“Birbirine benzer bütün ara istasyonlar;
Sarıya boyanmış yapılar arasında,
Yutkunup duran huzursuz ağaçlar
Ve paslı bir hüzün bulaşığı her yanda.
Katardan ayrılmış yük vagonları
Yorgun beygirler gibidir raylar üzerinde”*

Çocukken İstanbul’a yaptığımız seyahatlerde Ruhi Su’nun yakın dostları, anne ve babamın da aileleri gibi bağlı olduğu Mekin ve Evinç Dinçer çiftini ziyaret etmeden dönmezdik. Mekin ağabey bana İstanbul’u gezdirmekten, anlatmaktan zevk alırdı. Bir oyunumuz vardı. İstanbul’un kapılarını ve köylerini sayardık birlikte. Bana buralarda yaşayan insanların, semtlerin öykülerini anlatırdı. Sevgili kızları mimar Kaya abla (Dinçer) tarihi binalarıince ve detaylı çizimlerle resmederdi. Çok hoşlanırdım bu çizimlerden.

Sonraları İstanbul’da yaşadığım yıllar boyunca vapurla ya da trenle okula giderken, eve dönerken içimden istasyonları, iskeleleri sayıp takip ederek kendi kendime sürdürdüm bu oyunu. Çok güzel yapılardı bu binalar. Kentin süsleriydi. Sadece güzel olmaları değil işlevleri de önemliydi. İstanbul’un çevresi denizlerle çevriliyken bir yere gitmek için insanı aynı zamanda mutlu eden yolculukların duraklarıydı bu binalar. Yollara yığılmış arabalar arasında trafik çilesini İstanbullulara çektirenler bir bir seferleri kaldırdılar. Üniversiteye giderken Bostancı iskelesinden Moda iskelesine uğrayan vapurla Eminönü’ne giderdim. Kaldırdılar. O iskeleyi sadece Adalar’a giden seferlere mahkûm ettiler. Sonra ihalelerle Mavi Marmara, Turyolve benzeri özel motorlar devreye alındı. Ada seferleri neredeyse yok edildi. Cumhuriyetin demir ağlarıyla kavga ettiler. Rayları söktüler, istasyonları kapattılar. Haydarpaşa’da vapurdan iner banliyö trenine bindiğim gibi Bostancı’ya kadar giderdim. Tren devam ederdi benden sonra. Boğaz boyunca iki yakada iskelelere uğrayan vapurlar da öyle yok edildiler. İskeleler restoranlara verildi. Güzelim tarihi binalar denetimsiz bu restoranların elinde çürüdü, yanlış tadilatlara kurban oldu. Metruk kaldı.

***


Günün, teknolojinin nimetlerinden faydalanmak, gelişmek eskiyi yok etmek anlamına gelmez. Ekonomik olarak, hak ve özgülükler anlamında en iyi durumda ülkelere gittiğinizde sahili takip eden dar otobanların aynen korunduğunu, oralarda da hızlı tren olduğunu ama tarihi istasyonların olanca asaletiyle kenti süslemeye ve görev yapmaya devam ettiğini görürsünüz. Yüzlerce yıllık binalardan binlerce insan akıp geçer her gün. Yaşadıkları yere tekrar tekrar hayran olarak, her gün geçmişle bağ kurarak, çocukluğunu, geride kalan akrabalarını hatırlayan, geleceğe bakan insanların nice anıları vardır o duvarlar arasında.

Bizde durum farklı. İstanbul’a ihanetin itirafını yapanlar, bu ülkeye ihanet ettiler. “Rantsal dönüşüm” hedefiyle kıyılardan kopardılar denizi. İnsanları deniz kenarında bir çay içecek yer bulamayacakları beton yollarla kentlerinden, geçmişlerinden koparttılar. Kalkınma diye kandırıp medeniyetten uzak betonla kuşattılar. Balıkçılar işsiz kaldı, barınaklar ıssız. Karadeniz’e yeşil yolla, İstanbul’a Mavi Marmara’yla, pek övündükleri -geçiş garantili dolar kuruyla ücreti cebimizden çalınan- köprülerle, kar yağışında çöken havaalanlarıyla ihanet ettiler. Bir zamanlar Sirkeci’den kalkıp Zonguldak’a yolcu götüren Ankara feribotunu hatırlıyorum. Ulaşımı sadece karayoluyla sınırlayıp yandaş müteahhitlere verdiler. Şimdi bölge denizle buluşamayan, yatağına beton dökülen nehirlerin isyanıyla afetlere maruz kalıyor. Hâlâ Kanal İstanbul ısrarındalar!

