Dinlere özgü özel günlerin varlığı epey eskiye uzanır, hele de doğanın yeniden canlandığı bahar ayları, ruhani ya da pagan ritüellerle bezeli özel günlerden geçilmez. İşte 1 Mayıs Uluslararası İşçi Gününün ilk tarihsel önemi, insanlık tarihindeki ilk seküler özel gün olması sebebiyledir. İşçi sınıfının emeğine sahip çıkma iradesi, hakimiyetin insan iradesinde olduğu seküler bir toplum örgütlenmesini zorunlu kılar. İradenin tanrı inancı dolayımı ile ruhani iddia da taşıyan hâkim sınıflara teslim edildiği dinci rejimler, işçiler bakımından sınıf olarak emekleri üzerindeki tasarruflarını, birey olarak da özgür iradelerini kaybettikleri rejimlerdir. Özetle işçi sınıfı (tarihsel) doğası itibarıyla laik bir sınıftır.

Bilindiği gibi 8 saatlik işgünü talebi ile 1 Mayıs tarihli uluslararası eylem kararı ilk olarak 1889 Temmuz’unda Paris’te toplanan II.Enternasyonal’in kuruluş kongresinde alındı. Bu kararı alanlar, izleyen yıl (1890) 1 Mayısında gerçekleşecek eylemin, ne dört kıtadan birçok ülkede muhteşem gösterilere sahne olacağını ne de özel bir güne dönüşerek süreklileşeceğini biliyorlardı. O halde işçi sınıfı namına bugünlerde enseyi karartanlara anımsatılmalı ki işçi sınıfı mücadelesi tahminlere açıktır.

∗∗∗

İşçilerin çalışma süreleri konu edildiğinde, 8 saatlik işgünü fikrinin sistemli bir şekilde formüle edilmesi (1810’lar) ile sınıf hareketinin bir talebi haline dönüşmesi (1848 ve sonrası) arasında yarım asra yaklaşan bir zaman aralığı vardır. Benzer bir zaman aralığı talep ile gerçekleşme arasında da mevcuttur. Düşünce- eylemdeki düşünce ya da talep – gerçekleşme uğrakları arasındaki zaman aralığı, iki uzlaşmaz karşıt eğilim arasındaki mücadelenin konusu olmuştur. Bu fasılasız mücadelede, sermaye eğilimi, emeği, emek gücünden ibaret kılma, ücret vererek kullanım hakkına sahip olduğu meta formuna sabitleme yönündedir. Dolayısıyla sermaye için emek, verimlilik ve maliyet kaleminden ibarettir. Emeğin tarihsel eğilimi ise bireysel ve kolektif olarak sıkıştırıldığı meta formunu parçalama yönündedir; Marx’ın emek gücünü diğer metalardan ayırt etmek için kullandığı “biricik” sıfatı bu bakımdan sebepsiz değildir; zira sermayenin verimlilik tartısına koyup maliyet kaleminde fiyatlandırdığı emek gücü, emeğin üretken kapasitesi, insani varlığının esasıdır. 

Bu iki karşıt ve uzlaşmaz tarihsel eğilim 21. yüzyılın ilk çeyreğinin ardından nasıl bir görünüm alacak? İşçi sınıfının bir önceki yüzyıldaki kazanımlarının birçoğu, neoliberal sermaye programının uluslararası planda 30 yılı bulan hegemonyası ile tasfiye edildi. Uluslararası sermaye çevreleri, güç sarhoşu olmanın hovardalığı içinde, bir yandan canlı emek gücü istihdamına dahi gerek duymayacakları üretim plantasyonları -namı diğer karanlık fabrikalar- inşa ediyorlar. Diğer yandan da aşırı üretim krizine çözüm babında işsizliğe mahkûm ettiği ve edeceği milyonlar için çeşitli sosyal yardım kalemleri geliştiriyorlar.

∗∗∗

21. yüzyılın ilk çeyreği itibarıyla eşitsizlik; toplumsal sınıflar, toplumsal mekânlar, bölgeler ve ülkeler arasında ve küresel çapta tarihte görülmemiş ölçüde derinleşmiş durumdadır. Daha da önemlisi, bu çaptaki eşitsizliği dünya zenginleri lehine meşru kılacak olanaklar da tükenmiş görünmektedir. Tam da bu nedenle, zaman, emekçi sınıflar bakımından isyanlar ve devrimler zamanıdır. Proleter karakterli isyanlardaki meta-dışılaşma eğilimi farklı taleplerle görünür olacaktır ki öncü işaretleri ortaya çıkmaktadır. Bir yanda çalışma saat ve günlerinin azaltılması şeklindeki reformcu talebin yükselişine tanıklık edeceğiz, yanı başında da kolektif işçinin örgüt formu olan üretim kolektiflerinin inşasına.

Tarihsel kapitalizmin bugünkü aşamasında, işçilerin sınıf çıkarının gerekleri ile özgür irade sahibi bilinçli eyleyici şeklindeki insan sıfatının gerekleri büyük ölçüde örtüşmeye başlamıştır. Bu nesnel özdeşlik, uluslararası planda program, örgüt ve öznesini beklemektedir.