İstihdam rejimindeki dönüşümle beraber sadece çalışma biçimleri değil, işsizlik biçimleri de çeşitlenmiş durumda. O yüzden işsizlik deyince “nasıl bir işsizlik?” sorusunu da sormak gerekiyor.

İşsizsinizdir ama umutsuz olduğunuz için iş aramaktan vaz geçmiş olabilirsiniz. İşsizsinizdir ama eğitim adı altında çalıştırılıyor olabilirsiniz. İşsizsinizdir ama bir iki saatliğine bir yerlerde karnınızı doyurmak için çalışmış olabilirsiniz. İşsizsinizdir işsizlik fonundan faydalanarak bu kötü günlerde yaşadığınız zorlukları kısmen gideriyor olabilirsiniz.

Tüm kategoriler içinde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre kah çalışan, kah istihdamda olmayan, kah işsiz olabilirsiniz.

Tüm bu kategoriler sizin için belirlenmiş kategoriler.

Sonuçta yüksek işsizlik oranları, AKP’li yıllar boyunca, Türkiye çalışma hayatının ayrılmaz parçalarından biri.

TÜİK verilerinden bir hesaplama yaparsak 1990-2002 yılları arasında ortalama işsiz sayısı 1 milyon 764 bindi. İşsizlik oranı yüzde 7,9 seviyesindeydi. Umutsuzların da dâhil edildiği geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 9,9’du.

AKP’li yıllarda bu rakamlar ne oldu?

2003-2015 yılları arasında ise işsiz sayısı ortalama 2 milyon 603 bini buldu. Ortalama işsizlik oranı yüzde 10,6’ya ulaştı. Geniş tanımlı işsizlik ise ortalamada yüzde 16,7 oldu. Yani işsizliğin 2001 krizi ile artan ateşi hiç düşmedi.

Geçtiğimiz günlerde 2016 yılının Ekim dönemi için işsiz sayısı açıklandı. Resmi işsiz sayısı 3 milyon 600 bin kişiyi aşmış durumda. Bu rakam cumhuriyet tarihinin en yüksek işsiz sayısına işaret ediyor. Son dört dönemdir işsiz sayısı rekor üstüne rekor kırıyor.

İşsizlik oranı içinde tablo farklı değil. Ekim 2016 dönemi için açıklanan Yüzde 11,8’lik oran 2009 krizi Ekim dönemindeki rekor (metodolojik düzeltme sonrası yüzde 12,2) orana yaklaşmış durumda.

Bir de daha gerçekçi rakamlar var.

Sıkı durun! DİSK-AR verilerine göre 2016 Ekim dönemi için geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 19,6. İşsiz sayısı ise 6,5 milyonu bulmuş durumda.

Bitmeyen kriz

Bu tablo sönmeyen bir yangının iyice alevlendiğini gösteriyor. Üstüne üstlük 2009 kriz döneminden farklı olarak aktif işgücü programlarına katıldığı için istihdamda görünen, yani işsiz sayılmayan 500 bine yakın işsiz var. Bu kişiler işsizlikle ilgili bu tabloya dahil değiller.

TÜİK’e göre istihdamda olmanın koşulu yevmiyeli, ücretli, maaşlı, kendi hesabına, işveren ya da ücretsiz aile işçisi olarak referans dönemi içinde en az bir saat bir iktisadi faaliyette bulunmak.

Bir iş ya da meslekte bilgi veya beceri kazanmak amacıyla belirli bir menfaat (ayni yada nakdi gelir, sosyal güvence, yol parası, cep harçlığı vb.) karşılığında çalışan çıraklar ve stajyer öğrenciler de istihdam halinde olanlar kapsamına dahil ediliyorlar.

Buna göre istatistiklerde işsiz sayılmamanızı sağlayan programlar şunlar :

•Mesleki Eğitim Kursları

•Girişimcilik Eğitim Programları

•İşbaşı Eğitim Programları

•Toplum Yararına Programlar

Çünkü düzenlenen faaliyetlerden yararlananlara eğitim ya da katılım süresince yol yemek gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaları amacıyla ödemeler (günlük 20-50 TL) yapılıyor. Toplum Yararına Programlarda ise bu ödemeler asgari ücret düzeyinde oluyor.

Üstelik bu kişilerin önemli bir kısmı eğitim adı altında çalıştırılırken kendilerine yapılan ödemeler işsizlik fonundan karşılanmakta. İşverenlere işsizlik fonundan ücretsiz işgücü arzı sağlanmakta.

Krizin işçilere ödettiği en ağır bedel işsizlik.

Esneklik uygulamaları kriz dönemlerinde şirketlerin direncini ve aynı zamanda hareket (küçülebilme) kabiliyetlerini artırırken, işçiler açısından daha fazla kırılganlığa neden oluyor.

İşçiler çoğunlukla sendikaların sadece kendi işyerlerindeki sorunlarla ilgilenmesini, siyasetten uzak durmasını istiyor. Hâlbuki esneklik başlığı altında siyasetin gündemimize soktuğu süreçlere zamanında müdahale edememenin maliyeti işçilere, işsizlik ve gelirsizlik olarak yansıyor.

“Aldığım ücrete bakarım gerisinden bana ne!” diyen bir işçi kuşağının ve bu söylemin inşa ettiği sendikaların bugüne bıraktığı miras ne yazık ki bu. Başkanlık tartışmaları da bu eksende ele alınabilir. Sermayenin bir dediğini iki etmeyen bir siyaset biçiminin kontrolsüz ve mutlak yetkilerle sahneye çıkmasının tüm toplum gibi işçilere maliyeti de yüksek olacaktır. İşyerlerinde yaşadığımız sorunların, siyasetin bilinçli tercihlerinin bir ürünü olduğunu görmek bu kadar zor olmasa gerek.