24 Haziran sürecinin temel ekseni, RT Erdoğan’ın düşüp düşmeyeceği ya da düşürülüp, düşürülemeyeceği oluverdi. İlki kendi, ikincisi karşıtlarının eylemlerinin belirleyiciliğini işaret ediyor. Yapıp ettikleriyle kendi sonunu kendisi mi hazırlamış olacak? Ona karşı olanlar kurdukları ittifaklar, güç birlikleri, ortaklaşmalar aracılığıyla onu düşürecek güce erişebilecekler mi?

İlk bakışta, bu eksenin kaçınılmaz olduğunu söylemek olası. RTE yasama, yürütme ve yargıyı bir bütün olarak kendisinde toplamayı amaçlayan bir politika uyguluyor. Karşıtları 24 Haziran’dan galip olarak ayrılırsa sürecin geri çevrilemez bir düzeye ulaşacağından kaygılanıyorlar. Bu seçimi de kazanırsa bir daha kimse ona dokunamaz, konuşmalarını duymayan yok.

Hâl böyle olunca, “seçim darbesine” çok da hazırlıklı olmadan yakalandıkları anlaşılan siyasi partiler ve siyasal hareketlerin büyük kısmı kümelenmekten başka çıkar yol olmadığı sonucuna varmakta zorlanmadılar.

İlk hamle RTE’nin karşısına Abdullah Gül’ü çıkararak iki adaylı bir seçim zorunluluğunu topluma dayatmaya çalışmak oldu. Kimse kusura bakmasın ama, CHP ve Saadet Partisi’nin açık çabalarına, adayını açıklamayı bu çabaların sonucuna erteleyen HDP’nin de eşlik etmiş olduğu anlaşılıyor. Müflis liberallerin Gül çağrıları boşuna değildi. Burada bir parantez açmak gerekli. Kemal Kılıçdaroğlu ve Deniz Baykal’ın bir yıl kadar önceye dayanan Gül güzellemelerinin nedensiz olmadığı da ortaya çıkmış oldu. Eğer seçim 2019’da yapılsaydı, toplumun RTE ye karşı Gül ikilemine hazırlanmasının planlandığını düşünmek için çok neden var.

Öyle ise bu stratejinin ikinci tura kalacak bir seçimde RTE’ye karşı kim olmalı sorusu üzerinden sürdürmeye çalışacağını beklemek yanlış olmaz.

Şimdi biraz hafıza tazelemek yararlı olabilir.

2002 yılında iktidara “bir büyük koalisyon olarak” geldiğinden bu yana RTE, uygulamalarıyla koalisyonu sadece kendisini öne çıkaran ve tüm yetkiyi kendisinde toplayan bir tek adam rejimine doğru evriltti. Ama yola çıktığındaki söylemini hatırlayalım mı?

“Ortak düşmana” Kemalist asker sivil otoriter vesayetine karşı demokrasiyi savunan her tür siyasal yapıyı, örgütü, bireyi kendisine çağıran AKP! Bu çağrıya etekleri zil çalarak koşturarak giden liberaller, Kürtler, solcular, “sosyalistler”, aydınlar, akademisyenler, sanatçılar vs vs vs.

Ne diyordu Erdoğan; Türkiye’ nin demokratik, özgür, müreffeh bir ülke olmasının önündeki en büyük engel Kemalist asker sivil vesayetidir, hele bu vesayeti bir düşürelim, demokrasiyi tesis edelim, sivil alanı genişletelim, sonra demokratik ortamda her türden siyasal yapı kendisini özgürce ifade etsin, temsil edilsin. Erdoğan bu söyleminde o kadar hızını alamıyordu ki, YouTube’da LGBT özgürlüğünden söz ettiği vidoları hâlâ duruyor. Sanırsın cennet!!!

Erdoğan’ın hele bir düşsünler sloganının en azından 2013’e kadar kimleri kendisine inandırdığını söylemeye gerek var mı? Yine kusura bakmasınlar ama en çok da Kürtler inanmadılar mı?

Niye ikidir kusura bakmasınlar diyorum; çok acı çekiyorlar, çok kanları döküldü, çoğu cezaevlerinde tutsak edilmiş durumdalar. İnanmayıp, inanmış gibi yapmayıp da ne yapacaktık da diyebilirler, hak verilebilir de…

16 yıl önce RTE’nin başlattığı ve “başarıyla” uyguladığı hele bir düşsün de siyasetinin sonuçlarını hepimiz yaşıyoruz. Kürtleri de içine alan, düşürse de Abdullah Gül düşürsün siyasetinin olası sonuçlarının ne olacağı da açık değil mi?
Üstelik şimdiki haliyle hele bir düşsün de siyasetinin en çok RTE’ye yarayacağını görmek o kadar zor mu? Sürekli kriz ve felaket tellallığı geniş toplumsal kesimlere korku salmaktan başka bir işe yaramıyor. Bilinir ki, insanlar felaket zamanlarında zulmünü bildiklerini, ne yapacağını bilmediklerine tercih ederler. Bildiğimiz korkuları bilmediğimiz korkulara yeğ tutarız.

Haziran bu kümelenme çağrısına evet dememeyi seçti. RT Erdoğan’ın düşürülmesini önemsemediğinden değil. Seçimlerde oy kullanacak ve Erdoğan düşsün diye kullanacak. Ama arkadaşlar, dostlar, yoldaşlar hele bir düşsün de siyasetine dahil olmama hakkımıza da itiraz etmenizi anlamak zor. Madem çok azız, madem güncel siyasette cürmümüz pek yok. Bırakın da biz de bildiğimizi yapalım. 25 Haziran var ve sonrası da…