Açık havadayım, geminin güvertesinde. Hava, sonsuzca küçük algılarla dolu. Denizin, motorların, martıların seslerini duyabiliyorum sadece; bilincime ulaşanlar. Duyumsadığım sesler bana hep varlığı, var olmanın dayanılmaz ağırlığını hatırlatıyor. Halbuki güverteye hiçleşmek, bedenimi ve zihnimi hafifletmek için çıkmıştım. Sesler, kendime getiriyor beni; oysa ben kendimden kurtulmak istemiştim. Varlık ile hiçlik arasında tercih yapmak zorunda bırakılan insan, hiçleşmek istediğinde bile hiçleşemiyor, bilinci izin vermiyor. Korkuya kapılıp can havliyle kendini var olmaya doğru fırlatıyor. Zira yerleşiklerin lügatinde hiçleşmek ölüm demektir. Bir elimizde kurukafa, Hamlet’in “olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” monoloğunu tekrarlayıp duruyoruz birbirimize. Ve insan denilen terazinin bir kefesine ölümü, diğerine var olmayı koyduğunuzda, kurukafanın dipsiz bir kuyuyu andıran karanlık bakışlarından kaçıp dayatılan varoluş koşullarını kabullenecektir. Halk arasında bu duruma yağmurdan kaçarken doluya tutulmak denir. Ve ölümle korkutulduğu için mecburen var olmayı seçtiğinde artık kaderi, varoluş koşullarını belirleyenlerin elindedir. Bunlar kim diye sormayın, biliyorsunuz; zira sizleri de onlar var etti ve onlar tarafından biçimlendirildiniz. Ve hâlâ varoluşunuza isyan etmiyorsanız, memnunsunuz demek ki. O zaman şükredin.

Memnun değilseniz şayet, ‘ya/ya da’lı ikilemi çıkarlar karşınıza; şıklardan birini seçebilirsiniz. Dayatılan varoluş koşullarını ya sevebilir ya da terk edebilirsiniz; güdülebilir ya da bu diyardan gidebilirsiniz. İkilem, iktidar yargısıdır, iki ucu b.klu değnek. Sokrates’i de yargıladıklarında karşısına yine aynı değneği çıkarmışlardı: Ya kenti terk et ya da baldıran zehrini iç. Bir varlık için kenti, yetiştiği ortamı terk etmek, varlığına ihanet etmektir: Hiçleşmek. Ersilia’nın sakinleri kentlerini, ilişkiler ağını terk ettiklerinde hiçleşirler: “Ersilia kenti hâlâ odur, kendileri ise bir hiç” (Calvino). Sokrates, o çok sevdiği varlığı terk etmemek ve hiçleşmemek için baldıran zehri içmeyi yeğlemişti. Despotik bir iktidarın dayattığı koşullarda var olmayı sürdürmek, her gün baldıran zehri içmektir; kentin ilişkiler ağında zehirlenmek ve zehirlemek. Var olanlar kan kustukları halde sorsanız, kızılcık şerbeti içtiklerini söyleyecekler size. Varlık alanı, iktidarların kendilerini var ettikleri alandır. Zehirlenen ve birbirini zehirleyen bedenler durmadan parçalanıp dağıldıkça, iktidar parçalardan işine yarayan yeni varlıklar inşa edecek. Varlıklar kan kustukça onların yanaklarından kan damlayacak. Kan kusmak ile yanağından kan damlamak, farklı şeylerdir; birinde kan ciddi bir hastalığın, diğerinde ise sağlıklı bir bedenin göstergesi. Kan, tüm bedenleri kat eden ve hayat veren sıvı. Ve tüm akışkanlar gibi kanı da kontrol eden iktidardır. Ve iktidarın yarattığı koşullarda var olduğunuz sürece kan kusmakla kalmaz, kanınız da çekilir. Sürekli tehdit altında yaşanıldığında hissedilen bir duygudur kan çekilmesi, renginiz soluklaşır. Bedeninizden çekilen, yaşam enerjisidir. Varlıklar, iktidarın enerji içecekleri; içtikçe içesi gelir. Çağımız, hasta bedenlerin çağı; bedenler, tükenmişliğin sadece sendromunu göstermezler, bilfiil tüketilirler de. Sonunda, atıkların arasında yeniden dolaşıma girebilmenin hayalini kurarken bulurlar kendilerini. Var olmanın hızla tüketilip atığa dönüşmek olduğu zamanlarda, olmamak şıkkını neden hiç düşünmek istemeyiz acaba? Çünkü ne zaman olmamak aklımızın ucundan geçse, elimize tutuşturulan kurukafanın karanlık bakışlarıyla göz göze geliriz. Karanlıkla korkutulduk biz, karanlıkta iblisler, şeytanlar vardı. Ve karanlıktan kaçtıkça despotların ışığına yakalandık. Tanrı-kral aynı zamanda ışıktır.

Işığın altında, yani varlık alanında hiçleşmek zordur gerçekten. Her hareketiniz, aklınızdan geçen her şey çırılçıplak ortada; sürekli denetlenirsiniz. Hiçleşmek, söylenildiği gibi ölüm demek değildir. Hiçleşmek, dayatılan varoluş koşullarını reddedebilmektir; başka bedenlerle birlikte mekânınızı ve kendinizi yaratabilmek, iktidara rağmen kendinizi var edebilmektir. Hiçleşmeye var mısınız? Ne diyordu Kâtip Bartleby? “Yapmamayı tercih ederim” (Melville). Olmamayı tercih ederek başlayabilirsiniz işe.