Değişim arzusundan devrimci iradeye
Saray rejiminden kurtulma ile ortaklaşanlar için Millet İttifakı ve Cumhurbaşkanı adayları, mevcuttan kurtulma arzusunun sandıktaki ifadesinden ibaretti.
Eleştirel yaklaşımlara göre, temsili demokrasilerde seçim sandıkları ve oy davranışı, emekçi sınıfların kolektif aidiyetlerini çözerek onları seçmen bireye indirgeyen pratiklerdir. Oysa bu son seçimde neredeyse tam tersi gerçekleşti. Bu seçimlerin en ayırt edici yanı, bireysel oy tercihlerini ortak bir değişim arzusunda buluşturan ve böylece seçmene özgü oy davranışı ötesinde kendinde-halk davranışı sergileyen milyonların varlığı oldu. Politik bir motif olarak değişim arzusunun dokuduğu bu kolektif duygu durumu, tasada ve kıvançta ortaklaşmış bir halk oluşumuna yol açtı.
Arzudan iradeye geçiş, örgütsel bir yapıya kavuşmakla mümkün olacaktı ise şu sorulabilir: Toplumdaki değişim arzusunun politik temsili Millet İttifakı’nda ve Kemal Kılıçtaroğlu’nun şahsında mı vücut bulmuştu? Tabi ki hayır, mevcut saray rejiminden kurtulma arzusu ile ortaklaşanlar için Millet İttifakı ve Cumhurbaşkanı adayları, mevcuttan kurtulma arzusunun sandıktaki ifadesinden ibaretti. Öte yandan Millet İttifakı ve Kılıçtaroğlu, toplumdaki değişim arzusunun politik adresi iddiasıyla seçim sürecini yönettiler. Bu da son derece anlaşılır bir durumdu, zira siyaset iddia demektir. Peki sonuç?
Bu soruyu tartışmadan önce yöntemsel bir hatırlatma şart. Bir eylemin sonuçlarından kalkarak, eylem sürecini o sonucu sabitleyen nedenler olarak ilan etmek yönünde yaygın bir yaklaşım mevcut ülkemizde. Oysa sosyal bilimlerde, neden-sonuç ilişkisi şeklindeki işlevselci şemanın açıklayıcı kapasitesine iman, çok gerilerde kaldı. Bir de üstelik bunu retrospektif tarzda yapmak, düşünsel fakirleşmeye yol açmak dışında sonuçlar doğurmuyor.
Muhabir soruyor: Kılıçtaroğlu neden başarısız oldu, Erdoğan neden başarılı oldu?
Yorumcular, ‘Helalleşmeden Halil İbrahim Sofrasına’, pozitif kampanya dilinden kullanılan sloganlara, seçim süreci boyunca ne yapılmışsa, bunların tamamımı, sandıkta ortaya çıkan sonucun nedenleri olarak yeniden yorumluyorlar. Aynı göstergelerin, başarının nedenleri olarak anlamlandırılmaması, göstergelerle ilgili değil, sonuçla ilgili.
KOLEKTİF İRADE
Seçim analizlerinin açıklayıcı şemasındaki yanlış metodoloji, CHP’yi ve Kılıçtaroğlu’nun Genel Başkanlığını hedef tahtasına yatıran değişim tartışmalarını, zamanla sönümlenecek geçici seçmen tepkisine indirgeyerek hafife almayı gerektirmiyor. Çünkü, yüzde 48’lik oran, değişim isteyen seçmenleri değil, değişim arzusu ile halklaşmış kolektifi ifadeyi temsil ediyor. CHP’nin mevcut örgüt kapasitesinden fazlasını ifade eden toplumdaki bu kolektif duygu durumu, bugün CHP için hem büyük bir tehdit hem de büyük bir fırsattır. Değişim basıncı kırgın ve kızgın seçmen kalabalığına ait görülür ve zamana yayarak yönetilir düşüncesi hakim olursa, sadece seçmen potansiyeli erimekle kalmaz, daha önemlisi, CHP nesnel olarak, toplumsal muhalefetin taşıyıcı kolonunu oluşturan değişim arzusunun karşısında konumlanmış olur. Oysa CHP’nin önünde, değişim arzusunu kurucu iradeye dönüştürecek ve tüm toplumu yeniden kuruluşa çağıracak adımları atma fırsatı da durmaktadır. Burada sözü edilen fırsatlar ve tehditler isimlerle değil yönelimlerle ilgilidir; isimler, yönelimlerle özdeşlikleri ölçüsünde anlam kazanırlar.
