O kadar çok ölüm var ama yas tutmamızı engelliyorlar.

Yıllardır zamansız ölümler memleketinde yaşıyorduk. Covid 19 pandemisiyle de herkes yakınında bir kayıpla yaşar oldu. Mart 2020’den bu yana her gece günün ölüm sayısını alıp yatıyor, sabah sayının tartışmasına uyanıyoruz. Covid’in ölüm ateşi düştüğü yeri bile yakamıyor gibi.

Orman yangınlarıyla birlikte insanların ölümüne ağaçlar, kuşlar, hayvanlar, börtü böcek ölüm sayıları da eklendi. Kaç futbol sahası kadar orman yandı diye gözümüzde canlandırmamız isteniyor, o kadar. Yanıp kavrulanın acısı hissetmeye zaman bulamadan, yerine ne koyacağımızın hesabına zorlanıyoruz. İster otel, ister maden sahası yapılsın, isterse de yeni fidan dikilsin, bize dayatılan olmamış gibi hissetmemiz. Ölen hayvanları beyaz et diye tanımlayan da, yanan yerlere ceviz, zeytin dikelim para kazanır, karnımızı doyururuz diyen de acı çekmemizi engellemeye çalışıyor.

Sel, bir ilçeyi yok etti ve ölümler göz göre geldi ama boğulan ilçeden sağ kalanların bile yas tutmalarına izin verilmiyor. Yine sayılar üzerinden bir tartışma sürüyor. Sanki 100 değil de 500 ölüm varsa farklı olacakmış gibi. İçişleri Bakanı, vazifesini yapmış olmanın gururuyla “Afet sonrası vatandaşımıza, milletimize en ufak bir mahcubiyet yaşamadık.” diye böbürleniyor. Çok hızlı müdahale etmişler, zaten yaraları da saracaklarmış, TOKİ planlama yapmaya başlamış bile, afetle ilgili siyaset yapmak şeytan işiymiş!

İKTİDARIN KOZU

En fazla bir iki kuşak önce kırdan kente göç etmiş ve lümpenleşmiş yoksul, milliyetçi ve dindar “buralılarla”, kandırılarak, iki ateş arasında kalarak, evi barkı yıkıldığı için ya da daha iyi bir hayat umuduyla göç etmiş, ettirilmiş yoksul, milliyetçi ve dindar göçmenler birbirilerine kırdırılıyor. İktidar, kendi eliyle yarattığı kaosun faturasını muhaliflerine saldırmak için koz olarak kullanıyor. Aynı dindarlık ve milliyetçilikten beslenen muhalefetin bir bölümü de ellerini ovuşturarak koşturuyor taziyeye.

Ölenin acısını hissetmemize, kalanların yas tutmasına katılmamıza fırsat vermemek için ya üzeri örtülüyor kayıpların ya da birbirini suçlayarak kendilerini sıyırmaya çalışıyorlar.

İktidar, kayıpların yasını tutmamızı engellemek için elinden geleni ardına koymuyor. Acımızı yok sayalım diye kışkırtıyor. Ölenin kimin ölüsü olduğuna göre tepki verilsin diye uğraşıyor. Ölüler artarsa iktidarın zayıflayıp, düşeceğini sanmamızı sağlamaya çalışıyor. Zamansız ölümler coğrafyasında ölümü araçsallaştırıp kendini sağlama alma derdinde. Asker ölümlerini politikasının tartışılmasını engellemeye bahane ediyor. Selden kaybolanların hesabını soranları siyaset yapmakla suçluyor. Orman yangınlarını uçak var yok ve kim yaktı kavgasına çeviriyor.

Oysa yas, tutulmayıp ertelenince, bastırılıp yok sayılınca kendiliğinden kaybolan bir ruh hali değil. Yas, hüznün gölgesinde oturup, içimize dönüp, geçmiş, şimdi ve geleceği bir ve aynılaştırdığımız bir durma, duraklama hali. Ne oldu ve olup bitende benim etkim neydi sorusuyla baş başa kaldığımız; gidenin bizden götürdükleri ve giderken bizde bıraktıklarının dökümünü yaptığımız, gidenle ve kalan kendimizle hesaplaştığımız bir yaşantı. Gidenin ruhumuzda bıraktığı boşluğu kendimizi yeniden biçimlendirerek, kimi zaman zenginleşerek kimi zaman yoksullaşarak doldurmamız. Gidenin bir daha dönmeyeceğini ve elimizden hiç bir şey gelmeyeceğini bilmenin verdiği çaresizlik hissiyle acılanmak. Yasın o çaresiz bırakan acısının içinde dibe, hüznün koyusuna doğru çekilmek, devam etmenin, yaşamanın, gideni de yaşatmak olacağını hissetme umudunu doğurur. Hüzünlenip, umarsız hissetmezsek umut biriktiremeyiz; yaşamak ve yaşatmak için hüznü umuda çeviremeyiz. Umut, çaresizlikten doğar.

KİMSE KALMAYACAK

Bir mezarlık anması gibi yanmış, kararmış ormanlara bakmalıyız. Ağaç ölülerine gözlerimizi dikip, içimizin acısına odaklanmalıyız. Çamur ve tomruk kaplamış sokaklarda, yıkılmış köprü kalıntılarında hüzün içinde yürümeliyiz. Kayıplarımızın acısını hissedersek, onları niye kaybettiğimizi daha iyi anlama imkanımız olabilir.

İktidar hep kalanlara yönelmemizi istiyor; yaraları sarıyoruz, devletin şefkatli eli, hemen ev yaptık, hemen paralarını ödedik güzellemesi yaparak, o kadar çok yardım ediyoruz ki keşke benim de evim yansaydı diyeceksiniz diyecek kadar gözü dönmüş şekilde yas tutmamızı engellemeye çalışıyor.

Gidenlerin yasını tutmazsak, bizim yasımızı tutacak kimse de kalmayacak. Kalanlara ne yapacağımızı tartışmak yerine gidenlere çevirelim bakışlarımızı.