***


Toplumcu Belediyecilik anlayışı kent sakinlerininbuluşabileceği kamusal alanlar oluşturmayı, kent varlıklarını korumayı ve halkla buluşturarak yaşatmayı, kentin tarihini gelecek kuşaklara aktarmayı, insanların geçmişleriyle bağını kopartmamayı önemser. Kadıköy Belediye Başkanımız Şerdil Dara Odabaşı yıllardır atıl bırakılan Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Erenköy, Suadiye ve Bostancı istasyonlarına talip. “Haydarpaşa’da olduğu gibi, Söğütlüçeşme’de olduğu gibi, kentimizin hafızasını, kültürel ve tarihi mirasımızı birilerinin keyfi kararlarına mahkûm; rant hesaplarına kurban ettirmeyeceğiz. İstasyon binaları halkındır” diyor.

İşlevinden kopartılan bu istasyonların hiç değilse yapılarının korunmasıyla müze, kütüphane, kültür ve sosyal yaşam merkezlerine dönüştürülerek Kadıköylülerin kullanımına açılmasını istiyorOdabaşı ve ekliyor: “Koruma statüsünde bulunan bu tarihi binaların çoğu atıl ve metruk halde bırakılarak birilerine peşkeş çekilmeye hazırlanıyor. Biz Kadıköylüler olarak tarihi istasyonlarımızın bu şekilde yok olmasına izin veremeyiz, vermeyeceğiz. Bu istasyonlar bizim kültürel ve tarihi mirasımız. Anılarımız, ayrılıklarımız, kavuşmalarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz yani kısaca bunlar yalnızca birer bina değil, bizim geçmişimiz, bizim hafızamız. Tam da bu yüzden Kadıköy Belediyesi olarak biz, istasyon binalarına talibiz.”


***

Üstelik kimsenin fikrini sormadan yıkıp, satıp, yok edenlerden farklı bir yol izleyeceğini de açıklıyor. Söz sahibi Kadıköylüler olacak. Bu mekânların kullanım önerileri halka sorulacak, halkla birlikte karar alınacak. Ancak Ulaştırma Bakanlığı’na yapılan başvurular reddediliyor. Aradan geçen zaman içerisinde istasyonlarla ilgili halkın yararına ve kullanımına yönelik hiçbir adım atılmadığı gibi bu eserler çürümeye terk ediliyor.

Feneryolu’nda bulunan dekovil istasyonunu hatırlar mısınız? Abdülaziz döneminde Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattı yapılırken Fenerbahçe Mesiresi'ne gitmek isteyenler için Feneryolu istasyonunu Fenerbahçe Burnu'na bağlayan tali bir demiryolu hattı yapılmış. Buhar, hayvan ya da insan gücüyle çalışan bu küçük ve dar dekovil hattı Feneryolu'ndan başlayarak geniş bir kavis çizip Bağdat Caddesi'ni hemzemin geçitle aşar, büyük Fuat Paşa Bahçesi’nin duvarına bitişik ilerler, bahçeler ve köşkler arasından Fenerbahçe'ye ulaşırmış. Uzun zaman raylar da bu istasyon gibi yerli yerindeydi. İşte Bu şirin küçük tarihi bina geçtiğimiz yıllarda Kadıköy Belediyesi tarafından restore edilerek “Bence mevsimlerin en güzeli sonbahar… Hele İstanbul’da, hele hele Kadıköy yakasında… Boğaz’a, Bebek’e, Maçka’ya, Şişli’ye, Etiler’e kışa benzer birşeyler yerleşse bile, İstanbul’un Rivierası daha bir süre yazın stokunu yaşar. Sonbaharla birlikte bir şiirsellik iner Çamlıca’nın, Kalamış’ın, Erenköy’ün bahçelerine. Yaz kalabalığından kurtulunca boyutları, perspektifleri ortaya çıkan eski, soylu sokaklara…” satırlarının sahibi Haldun Taner’in çalışma odasıyla okurlarını buluşturan bir müze evine dönüştürüldü.

Söyleşilere, kültür toplantılarına, kısa film gösterimlerine ev sahipliği yapıyor. Haldun Taner hemen yolun karşısında geçirmişti ömrünü. Ne özel bir kazanım, ne güzel bir vefa. Haldun Taner’i sevdiği yazdığı, ürettiği yerde yaşatmaya devam etmek.


***

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlurüzgâra, dalgalara direnen, kötü restore edilen Moda İskelesi’nin aslına uygun hale getirilerek kütüphane ve sanat mekânına dönüştürüleceğini belirttiğinde de içimi aynı umut ve heyecan kaplamıştı. İstasyon binalarının Kadıköy Belediye Başkanımız Şerdil Odabaşı’na emanet edilmesi ve Kadıköylülerin sesinin duyulması için yaşadığımız kente sahip çıkmak görevimiz. Bir bakmışız istasyonların birinde; Suadiye’de, Bostancı’da İstanbul’u en güzel anlatan Sâlâh Birsel’le buluşmuşuz.

“Arasıra giderim o küçük istasyonlara:
Ağzımdan dilsiz bir çığlık karışır rüzgârlara.”*

*Metin Altıok / Soneler/ Sone XIII