Bir ülkede, yürürlükteki ücret rejimi, o ülkedeki sömürü ve güç ilişkilerinin kristalize olduğu belli başlı alanlardandır.

Kılıçtaroğlu’nun o uzun yürüyüşte ADALET yazan dövizi, güç ilişkilerini siyasallaştıran etkisi ile önemliydi; AKP idaresinin hukuk tanımaz zalimliği, tabi ki, her platformda deşifre edilmek durumunda. Ne var ki hak-hukuk tanımazlıklar ve adaletsizlikler, AKP idaresinin farklı derecelerde kanatları altında yaşayanlar milyonlar bakımından bizzat deneyimlenen hususlar değil. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözünün zihnimizdeki imgeleminin, yılan avcılığını mahkum eden bir doğa dostu olmadığını biliriz.

***

Şu da not edilmeli ki, zamanımızın otokrat idareleri, bir zamanların kalkınmacı diktatörlükleri de değil. Sosyalistlere, sendikalara kan kustururken, istihdam yaratan, fabrika işçisine sosyal koruma ve iş güvencesi sağlayan Bismark’gil devlet idarelerinin zamanı geçeli çok oldu.

Şimdiki otokratlara bakın ve ulaştığı evre itibarıyla tarihsel kapitalizmin insanlığa reva gördüğü devlet biçimlerini tanıyın. Mal, hizmet, bilgi ve ürün üreten emeğin yarattığı değer başta olmak üzere, yeraltı zenginliklerini, yerüstü varlıklarını talan eden, yerleşik ve yeni yetme servet sahiplerine aktaran, işleyişi itibarıyla adeta bir sömürge idaresini andıran otokrat yönetimlerle karşı karşıyayız. Bu yapılarla sömürü ilişkileri siyasallaştırılmadan, sadece güç ilişkileri zaviyesinden muhalefet edilemeyeceği, Türkiye deneyimi ile de sabit olmalıdır.

Bu noktada itirazlar gelebilir, “boş tencere” tezi iflas etti denebilir. Bu görüşlere, hayat pahalılığı ile iktisadi kriz arasındaki ayrıma dikkat çeken, ücret seviyelerinden ziyade istihdam oranlarına bakmayı öneren değerli itirazlar da gelmedi değil. Bu katkıları tamamlamak maksadıyla sömürü ilişkilerini siyasallaştırma hususu, muhalefetin tüm bileşenlerine de çağrı çıkartılarak, tartışmaya açılmalıdır.

Birinci husus, kapitalist toplumlarda sömürü ve güç ilişkilerinin bütünselliği ile ilgilidir; burada ancak dışsal bağlantı kurulabilecek bağımsız iki ilişki alanı söz konusu değildir, hele de otokrat idareler altında her iki alanın bütünleşik karakteri açık-seçiktir. İkinci husus ise neoliberalizmin 30 yıllık marifetine aittir; neoliberal strateji gereği, politik toplum sınıfsızlaştırılmıştır; emekçiler, sınıf olarak dışlandıkları politik topluma, kültürel aidiyetleri ile yeniden çağrılmışlardır. Böylece egemenler, işçi sınıfının bölüşüm ilişkilerine kolektif müdahale kapasitesini boğmaya girişmişlerdir. AKP 20 yılı aşkın zamandır sözü edilen sermaye stratejisini tepe tepe kullanan bir sermaye partisidir. İçinde bulunduğumuz evrede özellikle din referanslı kod ve sembollerle politik toplumu paralize ederek daha da kutuplaştıracağı bilinmektedir.

***

Politik toplumun kültürel kimlikler temelinde örgütlenmesi, neoliberal mühendisliğin basit bir hokus-pokus marifeti değildir; ülkemizde de ne yazık ki gerçek ve yakıcı kimlik sorunları mevcuttur. Sorun, siyasal toplumun kültürel kimlik öncelikli saflaştırılıyor olmasıyla ilgilidir; kültürel kimlikler saflaşma aksı değil, birleşik emek cephesi içindeki özgürlük alanları olabildiği ölçüde, yaşanan sorunların aşılması da mümkün olabilecektir.

Mal-hizmet ve bilgi üreten ve istihdam edilenlerin neredeyse yüzde 70’ini teşkil eden emekçilerin gayri safi yurtiçi hasıladan aldığı pay son iki yıl içinde yüzde 30 düşerken, sermayenin aldığı pay aynı dönemde yüzde 25 artmış durumdadır. Bunlar hakiki hayatın soğuk yüzü ve maddi yaşam pratiğindeki gerçek saflaşma oranlarıdır. Üretken emeğin; eğitim, vasıf, yapılan iş ve istihdam biçimden kaynaklanan olağan üstü farklılaşması vakıadır, ancak sermaye karşısındaki konumları itibarıyla tarihte olmadığı kadar homojenleştiği de bir vakıadır. İşçilerin kendi tasnifidir; piyasa işçiliği-fabrika işçiliği ayırımı. Asgari ücretle, uzun ve kötü koşullarda çalışırken, sosyal güvenceden yoksun ve sendikasız olma halidir piyasa işçiliği; ayrı eve çıkmak, evlenmek, yuva kurmak ancak fabrika işçisi olduklarında gündeme gelir, daha doğrusu gelir idi. Birleşik Metal İş’in verilerine göre 2010 yılında ortalama metal işçisi ücreti yaklaşık iki asgari ücret kadarken, bugün asgari ücretin sadece yüzde 8 kadar üzerinde. İşçilerin diliyle söylenirse, Erdoğan idaresi bütün işçileri, piyasa işçiliğinde eşitlemiştir.

Maddi yaşam koşulları benzeşen ve nüfusun üretken kapasitesinin tamamını oluşturan mal hizmet, bilgi ve ürün üreten yurttaşların birleşik iradesine dayanmayan hiçbir muhalif hareketin, otokrat rejimleri yenilgiye uğratması mümkün gözükmemektedir.