Burada çizilen genel bakış açısıyla “peki sonuç” sorusuna dair düşüncelerimi şöyle sıralayabilirim:
Her şeyden önce toplumdaki değişim arzusu, kolektifleştirici bir duygu durumu olarak toplum/halk/ulus inşa edici bir politik motiftir ve henüz değişim iradesine taşınacak örgütselliğe sahip değildir.
Kılıçtaroğlu liderliğindeki CHP üst yönetimi, toplumdaki değişim arzusunun kurucu irade arayışına, oluşturdukları Millet İttifakı ile yanıt ürettiler; bu doğru hamlede 1,5 yıla uzanan Millet İttifakı faaliyetleri, kurucu irade örgütlenmesine değil, 2023 seçimlerinin güçlü alternatifini teşkil eden çatı birliğine yönelikti. Millet İttifakı, yeniden kuruluşu gerçekleştirecek iradenin örgütsel ifadesi değil fakat bir seçim koalisyonu olarak faaliyetlerini sürdürdü.
PUTİNİZM ÖRNEĞİ
Bu tutum seçimleri, sandığa aynı anlamı atfeden rakiplerin yarışı olarak bakan bir ön kabule yaslanıyor. Oysa Erdoğanlı son üç Cumhurbaşkanlığı seçiminde de sandığına aynı anlamı atfeden rakipler yarışmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan için seçimler, kendi hükümranlığına rıza devşirmenin şekil şartından ibarettir. Rakipleri ise her kim olduysa sandığı, serbest irade ile belirlenmiş oy tercihlerinin ikametgâhı olarak gördüler. Konunun anlaşılması bakımından Putinizm adlı bir çalışmada çizilen “tek adam portresine” bakılabilir: “Putin’in otoritesi Putin olmasından kaynaklanır, seçim kazanmasından değil. Egemen olarak Putin aynı zamanda kişisel olmayan kuralların da üzerindedir. O yapar, değiştirir ve yasaları istediği gibi görmezden gelir ve nihai karar verme yetkisini elinde tutar.”
Asli kurucu iradenin kendi şahsında vücut bulduğuna inanan bir otokratla girişilecek seçim yarışı, varlığı itibarıyla asimetrik bir kalıba sahip olacaktır. Devlet olanaklarını kullanma ve oy çalma hadisesi, sandığa şekil şartı işlevi atfeden şahsileşmiş egemen iradenin çok yönlü etkilerinden bazılarıdır. Asıl mesele sözü edilen asimetriyi giderecek politik iradenin ortaya konmasıyla ilgilidir. Bu ise seçim süreçleri için aritmetik toplamı ifade eden koalisyon çatılarını değil, toplumdaki değişim arzusunu, egemen halk varlığının değişim iradesine dönüştürecek örgütlenmeyi gerektirir. Tarihimizde bunun unutturulmuş deneyimi ve adı vardır: Kongre sistemi.
EGEMENLİK HALKA!
1918-1920 arasında Anadolu ve Trakya işgal altında iken Kars, Ardahan, Oltu, Trabzon, Erzurum, İzmir, Balıkesir, Muğla, Afyon, Nazilli, Alaşehir, Edirne, Lüleburgaz ve Pozantı’da sadece bulunduğu mahalde değil bölgede, işgale karşı halkın sevk ve idaresini üstlenen yerel kongre sistemleri varlıklarını sürdürmüştür. Bugün CHP kurmaylarının sık sık göndermede bulunduğu Kuvayı Milliye hem yerel kongre sistemlerinin örgütlenmesinde ve işleyişinde hem de ulusal kongre sistemi içinde -ki o bugün 100. Yılını kutladığımız TBMM’dir- birleştirilmesinde büyük rol oynamıştır.
Sözü burada “Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hâkimiyet tanırlar: Millî Hâkimiyet” diyen CHP’nin de kurucu ismine, Mustafa Kemal Atatürk’e bırakmalı: “Teşkîlâtın diğer ayrıntılarına bakacak olursak, işe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani, kişiden başlıyoruz. Kişiler düşünce sahibi olmadıkça kütleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderilebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceğiyle kendisinin ilgilenmesi gerekir. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan fazla, yukarıdan aşağı olması zorunluluğu vardır.(Nutuk, Belge No. 220, s. 1151.)
En genel terimlerle ifade etmek gerekirse, ikinci yüzyılında Türkiye, yukarıda kurulan ve yukarıda kalan birliklere değil (bakınız seçimlerdeki ittifak yapıları), yaşamın her bir ölçeğine doğru inen ve özgür irade sahibi yurttaşların kolektif iradesini üretim noktası ve yaşam alanlarından ülke çapına kadar her bir yönetsel ölçeğe taşıyan işleyişe muhtaçtır. Bunun en kestirme ifadesi şöyledir: Egemenlik ve iktidar halka!