Nesnelerle aramız eskisi gibi değil, çok değiştiler. El altındaydılar; gerektiğinde kullanırdık. Protezdiler; bir bedene eklendiklerinde, o bedenin kuvvetini arttırırlardı. Artık öyle değil; hayatınıza girdikleri an sizi ele geçirebilir ve birden kendinizi protez konumunda bulabilirsiniz. Julio Cortazar, doğum günümüzde bize kol saati hediye edilmediğini, aksine saatin doğum gününde bizim ona hediye edildiğimizi söylüyor: “Onu her gün kurma zorunluluğu, bir saat olmayı sürdürebilmesi için onu kurma görevi hediye ediliyor sana; kuyumcu dükkânının vitrininde, radyo anonslarında, duvar saatinin gonglarında saatin doğru olup olmadığını kanıtlama takıntısı hediye ediliyor sana... Sana bir saat hediye edilmiyor, aslında sensin hediye edilen, saatin doğum gününde” (Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı, Altıkırkbeş). Nesneler kendi aralarında hediyeleşiyor. Bizler ise her zamanki insan-merkezci bönlüğümüzle hediyeleştiğimizi düşünüyoruz. Nesnelerin kendi aralarında konuştuklarını duyar gibi oluyorum: “Bugün bana bir insan hediye edildi, çok kullanışlı, çok mutlu oldum.”

Her teknolojik yeniliği insanlığa bir armağan olarak kucaklayanların naifliği ile nesnelerin evrimini birlikte düşününce, zekânın yer değiştirdiği, nesneler akılla donatılırken insanlığın giderek aptallaştığı gün gibi ortada. Nesnelerden tutun da binalara kadar her yere bulaşan akıl, nedense insan denilen organizmadan giderek uzaklaşıyor. Tüketim nesneleriyle kurduğumuz ilişki, ihtiyacın çok ötesine geçti, artık bizler nesnelerin ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Piyasaya çıkar çıkmaz hemen satın alınan akıllı nesneler için insan, bir tüketim nesnesi. Nesneler tarafından sahiplenilen bir tebaanın ortaya çıkması birden olmadı tabii. Ruhumuzu din adamına, aklımızı despota, ardından hepsini birden demokratik temsilcilerimize devrettik. Onlar bizim adımıza düşünecek, şimdimize ve geleceğimize karar vereceklerdi. Hâliyle kullanılmaya kullanılmaya düşünme yeteneği de körelir. Ve Baudrillard’ın dediği gibi “Kitleler halinde kendilerinden düşünmelerini istemeyenlere oy veren” yurttaşların, kitleler halinde akıllarını kullanmak zorunda kalmayacakları nesnelere yönelmeleri şaşırtmıyor. Ne gerek var akla, akıllı nesneler bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor.

Sanat eleştirmeni Hal Foster 2000’lerin başında, “Nesnelere küçük özneler muamelesi yapıldığı bir topyekûn tasarım çağında yaşadığımızı hissediyoruz” diye yazıyordu. Bırakın hissetmeyi, fiilen yaşıyoruz. Özne-nesne ilişkisi yer değiştirdi; “küçük özneler”in giderek büyüyüp hayatlarımızı ele geçirdikleri, büyük öznelerinse gittikçe küçülerek sonunda nesneleştikleri zamanlardan geçiyoruz. Protezlerin kendi başlarına, özerk hayatları yoktur, ancak bir bedene bağlandıklarında hayat bulurlar. Biz de öyle; nesnelere bağlanamayınca hiçleşiyor, bağlanınca hayata dönüyoruz. Özneleşmek için nesnelere her bağlanma daha fazla nesneleşmeyle sonuçlanıyor. Foucault’nun dispozitif kavramı olup biteni açıklıyor: “Yaşayan varlıkları yakalama, yönlendirme, belirleme, önleme, modelleme, denetleme; bu varlıkların vücut diline, davranışlarına, fikir ve söylemlerine dayanak teşkil etme yetisi olan her şey... Hapishaneler, akıl hastaneleri, panoptikon, okullar, dinler, fabrikalar, disiplinler, yasal önlemler... İnternette gezinme, bilgisayarlar, cep telefonları, ve dahası belki de dil var… Dil en kıdemli dispozitif belki de” (Agamben, Dispozitif Nedir? Monokl).

Nesneleri biz seçmiyoruz, onlar bizi seçiyor. Yakalıyor, yönlendiriyor, modelliyor ve denetliyorlar. Nesnelere gittikçe daha çok benziyoruz. Dilimizi, zihin yapımızı çoktan ele geçirdiler. Artık onlar gibi düşünüyor ve onların diliyle konuşuyoruz. Bilginin yerini enformasyon, diyaloğun yerini iletişim aldı. Nesneler internet denilen dijital matrikste birleşince, bizler de gerçekliği terk edip nesnelerin dijital dünyasına taşındık. Topyekûn tasarım çağındayız. Nesnelerin tasarlandığı, tasarlanan nesnelerin de bedenleri tasarladığı bir çağ. Akıllı nesnelerin aklı, iktidarın aklıdır. İktidara diklenebilirsiniz ama akıllı nesneleri karşısında boynunuz eğri. Nesnelerin amip gibi yalancı ayakları var; mutsuzları sarıp sarmalayıp içlerine çekmek için. Ve bir kere içlerine düşmeye görün, anında sindirilirsiniz.