Doğrusu, haftalık gazete yazımın tefrika halini alması beni de tedirgin ediyor. Üstelik “…üzerine notlar” gibi akademik metinlerin o soğuk başlıklarından fırlamış bir başlığa da sahip! Bu durumda okurun yüksek hoşgörüsü dışında sığınacak başkaca liman da görünmüyor. Bilemiyorum, belki tefrika konusunun işsizlik olması ve koronavirüs pandemisi ile birlikte toplumların küresel çaptaki öncelikli sorunu seviyesine tırmanması, hafifletici sebepten sayılabilir.

TÜİK mayıs ayı işsizliği, dünyaya nispet yaparcasına açıklandı; 2019’un Mayıs ayına göre işsizlerin sayısı Türkiye’de 300 bin kadar azalmış. Bu verinin elle tutulur bir yanı olsa idi, Erdoğan’ın algı imal merkezi olarak çalışan birimler tarafından bu mucizevi gelişmenin zihniyet haritamıza işlemesi için neler yapılmazdı. TÜİK’in halini düşünün; işsizliğin pandemi dönemindeki azalışı, Cumhurbaşkanı’nın propaganda metinlerinde kendisine buzdolabı kadar yer bulamıyor. Çünkü TÜİK’in kendi veri seti içinde ILO ölçütleri ile bir hesaplama yapıldığında işsiz sayısı 17 milyonu aşmış durumda; bu durum acayip ötesi bir durum; biz işsizleri işinin başında olanlardan sadece 3 milyon kişi kadar eksik olan, 83 milyonluk bir ülkede yaşıyoruz.

issizlik-uzerine-notlar-3-767978-1.

Bu çaptaki bir işsizlik, “aktif istihdam politikaları” adı verilen araçlarla baş edilebilecek gibi değildir. Lafı gelmişken “aktif istihdam politikasının” köken anlamı ile Dünya Bankası aracılığıyla bizim ülkelere empoze edilen ve uygulanan anlamı arasında dağlar kadar fark olduğu da belirtilmelidir. İskandinavlı iki sendika uzmanı, tam istihdamın esas olduğu 1960’lı yıllarda, “aktif istihdam politikalarını” işçilerin değişen teknolojilere yeniden uyumlarını sağlayıcı bir yol olarak önermişlerdi. Sözü edilen politikaların köken anlamında devlet, istihdam yaratan en önemli aktör konumundaydı. Şimdi ise özelleştirme vb. politikalarla devlet istihdam yaratma anlamıyla tümüyle pasif kılınmıştır; aktif olan piyasadır. Köken anlamına ve bugün sahip olduğu işlevine bakıldığında, uygulanan politikalar için “hazırlayıcı istihdam politikaları” demek, en uyun tanımlama olabilir. Politika uygulayıcılar “aktif” tanımlamasının algılardaki pozitif imgelemeni sömürmek istiyor olabilir, ama en azından bilim insanları, kavramın değişen tarihsel bağlamına referansla algı müptelalarıyla yollarını pekala ayırabilirler.

Bir önceki yazıda Dr. Fatih Güngör’ün Eğitim Bilim Toplum dergisinde yayımlanacak olan “Türkiye’de Kitlesel İşsizlik: Kamu-Özel Ortak Projesi mi?” başlıklı güncel çalışmasına yer vermiştim. Dr. Fatih Güngör, bu çalışmasında, TÜİK mikro verilerinde titiz hesaplamalar yaparak şu bulguya ulaşıyor: Diğer ülkelere kıyasla pandemi öncesi de yüksek olan işsizlik, AKP iktidarının politika tercihleri ile son derece ilişkilidir. AKP iktidarının çalışma saatleri ve kamu istihdamı konusundaki politika tercihlerini odak alan çalışmanın çalışma süresi ile ilgili bulgularını “İşsizlik üzerine notlar 2”de tartışmıştım. Şimdi sırada Dr. Fatih Güngör’ün kamu istihdamı konundaki hesaplamaları yer alıyor.

Türkiye, nüfusuna oranla kamu istihdamında son derece düşük paylara sahip bir ülke. Bu 11. Kalkınma Planı’nda da mevcut; toplam istihdam içindeki kamu payı OECD ortalamasında yüzde 21 iken Türkiye’de bu yüzde 12,8 seviyesinde. Dr. Fatih Güngör, 2018 verileri ise geliştirdiği aşağıdaki tabloda kamu istihdamının birer ikişer puan artırılması durumunda sağlanacak ilave istihdamı gözler önüne seriyor.

Türkiye’de Kamuda çalışanların nüfusa oranı ve işsizlik oranı (2018); mevcut durum (a) ve alternatifler (b, c, d)

Hesap gayet net: Kamu istihdamının OECD ortalamasına yaklaşması durumunda şu anki dar tanımlı işsiz sayısı kadar ilave istihdam yaratılmış olacak. Bu fasılda son söz Dr. Fatih Güngör’ün olsun:

“Kamusal istihdamın oransal olarak düşük tutulmasının, iktisadi ve toplumsal olarak birbiriyle ilişkili üç yaşamsal sonuç yarattığı söylenebilir: Birincisi, “personel” sayısının yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerle, kamu emekçilerinin büyük çoğunluğunun ağır bir iş yükünü taşımak zorunda bırakılması; ikincisi, işçilerin ve diğer emekçi kesimlerin kamusal hizmetlerden yararlanma haklarının fiilen kısıtlanması ve üçüncüsü, işsizliğin kronikleşerek kitleselleşmesi.”