Binali Yıldırım’ın ‘mizah duygusu’ olduğu kesin. İşini severek yapıyor, dahası yaparken çok eğleniyor.

Bu yanının ülkece bilinmesini sağlayan ilk eylemlerinden biri, bulut teknolojisi ile ilgili söylediği, “bu bilişim işine fazla kafayı yorarsan sıyırırsın; kullanacaksın, nimetlerinden yararlanıp, işini göreceksin, çok da şeetmeyeceksin” yaklaşımıydı.

Youtube’da esprileriyle ilgili onlarca video var. Hakikaten kendisi de çok eğleniyor, güldürürken gülüyor. Hele Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May’in Türkiye ziyaretindeki ortak basın toplantısındaki hali. Muzip bir ifadeyle izliyor. Sanki, “demek Güngören’den 1000 Sterlin’e pantolon alan kadın buymuş” diye keyifleniyor. Kadıncağız konuşurken kahkahasını tutamayacak halde, zaten espriyle müdahale ederek konuşmasını kesiyor. Şaşkın konuk sinirleri bozulmuş, kıkırdamak zorunda kalıyor.

Anayasa tartışmaları sırasında Meclis’te vekiller birbirini boğazlarken, çat kapı teklifsiz CHP grubuna dalıvermiş, “bi çay söyleyin de iki soluklanalım” tadında muhabbete dalmıştı. Bu davranışını CHP muhalefetini boşa düşüren bir taktik olarak değerlendirenler olmadı değil. Erdoğan, meşhur AKP marşı “bana her şey sizi hatırlatıyor”un güftesini söyler; Yıldırım, Kırşehir ya da Nevşehir’deki halkoylaması mitinginde makamıyla okudu.

Son olarak “abudik gubidik işler oluyor, hiç aklınıza gelmeyen adamlar başbakan oluyor” dedi. Nedense herkesin aklına Davutoğlu geldi. Aralarının pek iyi olmadığı baştan beri biliniyor. Davutoğlu’nun da Yıldırım’dan pek haz etmediğini tahmin etmek zor değil. Yıldırım’ın ona hiç başbakan muamelesi yapmaması ve yerine geçmesinden öte bir ‘gıcıklık’. Davutoğlu’nun, Yıldırım’ı ‘avam’ bulduğu bile düşünülebilir.

AKP kitlesine sorulsa açık ara Yıldırım’ı tercih edecekleri de belli. Daha büyük kalabalıklar toplaması değil tek kanıtı. Yıldırım’ın AKP Meclis Grubu konuşmaları çok daha coşkulu, eğlencenin bini bir para. Davutoğlu, grup toplantılarında (aslında her konuşmasında) iri iri sözler, önermeler, tahliller, tespitler, tarihsel süreçler vs vs, ‘bayıyordu’ AKP güruhunu. Yıldırım’ın grup toplantıları ise Ramazan eğlencesi tadında. Bayramda seyranda, akraba toplantılarında ya da kahvehanede meddah performansı icra edenler vardır ya, o tat o doku.

Yıldırım, grup konuşmalarında (aslında bütün konuşmalarında) neredeyse hiç siyaset yapmıyor. Referandumda ‘evet’ denmesinin nedeni olarak ileri sürdüğü tek gerekçe, zaten evet çıkacağı ve evet demenin de iyi olacağı, o kadar. “Evet çıkacağı için evet diyelim, çünkü evet dediğimizde her şey çok güzel olacak” diyor ve başlıyor esprilere, fıkralara.

Grup konuşmalarında önce biraz yol, köprü enlerinden söz ediyor, ardından 15 Temmuz’la ilgili bir esip gürlüyor. Öfke, üzerinde eğreti duruyor. Ardından ‘evet’ dedik kısmına geçiyor ve başlıyor ziyaretçilerle karşılıklı sloganlaşmaya. Ziyaretçiler geldikleri ilin adını haykırarak, Yıldırım’a duyurmaya çalışıyorlar. Yıldırım, duyduğu ilin adını mikrofondan söylüyor; “Gümüşhane de burada” diyor!!!!! O ilden gelenler adları okununca mutluluk çığlıkları atıyorlar. Henüz adlarını Yıldırım’a duyuramayan iller daha bir bastırıyorlar ve onların adını da söylüyor; alkış kıyamet, zafer çığlıkları. Gruplardan birinde bir hata yaptı ve ‘evet’ diyen illeri saymaya başladı. Belki de birkaç il sayıp kesecekti. Ziyaretçiler fırsatı kaçırmadılar. Kendi illerinin de adı okunsun diye ortamı mahşere çevirdiler. Yıldırım da kırmadı onları, sırasız olarak illeri saymaya başladı. Kolay değil, 81 il var. Yıldırım rahat, kendiliğinden bir insan ve kesinlikle çok zeki. İllerin yarıya yakınını tekrara düşmeden saydı. Sonra biraz bıkkın, mikrofondan sesinin duyulmasına aldırmadan yanındakilere sormaya başladı. “Hangileri kaldı, onu saymadık mı, hah tamam şu il de evet diyor” diye devam etti. Ziyaretçilerin illerinin adını söyletmeye çalışmalarıyla çok eğlendiği her halinden belliydi. Üşenmeden galiba bütün illeri saydı ve adı okunan illerden gelenlerin zafer gözyaşları eşliğinde grup toplantısını bitirdi.

İnsanın yaptığı işi sevmesi, fıtratında mizah duygusu olması büyük şans. Yıldırım da gerçekten içten, samimi olarak eğleniyor. İçinden geleni yaptığı, kasmadığı, rol kesmediğini düşündüren bir hali var. Öyle protokollerden, resmiyetten pek hoşlanmıyor. İşlerin neşeyle yapılmasından yana. Bazen böylesi neşelerin ardında ifade edilemeyen, bastırılan bir öfke olabilir ama o ayrı mevzu. Vatandaşı telefonla arayıp şaşırtmayı çok seviyor. Bir karakol mu ziyaret etti, illa birine kız istiyor; çağrı merkezinde çalan telefona çıkıyor; taksicilerle geyiğin dibine vuruyor. Hakikaten halk adamı.

Misal geçen yılbaşı da Gaziantep’te ziyaret ettiği Geri Gönderme Merkezi’nde askerlerle karavanaya kaşık sallamış, birkaç askerin ailelerini aramış, espri kıyamet çok eğlenmişlerdi. Sonra o çocuklardan biri El Bab’da ölüverdi…

Türkiye, yakın tarihinin en büyük ekonomik, siyasal krizini yaşıyor. Suruç’la başlayan katliamlar zincirinde saldırı ve bombalamalarda yüzlerce insan öldürüldü. İller, ilçeler yakılıp yıkıldı. Kanlı bir darbe girişimi oldu, onlarca insan öldürüldü. Ordu başka bir ülkenin topraklarında sonunun ne olacağı bilinmez bir macerada ve onlarca gencecik asker ölüyor. Bombalamalar, saldırılar, işsizlik, binlerce insan işten atılıyor. Tutuklamalar, say say bitmez; milletvekilleri, gazeteciler, modacılar, ‘hayır’ diyen öğrenciler. Yıldırım, sanki Finlandiya Başbakanı; “Helsinki evet diyor muuuu” tadında gülüyor güldürüyor.

‘Post truth’ ne mi? İşte abidik gubidik bi şey, çok da şey etmeyin.