hayallerini kurardı. Hayal gücünü de sömürgeleştirdiler. Hayaller artık terra incognitalar’da değil, kapitalizmin plantasyonlarında üretiliyor ve meyvelerini kapitalizm topluyor. Ve biz hayal kurdukça kapitalizm daha fazla öldürüyor.

Zihinlerin kapitalizasyonu, kapitalin yarattığı imgelerin hayallerimizi ele geçirmesiyle başladı. İmgeler, yeryüzüyle aramıza giren ve ilişkileri dolayımlayan üçüncü şahıslardır. Kapitalin imgeleri aramıza girdiklerinden beri yeryüzüne ve bedenlerine baktığımızda, yaşamın şaşırtıcı güzellikleri yerine yatırım araçlarını görüyoruz. İmgeler, gözlerimize inen perdelerdir; perdeler giderek opaklaşırken sonunda yeryüzü tamamen gözden kayboldu. İmgelerden başka bir şey göremez olduk. Gözlerine imge perdesi inenlere yeryüzünün gerçeğini anlatamazsınız, boşuna uğraşmayın. Onlar sizin anlattıklarınıza değil, imgelere inanacaklardır. Başları dara düşse onlara sığınacak; mutlu anlarını, sevinçlerini dostlarıyla değil, onlarla paylaşacaklardır. Sevdiklerine dokunduklarında dokundukları, imgelerin ete kemiğe bürünmüş hâlleri, metalardır. Sorsanız, hayatlarının roman olduğunu söyleyeceklerdir size ama yaşadıkları, imgelerin özne, kendilerinin ise nesne oldukları imgelerin hayatıdır. Bir zamanlar kentin sokaklarında imge avına çıkan ve avladığı imgelerle hayal gücünü besleyen flanör, şimdi av olmamak için köşe bucak kaçacak delik arıyor.

Mağaralarda ilk imgelerin ortaya çıkışı ile avcılık arasındaki ilişkiyi vurgulayan John Berger, “ilk ressamlar, klandaki herkes gibi, hayatları hayvanları yakından tanımaya bağlı olan avcılardı” diye yazıyor (Sanatla Direniş, Metis). Avın kendisi gibi hareketli ve hızla gözden kaybolan imgesini mağara duvarına resmettiklerinde imge avcılığı yaptıklarını pekâlâ söyleyebiliriz. Günümüzde hayal gücümüzü yitirince avcı ile av yer değiştirdi. Artık her yer imgelerin av sahası; imgeler tarafından avlanıyor ve algoritmaların içindeki imgelere dönüşüyoruz. Yer ile kurduğumuz otantik ilişkilerin yerlerinde şimdi kapitalizmin küresel yelleri esiyor ve yerler, kapitalizm tarafından tüketilirken, kapitalin imgeleriyle hayal kuran imgeler olarak kapitalin öldürücü hayallerini besliyoruz. Sorsanız, herkes kapitalizmden nefret ediyor ama imgelerine sırılsıklam âşık. Avcıdan nefret eden ama oltasındaki yemlerin tadından da asla vazgeçemeyenlerin yaşadığı tuhaf bir Stockholm sendromu vakası.

Damak tadı değişmedikçe avcıdan kurtulmak mümkün değil; hayal kurdukça ölecek, öldüreceksiniz. Kapitalin hayalleri sadece bedeninizi değil, yeryüzünü de tüketiyor. Bedenler de hayaller gibidir; görünür olanın ötesine geçebildikleri ölçüde güçlenebilirler ancak. Görünür olan, gözleri kör eden imge perdesidir. İmge perdesine çok alıştık; ama yıkılabilir. Yoksa Hacivat’tan mı korkuyorsunuz? Ne diyordu Hacivat oyunun sonunda? “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman.” Korkmayın, perde yıkıldığında ne Hacivat kalacak ne de sahibi; sadece evren ve siz: “Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir” (Nâzım Hikmet).