Osman Kavala’nın somut bir hukuki gerekçe olmadan iki yılı aşkın süre boyunca tutuklu tutulmasından çok daha örseleyici olan, beraat ettirilip yeniden tutuklanma anı oldu. Kavala, o anla ilgili olarak uğradığı haksızlık karşısında üzüldüğünü ama ülkesi için daha da fazla üzüldüğünü açıkladı.

Kavala’nın onuru, üzüntüsünü de aynı onurla sahiplenmesi, belki de “tutsaklığının” kendisiyle değil, toplumla olan bir hesaplaşma olduğunun farkında olmasından. Ona yapılan asıl haksızlık, muktedirin onu bir araç haline getirmesi, politik bir stratejinin nesnesi olarak konumlandırılması. Bir insan olarak varlığını ve haklarını hiçe sayarak onu bir “rehine” ye dönüştürenlerin amacını anlamış olmalı.

Açıklamalarını okuduğumda, onun da aynı yöntemi kullanarak iktidarın elini nasıl boşa düşürdüğünü gördüm. Uğradığı haksızlığın eninde sonunda hukuk yoluyla giderileceğine olan inancını koruduğunu, söylemiş. Kendisi için değil, ona yapılanlara tanık olan toplumun ne yapması gerektiğine olan inancını dile getirmiş. Bağırıp, haykırabilir, öfkelenebilirdi ve haklı da olurdu. Ama onurlu olmayı seçti.

Onu nesneleştirenlere inat, kendi kendisini nesneleştirerek, muktedirin hakkından gelmiş.

Meramım şu;

RTE, kendisine karşı olanların bir araya gelmeleri için son derece sistemli bir siyaset uyguluyor. Kendisine karşı olanların, aralarındaki farklılıkları askıya alarak, hatta bu farklılıklardan vazgeçerek güçlerini birleştirmelerini destekliyor! O kadar güçlüyüm, o kadar zalimim ki hiçbiriniz beni tek başına yenemezsiniz, benimle ancak bir araya gelerek mücadele etmeye yeltenebilirsiniz mesajını her yolla pompalıyor.

Onun zorbalığı karşısında kendisini güçsüz ve çaresiz hissedenler ancak başkalarıyla birleşirlerse onun hakkından gelebilecekleri yanılsamasına kapılıyorlar. Hani bir oku kırmak kolaydır ama on oku aynı anda kıramazsın, Dede Korkut hikayesi vardır ya, o misal.

Yürüyüş ve mitinglere katılanların çok iyi bildiği bir polis numarası vardır. Yürüyüş kolunu kalkanlarıyla karşılayan polisler en öndekileri bilinçli olarak kışkırtır. Kalkanların altından tekme atarlar ya da sadece söylediğinin duyabileceği şekilde sözel hakaret ve küfür ederler. Polisin amacı öndeki birkaç kişinin tekme ve küfürlere sinirlenip, karşılık vermesidir. Böylece ilk saldıran göstericilermiş olur ve polis, saldırısı için “meşru” bir gerekçe yakalar. En barışçıl yürüyüş bile bu yolla arbedeye dönüştürülür ve polis hep kazanır.

Kavala’nın da ama ondan çok ona yapılanlara tanık olan toplumun da sinirlenip, “hukuk dışına” çıkması için yapılıyor bütün bunlar. Öfkelenmemiz için özellikle kışkırtılıyoruz. Bireysel olarak öfkelendikçe ve Kavala’ya yapılanları gördükçe bir araya gelmemiz gerektiği hissine daha çok kapılıyoruz.

Bu durumla eş zamanlı olarak da “demokrasi ittifakı” altında toplanmamız isteniyor. Sanki ülkenin asli sorunu “zalim tek adam” ve farklılıklarımızdan vazgeçerek, açılan sağcı- milliyetçi- dinci ittifak şemsiyesinin altında toplanmamız gerekiyor, mesajına maruz kalıyoruz. Ülkenin sorunu tek adam değil, ülkenin sorunu tek tipleşme. RTE ve ona karşı olanlar değil meselemiz. İyinin ve kötünün savaşı da değil. Bu hal RTE’yi olduğundan daha da güçlü kılmaya yarar sadece ve diyelim başarıldı, gelen gideni aratır…