Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünün 60’ncı yıldönümü vesilesiyle düzenlenen törenlerden biri de Frankfurt Büyükşehir Belediyesi’nin ‘İmparatorlar Salonu’nda gerçekleştirildi.

Dünkü yazımızda bu törenden hareketle Almanya’daki çokkültürlü yaşamın muhasebesini yapmaya başladık ve bilançonun aktifinden örnekleri ele aldık. Çok sayıda göçmen kökenli politikacının Avrupa’nın ortasındaki bu önemli metropolün seçilmiş yöneticileri arasında yer alması, bu alandaki en önemli kazanımlardan.

Törende ev sahibi Frankfurt Büyükşehir Belediye Başkanı Peter Feldmann da binlerce göçmen işçinin II. Dünya Savaşı’nda yıkılan kentin yeniden ayağa kalkması için yaptıkları katkıları vurguladı. 1961’deki işgücü anlaşmasının ardından gelen Türkiye kökenlilerin de kentin hem ekonomik, hem sosyal ve kültürel gelişimine katkıda bulunduklarını kaydeden Başkan Feldmann, “Artık günümüzde Türkiye kökenli vatandaşların olmadığı modern bir Almanya düşünülemez” diyerek, çokkültürlülüğün sadece göçmenler değil, tüm toplum için kazanım olduğuna işaret etti. Buraya kadarı bilançonun aktifinde yer alanlar...

Daha sonra konuşan diğer ev sahibi İl Genel Meclisi Başkanı Hilime Arslaner’in sözleri ise 60 yılın muhasebesi açısından çok daha önemliydi.

Frankfurt’un da birinci kuşak göçmenlere çok şey borçlu olduğunu vurgulayan Arslaner, “O dönem Almanya’ya çalışmaya hazır insanlar geldi ve gelir gelmez kolları sıvadılar. Genellikle Alman işçilerin olmadığı yerlerde çalıştılar. Erkekler fiziki olarak en ağır işler, kadınlar da düşük ücretli işler için getirildiler. Çok çalıştılar. Bu insanlar Almanya’yı ekonomik olarak başarılı bir hale getirdiler. Onların yaşamları saygıyı hak ediyor. Hem kişi olarak, hem de ülke olarak saygımızı hak ediyorlar” dedi. Toplumun çoğunluğunun birinci kuşak göçmenlerin Almanya’nın refahına katkılarına halen gerekli saygıyı göstermediğini vurgulayan Arslaner, “Büyük çoğunluk bu katkıyı fark etmediği ve değerini bilmediği sürece göçmenler buraya tam olarak ait olamayacak ve onların toplumsal yaşama eşit katılımı tartışılmaya devam edecektir” uyarısında bulundu.

Arslaner, bu saygının eksikliğinin ‘ırkçılığın yaygınlaşması’na yol açtığını da hatırlatarak, “Bu da Hanau katliamı, NSU seri cinayetleri ya da burada; kapımızın önündeki NSU 2.0 ölüm tehditleri gibi suçların gerçekleşmesine yol açıyor. Bu böyle devam edemez. Şehrimiz Frankfurt’un bu konuda sorumluluğunu üstlenmesini istiyorum” dedi.

Göçmenlere saygı eksikliği ya da daha doğrusu saygısızlık, 60 yıllık göç sürecinin en önemli sonuçlarından biri. Arslaner’in vurguladığı gibi bu durum ırkçılık ve ayrımcılığın artmasına neden olduğu için de tehlikeli.

Toplumun bir bölümü bu durumun farkında. Göçmenlere ilişkin törenin kentin en önemli salonunda gerçekleştirilmesi de bunun bir göstergesi.

Ancak buna rağmen saygı eksikliği halen geçerli.

Pek çok ulusal gazetenin, sözlü ve görüntü medya organının merkezi olan Frankfurt’ta bu törenle ilgili tek bir yayının bile yapılmamış olması da bunun göstergesi.

Ama daha önemli bir sorun var.

Hem Frankfurt’ta, hem de başka yerlerdeki göç törenlerinde dile getirilmeyen bir sorun bu...

O da Almanya’daki göçmenlerin seçme hakkının olmaması.

Daha doğrusu Alman vatandaşı olmayan göçmenlerin seçme hakkından yoksun olması.

Kimi neredeyse 60 yıldır bu ülkede yaşayan, çalışan, düzenli olarak vergi veren, sosyal sigorta katkı payı ödeyen yaklaşık 8 milyon insanın, yani ‘yabancı’nın federal ve eyalet düzeyindeki seçimlerde temsilcilerini seçme hakları yok. Sadece bu kişiler arasındaki Avrupa Birliği (AB) vatandaşları yerel seçimlerde oy kullanabiliyor.

Yeni federal hükümet de Alman vatandaşı olmayan milyonların seçme hakkını programına almadı. Halbuki hükümeti oluşturan koalisyonun iki büyük partisi (SPD ve Yeşiller), belirli bir süre bu ülkede yaşayan herkese, Alman vatandaşlığı şartı aramadan, seçimlere katılma hakkı verilmesinden yanaydı. Bunun için anayasa değişikliği gerektiği (Federal Meclis’te yeterli çoğunluğa sahip değiller) tezini onlar da doğru kabul ediyor. O nedenle de bu mücadeleyi bir sonraki yasama dönemine erteliyorlar. Ancak uzun yıllardır bu ülkede yaşayan insanlara, bu ülkenin vatandaşı olmadıkları gerekçesiyle temsilcilerini ve yöneticilerini seçme hakkının verilmemesi ‘modern bir Almanya’ya hiç yakışmıyor.

Yürürlükteki anayasanın yabancılara bu hakkı tanımadığı, seçimlere katılmak için Almanya vatandaşlığının gerektiği tezine sadece siyasi değil, hukuki itirazlar da var.

Anayasa, ‘Alman vatandaşlarının’ değil, ‘halkın’ seçme hakkından söz ediyor. İlgili madde şöyle:

“Egemenlik tümüyle halkındır. Halk, egemenliğini, seçimler ve oylamalar aracılığıyla ve yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle donatılmış özel organlar eliyle kullanır.”

Almanya vatandaşı olmayan AB vatandaşları yerel seçimlere katılma hakkından yararlanıyor. Yani Almanya vatandaşı olmamalarına rağmen ‘halk’ın içinde yer alıyorlar. Ama kuşaklar boyunca bu ülkede yaşayanlar ‘halk’ın bir parçası olarak görülmüyor. Öyle olduğu için de saygı görmüyorlar, dışlanmaya, ayrımcılığa uğruyorlar.

Almanya’ya işgücü göçünün 60’ncı yılında durum böyle.